29 Aralık 2009 Salı

HATAY SENDROMU


Hatay’da, Hükümetin tüm gizleme çabalarına ve duygu sömürüsüne karşın ABD’nin planı deşifre olmuştur. Görüyorsunuz, onar onar şehit veriyoruz, Hükümet cenaze levazımatçısı ve mezarlıklar müdürlüğüne döndü.
Ey Hüseyin Çelik, 2 Mehmet değil, bu sefer 10 Mehmet şehid oldu, yeter mi?
Bu sitede defalarca yazdık: “Türk Milleti'ne savaş ilan edilmiştir” diye. Hükümetin müttefiki olanlar bu kana ortaktır. Her şehid cenazesinden sonra yine o bildik kuru nutuklar…Ey Hükümet, Millet bu kuru nutukları dinlemiyor artık, farkında değil misiniz?
PKK terör örgütü kimliği ile dış güçlerin maşası olması yanında; ırkçı, Zerdüşt bir Kürt ordusudur. “Dağda 5 bin silahlı gerilla var” diyen Hükümet bunu sadece örgüt olarak açıklayamaz. 5 bin veya 10 bin kişilik bir kitle örgüt değildir, silahlı bir ordudur. Artık gerçekleri söyleyin bu millete! Turgut Özal’da; “üç beş çapulcu” demişti… Bu söylemler artık psikolojik savaş olmaktan çıktı, bu tip söylemler artık terk edilmelidir.
Suriye özgür ordusu denilen kitle bin kişi ise, beş on bin kişilik PKK kitlesi nasıl örgüt olur? PKK’nın arkasında İranve Suriye var diyenler; İsrail’i, ABD’yi, AB’yi, neden anlatmazlar. Bu ülkelerin (ABD, İsrail, AB) PKK’ya desteği olduğunu sağırlar bile biliyor. Yine bölgede, bir kısım Kürt halkı sabah evlerindeler, akşam ise Mehmetçiğe pusudalar. “Teröristler dışarıdan geliyorlar” masalı da sıktı, içeridekileri anlatın. Düşman ortada, Meclis’te, Mehmetçiklerimizi şehid edenlerle kucaklaşmada. Ak Partili Hüseyin Çelik, “TBMM’de Türkiye’nin bölünmesi dahi konuşulabilir” derse bunlar elbette olur. Bırakın bu ileri demokrasi yalanlarını.
CIA Başkanı geldi, şer göründü, şimdiki plan: HATAY’A ÜS KURMAK! Nasıl mı? Tampon bölge senaryoları ile…
Daha evvel yazmıştık: “Yeni Çekiç Güç Planını.” Nasıl “Kuzey Irak” diye bir terim çıkardılar, şimdi aynı senaryo ile “Kuzey Suriye” söylemlerini çıkardılar, medyaya bir bakın. Film aynı.
ABD, İncirlik üssünden, Hatay’a kaymak istiyor…Hatay’da mezhepsel kıvılcımların temelini atıyor.
Özgür Suriye Ordusu’nun merkezinin Hatay olarak gösterilmesi çok ama çok tehlikeli. Böyle gösterenlere dikkatttt! Verilmek istenen mesaj şu: Zaten Hatay Suriye’nindiSuriyeliler de:“Suriye zaten bizimdi.” diyecekler. Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra Hatay ayrı bir devlet olarak kurulmuş ve daha sonra Hatay Devlet Meclisi 23 Temmuz 1939 tarihinde Türkiye'ye iltihak kararı almıştır. Şimdi buralarda kamplar kurularak, Hatay’da cirit atan ne idüğü belirsiz, Suriye uyruklu oldukları bile şüpheli binlerce insan, bir süreç için mi burada? ABD oraya üs kurmak için bir basamak olarak mı onları kullanıyor, bunun için mi buraları hazırlıyor?
Hatay’ın haritadaki yerine bir bakın; Kıbrıs ve Akdeniz stratejisi için ne kadar önemli olduğunu görürsünüz. Hatay’ı tartışmalı bir hale getirme çabaları görülmüyor mu? Ey Hükümet’in üyeleri uyanın. Ey halkım bu oyunu görün!
Hükümet, yanlış stratejisi, yanlış Suriye politikaları ile Kuzey Irak’tan sonra Kuzey Suriye’yi de karşımıza bir sorun olarak dikti. İsrail’in nihai hedefine ancak bu kadar hizmet edilir.
Yapılacakları diğer yazılarımda belirtmiştim. Bir kısım sözde İslamcı camialar; ABD’nin ve Siyonistlerin planlarına taşeron olmaktan vazgeçmeliler. Bu yazımı iyi saklayın. Eninde sonunda idam bu ülkeye geri gelecek, sehpalarda tanıdık çok sima görülecek. Türk Devleti ile, TSK ile, MİT ile, Emniyet ile uğraşmayı bırakın… Birlik beraberliği Türk Sancağı altında arayın! PKK DENEN SİNEĞİ BATAKLIĞINDA EZİN, BARZANİ DENEN İTİN KELLESİNİ BU MİLLETİN ÖNÜNE ATIN. PKK’NIN BİR SAATLİK İŞİ VAR, GÖRÜN BUNLARIN İŞİNİ. Bu milletin evlatlarını kahpece şehid edenleri sehpalara çıkarın. Bu milletin evladı olan Kürt halkını, PKK’nın elinden kurtarın. Ortada birçokdezenformasyon haber yayılıyor; “TSK emekli rütbeli personelini seferberlik görevine çağırıyor” diye. Üstelik İran’ın sınırımızda askeri tatbikat yapma zamanlaması da oldukça manidardır. Genelkurmayımızın bu kafa karıştıran söylentilere cevap vermesi elzemdir.
Şimdi Arap Baharı kime yaradı? ABD kime 3 misli silah sattı? Oyunu tüm millet görmeli.
Küçük bir bilgi: Küresel güçler ki, bunlar Şeytani yapılanmanın en üstleri, Arap Baharını planladıklarında; Yemen, Libya, Mısır ve Suriye’nin kalemini kırdılar. Bu kararlarını hükümetlere bildirdiler: “Bizimle misiniz?” diye. Bizim Hükümet, matematiksel strateji olarak Küresel güçlerin yanında olmayı seçti. Madem ki Esad’da diğerleri gibi gidecek, Küresel güçlerin atına oynadı…Oynadı ama acemice. Kaddafi, Mübarek ve diğerlerinin çabuk gitmesi zaten Şeytanilerin planıydıEsad’ın gitmesi de çabuk olacak sanıldı. Oysa Esad yıpratıcı unsur olarak planlanmıştı. Yani diğerleri gibi hemen gitmeyecekti. Hükümetin, basiretsiz, ütopik hayaller peşinde koşanları bunu anlamadılar. Zannettiler ki Esad’da hemen gidecek. Bu yüzden kırk yıllık Esad bir anda oldu Esed. Tökezle babam tökezle… Rusya'yı, Çin’i ikna etmek, süre uzatmak, zaman kazanmak için Esad yıpratıcı unsur olarak kaldı. Hükümete gaz verenler en ince ayrıntıyı hesaplamışlardı. Esad gitmeyince, Hükümetten biri sordu: “Yahu ABD’li ağabey hani gitmedi bu Esad, bari müdahale et.” diye. ABD’li ağabeyleri kılıfı çoktan hazırlamıştı: “Vallahi olmaz Maykıl bende de yok!...” Yani seçim var, hele Kasım’da seçimler bir bitsin!
Bu filmi göremeyenler derhal istifa etmeli, bu milletin kaderi ile oynadığı için de helallik istemeli.
İran ve Suriye rejimleri öcü gösterilerek; Müslümanların ırzına, canına kastetmek de bu işin cabası. Tıpkı Irak’ta Saddam bahane edilerek binlerce kadına tecavüz edildiği gibi. İşte vicdan buna karşı. Yoksa İran rejimi Pers derin devletidir. İslami falan da değildir! Zaten molla sistemi bu yapının dengelenmesi için kurulmuştur. Bu acemi siyasetçiler, çay ocaklarından çıkıp, saçlarını jöleleyerek Devlet’i idare ettiklerini sananlar bunları bilmezler. Papermoonlar’da ahkâm keserler.
İran, Suriye veya diğer Müslüman ülkeleri hedef gösteren; Türkiye’deki sözde İslamcı bir kısım medya bunu hesaba katmalı. Yani rejim bahanesi ile Müslüman kanı akacak, siz de efendilerinizin emrini yerine getirmiş olacaksınız. Bosna’daki zulümde; ABD ve AB neredeydi? Sözde İslamcı kılıfı altında ABD’ye, İsrail’’e hizmet edenler, nerdeydi Bosna’da ABD ve AB? Sırplar’ın yanında değil miydiler? Şimdi de durum farklı değil, ama soru şu; siz kiminlesiniz?
Hükümet şimdi gizli kapılar ardında BM’ye “Ya ne oluyor? Siz de bir el atın, 100 bin kişi mülteci geldi bize, biraz da size girsin,” diyor ama dışarıda da halka efelik yapıyorlar: “500 bin kişi de gelse alırız,” demeyi ihmal etmiyorlar. Bu da hala gaz verenler, gaz vermeye devam ediyor demek. Hükümet, “insanlık mı yapacaksın?” Gel şu Myanmar'lı 100 bin Müslüman’ı al, bu millet canı gönülden onlara baksın. Sam Amca’nı bırak, ondan sana da bizim ülkemize de, Müslümanlara da fayda yok. Şahsiyetli bir politika izle.
Ak Parti kongresi yakın, aldığımız bilgilere bakılırsa revizyon varmış. Ha bir de yeni isimler varmış; Kurtulmuş gibi…Onlara da bir tavsiye: AKP bu yükün altından kalkamayacağını anladı, yavaşça yükü merkez sağda taze kan ayakları ile makam mevki peşinde koşan senin gibilere bırakacak, aklı sıra, tabi bunlar artık deşifre oldu.
Bir de son zamanlarda İran ajanları yakalanıyor. Eyvallah yakalayın ama niye hiç Mossad ajanları yakalanmıyor? Biraz da onları yakalayın!
Sakın ha, asla umutsuzluk yok! Türkiye çok güçlü bir ülkedir, bunca çok yönlü saldırıya rağmen ayaktadır. Milleti en büyük varlığıdır. Siz bakmayın satılmışlara. Türk Sancağı dünyanın dört yanında dalgalanacak. Kayaların Oğlu canlandı… (Bu sırlı bilgi de ehillere.) Sadece Türk Milleti'nin başı sağolsun. Şehitlerimiz, siz, bize şefaat edin.
Bir cümlede benim Hükümeti eleştirmemi eleştirenlere: “Türklüğü çok ön plana çıkarıyorsun” diyenlere ve bilmedikleri birçok konuda akıl verenlere: Rahmetli Erbakan’ın bir ifadesi ile -onu da bu vesile ile rahmetle anmış olarak- cevap vereyim: Hadi oradan!
Saygılarımla…
Oktan Keleş
04.09.2012

Devamını gör...

8 Aralık 2009 Salı

MASKELİ BALO

"'HÜRRİYET VE İTİLAF' PARTİLERİ" başlıklı bir önceki makalede yer alan fikirleri doğrulayan Sayın Serdar Ant'ın kaleme aldığı yeni bir makaleyi dikkatlerinize sunuyorum:






MASKELİ BALO…

Turgut Özal... Aydın Güven Gürkan... Erdal İnönü... Süleyman Demirel... Bülent Ecevit... Necmettin Erbakan... Alpaslan Türkeş... Hüsamettin Cindoruk... Yıldırım Akbulut... Tansu Çiller... Mesut Yılmaz... Erkan Mumcu... Murat Karayalçın... Devlet Bahçeli... Deniz Baykal... Abdullah Gül... Recep Tayyip Erdoğan...



Bu isimleri tanıyorsunuz. 1980'li yılların başından beri Türk siyasal yaşamının belli başlı figürleri bu kişiler... Siyasi arenadaki kapışma, Türkiye'de bölünme ve «liderden» başka bir şey üretmedi bugüne kadar... 12 Eylül, Türk siyasal yaşamının üzerinden buldozer gibi geçti, partileri kapattı, siyasetçileri yasakladı, kör topal giden sözde «demokrasiye» de bir deli gömleği giydirdi. 12 Eylül'den bugüne kadar kurulan belli başlı partilerin isimlerini saymak bile, siyasal yaşamın nasıl bir çukurda debelendiğini göstermeye yeter...


ANAP, MDP, HP, HDP, SODEP, CHP, DSP, SHP, DYP, DP, RP, FP, SP, AKP, MÇP, MP, MHP, BBP, HEP, DEP, DEPAR, DTP...


Say sayabildiğin kadar... Eksiği var, fazlası yok bu listenin...

Devamını gör...

3 Aralık 2009 Perşembe

'HÜRRİYET VE İTİLAF" PARTİLERİ

.

"Batı'ya teslimiyete dayanan işbirlikçi Hürriyet ve İtilaf siyaseti ve anlayışı, işgal günlerinde açıktan, Atatürk döneminde örtülü biçimde savunuldu. Atatürk'ün ölümünden sonra giderek artan bir yoğunlukla yeniden açık hale geldi. Günümüzde ise ulusal bağımsızlığa cepheden saldıran işbirlikçi siyasete dönüştürüldü. Hürriyet ve İtilaf anlayışı bugün, aynı işgal döneminde olduğu gibi, "rakipsiz" bir siyasi işleyiş haline gelmiştir. Siyasi partilerin hemen tümü, bu anlayışı temsil eden bir çizgi izlemektedir. Hürriyet ve İtilaf, artık tek bir parti değil, bütün partilerdir."


Değerli yazar ve düşünür Metin Aydoğan'ın mükemmel tespitler içeren kitabından* konuyla ilgili satırlardan seçtiklerimiz şunlar:


Hürriyet ve İtilaf Fırkası


Gazeteci Tahir Hayrettin Bey, II. Meşrutiyet'ten sonra kurulmuş olan Mutedil Hürriyetperveran ve Ahrar fırkalarını bir araya getirerek, 21 Kasım 1911'de Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nı kurdu. Fırkanın temel amacı, belki de tek amacı, İttihat ve Terakki'ye karşı olmak ve Batı'yla tam olarak bütünleşmekti. Siyasi anlayışını Prens Sebahattin'in görüşlerinden alıyor, Programında Osmanlıcılık, ademimerkeziyetçilik, teşebbüsi şahsi, meşrutiyetçilik ve liberallik'ten yana olunduğunu yazıyordu. Farklı kesimlerden insanlar, milliyetçi bir çizgiye yönelen "ittihatçıları durdurmak" ve "iktidarlarına son vermek" için, dış destekle bir araya geliyor, güçlerini bu amaç için birleştiriyorlardı. Rum, Ermeni, Arnavut, Arap, Bulgar kökenli ayrılıkçı unsurlar, Batıcı aydınlar (münevveran), Prens Sebahattin yandaşları, bazı medrese hocaları (ilmiye mensupları), sosyalistler Hürriyet ve İtilaf çatısı altında toplanıyordu.

Devamını gör...

1 Aralık 2009 Salı

Müdafaa-i Hukuk nedir?

Mustafa Kemal Palaoğlu, Müdafaa-i Hukuk anlayış ve örgütlenmesini özünden kavrayan ve bu kavrayışı en açık biçimde ifade eden aydınların başında gelir. Müdafaa-i Hukuk Saati adlı yapıtındaki saptamalar, bu hareketin gerçek niteliğini ortaya koyan belirlemelerdir. Palaoğlu, Müdafaa-i Hukuk'u şöyle tanımlar: 'Müdafaa-i Hukuk, devlet kuran, hatta kendisi bizatihi devlet olan bir milli mücadele hareketidir. Siyasi bir harekettir. İstanbul'daki fırkaların ve o anlamda particiliğin dışında ve üstünde, kendisi başlı başına siyasi bir harekettir. İçinden iki meclis (Osmanlı meclisi ve TBMM), bir meclis gurubu ve bir siyasi parti (Halk Fırkası) çıkarmıştır...


Müdafaa-i Hukuk bir ideolojidir, onun dinamik niteliği de budur; bir dünya görüşü, bir yaşam biçimidir. Müdafaa-i Hukuk bir kamu vicdanı hareketi, bir namus hareketidir: Buna Müdafaa-i Hukuk ruhu diyoruz. Atatürk bu ruhu 'milli vicdan' ve onun oluşturduğu cepheye 'namus cephesi' diyor. Müdafaa-i Hukuk bir hareket, bir eylem. O ruh, yerel ya da bölgesel hareketleri başlatıyor... Müdafaa-i Hukuk bir örgüttür. Dağınık,

Devamını gör...

60 Hafızın Duası Bir Suriyeli Ananın Bedduasını Siler mi?




12.05.2012

Teolojik bir soru ile karşı karşıyayız...
Sizin cevabınızı merak ediyoruz..
Suriye'de bizimkilerin CIA ve şurekası ile birlikte her türlü silahlandırdığı, kışkırttığı, "muhalif" sıfatı ile pazarlanan teröristlerin, dün Şam'da gerçekleştrdikleri bombalı saldırı sonucu 55 kişi hayatını kaybetti. 

Bunun 24'ü, o sırada geçmekte olan okul otobüsünün içindeki çocuklardı. 
Gelen haberlere göre,  bölgede toplanan kalabalık, "Çocuk katili Erdoğan" diye slogan atmaya başladı. 
AKP'nin "sıfır sorun politikası", 24 çocuğun ölümü ile yeni bir dip yaptı. Erdoğan, "çocuk katili"damgasını yedi.
Bir insanın ülkesinin Başbakanının bu damgayı yemesi her vatandaşı için utanç vericidir.En azından utanma duygusu ve Allah'tan korkusu olanlar için, o 24 çocuğun ölümü ile 10. dereceden bağlantınız olması bile insanı kahreder. 


O 24 çocuğu öldüren bombayı kullananları sizin eğitmiş olma ihtimali, o bombanın sizden gitmiş olma ihtimali ve bir ülkeyi 24 çocuğu bir kalemde öldürecek kadar karıştırmış olma insanı kahreder. 


Allah'tan korkusu olanı kahreder; Allah'tan değil ama insanlığından korkusu olanı da. 


Bir tarafa koyun bu 24 çocuğun katlini ve aşağıdaki haberi okuyun...


Turktime'den Talat Atilla'nın haberine göre , 60 hafız Başbakanın başarısı ve sağlığı  için 24 saat  Kuran okuyormuş. 


Wikileaks'in yayınladığı ABD diplomatik yazışmalarında yeralan Tayyip Erdoğan'la ilgili, yakınındaki bir ismin tespitini tekrar hatırlayalım:


"Tayyip Erdoğan Allah'a inanır fakat güvenmez"


Başarısı ve sağlığı için 60 hafızın sürekli Kuran ve muhtelif dua okuduğu bir insan Allah'a güvenmeyen bir insandır. 


O kadar ki, kendi nefsi ile başbaşa kaldığı anlarda edeceği duanın yeterliliğine güvenmediği için, başkalarının toptan duasından medet uman, muhasebeci bir zihniyetin göstergesidir. 


Allah nezdinde değerinden emin olmayan, bu tereddütünü başka yollarla kapamaya çalışan bir korkunun dışa vurumudur. 


Tayyip Erdoğan, günahlarının o kadar farkındadır ki , kendi cenneti için 60 hafızın yardımına ihtiyaç duymaktadır. 


Yetecek midir?


Başlarken bir teolojik soru ile karşı karşıya olduğumuzu belirtmiştik...


O soru şudur:


60 hafızın 24 saat duası, teröristlerin bombası ile çocuğunu kaybeden bir Suriyeli ananın "Çocuk Katili Erdoğan" bedduasının etkisini siler mi?


İslam'a muhasebeci toptancı bakış açısı ile yaklaşanlar bunun hesabını yapabilir. 


60 hafız yetmiyorsa, bir 60 hafız daha yığalım diye düşünebilir. 


Günahlarının farkında olan biri, 60 değil 666 hafızdan da medet umabilir. 


Ama; dün Suriye'den teröristlerin bombası ile ölen o 24 çocuğun ölümü ile uzaktan bile alakası olan biri; bütün hafızları 24 saat adına Kuran okusa bile, o tek günahın altında ezilir. 

Erdoğan'a bu saatten sonra Amel Defteri'nin hangi omuzunun üzerinden verileceğini beklemek düşer. 

Hangi omuzunun üzerinden verileceğini dair bir fikir yürütürdük ama biz Allah'tan 60 hafızdan medet ummayacak kadar korkarız. 


Açık İstihbarat







http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=10044



Devamını gör...

24 Kasım 2009 Salı

HABERİNİZ OLSUN!

Şereflerini ve haysiyetlerini dünyalıkla değiştirmeye amade olanlara duyurudur:

BATI'nın servetinin, biliminin ve gücünün karşı konulamayacak kadar büyük olduğuna ve erinde veya gecinde bizim gibi 3. Dünya ülkelerinin(!) BATI'nın o güçlü(!) pençesinden kaçışı olamayacağına baştan iman etmiş olanların bir kısmı; "BATI'ya methiyeler düzerek 'kapınızda kul oluruz' yeter ki bizi dışlamayın" diye yalvarmakta, bir kısmı ise "Bu düzen böyledir, bunu ben mi değiştireceğim" diyerek mevcut ortamın şartlarına kendini uydurmakta, siyasetse siyasetini, ticaretse ticaretini, profösörse profösörlüğünü, büyük bildikleri BATI'nın çıkarları doğrultusunda kullanmakta hiç bir beis görmeyerek kendi "dünyalık"larını yapma yolunu seçmektedirler.

Binlerce değil onbinlerce yılla ifade edilen muhteşem bir birikiminin eseri olan ve asla kirlenmeden, lekesiz bir biçimde bugünlere kadar gelme becerisi gösterebilmiş TÜRK MEDENİYETİ'ni önemsiz sayabilecek kadar ferasetsiz olanların HAKİM (GÖRÜNEN) GÜÇ'e yaltaklanarak ondan medet ummaları, ibretle seyredilecek ve esefle anılacak bir durumdur.

Devamını gör...

23 Kasım 2009 Pazartesi

"SADAKAT" AMA HANGİ DAVAYA?

"Bu yazı; vatanlarına karşı kendilerini borçlu hisseden ve bu bakımdan takdir edilmesi gereken genç insanların iyi niyetlerini istismar eden ve gerçek niyetlerini ustalıkla gizleyerek, Türk gençliğinin gücünün asli görevlerini yerine getirmesini engelleyenlere karşı Türk gençlerini yeniden düşünmeye davet eden bir sesleniştir."



Sözüm, akılları bloke edecek kadar güçlü bir etki yapabilen, vatana ve millete sadakatı, bir partiye, bir siyasetçiye sadakatle bir tutabilen bu yapının "mağdur"larınadır! 

Söyleneni değil söyleyeni eleştirmek bu sendromun en bariz belirtilerindendir. Bu şuna benzer ki; insan vücudunu hasta eden şey kendisi değil, o vücuda giren mikroptur. 

Şimdi hemen sormak lazım: Hastalıkla mücadele hastayla mücadele anlamına nasıl gelebilir?

Bu bakımdan, söylenenlerin ne olduğuna bile bakmaksızın, söyleyene derhal hakaret etmek, söz konusu vatan olduğunda daha bir yıkıcı ve yaralayıcı olmaktadır. O halde; burada söyleyeceklerim ne şahsıma bir menfaat sağlamak için söylenmiş, ne de bir parti ya da bir grubun menfaati için söylenmiş sözlerdir. Sadece ve sadece vatan ve milletin menfaatini gözetmek için söylenmiş sözlerdir.

Gelelim sadede:

Devamını gör...

BUNU DA UNUTMADIK!

(Arada bir hafıza tazelemek gerekiyor ki, bizi bugünkü yaşadıklarımıza muhatap kılanları unutmayalım...)

Bugünkü gazetelerden bir haber:

Seçimden sonra her sıkıştığında verdiği destekle AKP’yi kurtaran MHP’ye eleştirilerin artması üzerine Mehmet Şandır, Hürriyet’e yaptığı açıklamada, ” Kimse MHP’yi sopa olarak görmemeli “ demiş...

Mehmet Şandır’ın Hürriyet’te ” Sopa değiliz “ başlığıyla yayınlanan Süleyman Demirkan imzalı haberi şöyle:

Referandum konusunda AKP’ye verdiği sürpriz destekle gündeme gelen MHP’nin Grup Başkanvekili Mehmet Şandır, AKP’ye öfke duyanların MHP’yi sopa olarak kullanmak istediğini savundu. *

" Milletin AKP’ye öfkesinin sözcüsü olmak istemiyoruz “** diyen Şandır, şunları söyledi:

Devamını gör...

17 Kasım 2009 Salı

Herkesin Türkiye’ye ihtiyacı var bir Türklerin yok!

.

Kabul etmekte kimsenin bir tereddüdü olamayacağı bir şey varsa o da dünyanın en güzel, en kıymetli ve buna karşılık da en çok göz dikilen, sahip olunmakta hemen bütün dünyanın can attığı, şu Gazi Anadolu'muzun bu mübarek topraklarının değerini; öyle görünüyor ki en az anlamış olan bizleriz!

Yine de ne mutlu ki, artık bu memlekette, bu vahim ve derin uykudan büyük bir silkinişle bir an önce uyanmak gerektiğinin farkına varmış olan insanlar var ve sayıları da her geçen gün biraz daha artıyor!

Biliyoruz ve artık eminiz ki, pek yakında bu milletin öz evlatları birbirine kaynaştıkça, önünü hiç bir bendin, hiç bir setin ve hiç bir kuvvetin kesemeyeceği, coşarak ve çağlayarak ilerleyen kutsal bir sel haline gelecek ve düşmanlarını mahvetmeden de durulmayacaktır. Coşkunluğu günbegün artan ve eninde sonunda düşmanını mahvedecek ve kahredecek bu milli selde bir damla olma şerefine nail olabileceklere şimdiden ne mutlu diyor ve Yeniçağ Gazetesi'nin değerli yazarlarından Sayın Hasan Demir'in makalesi ile sizleri başbaşa bırakıyorum:

Devamını gör...

14 Kasım 2009 Cumartesi

Amerikan gerçeği - Zeitgeist Belgeseli...

Adına "küreselleşme" denilen, rengârenk boyanıp, süslenen ve ona karşı çıkanların "gericilikle" ve "dünyayı anlamamakla" itham edildiği, onu reddetmenin "içine kapanmacı bir ulusalcılık/milliyetçilik" olduğu iddiaları defalarca, malûm medya vasıtaları ile hemen her gün adeta gözümüze sokulurcasına tekrarlanıp duran,  21. yüzyılın o en kutsal yalanını daha iyi anlayabilmek için...

Buyrun; size işin gerçek yüzünü gösteren 15 dakikalık kısa bir video:



Alternatif Link:

sinema - fragman - amerikan gerçeği - zeitgeist belgeseli | izlesene.com

Devamını gör...

6 Kasım 2009 Cuma

TÜRK, KÜRT, LAZ, ÇERKES...

.

Bir milletin unsurları içinden bazılarını seçip "ötekileştirmek" emperyalist zihniyetin çokça başvurduğu bir yoldur. Ve aynı yolu izleyerek Türkiye'nin de içten parçalanmaya çalışıldığı bir gerçektir. 

Bu anlamda, planlarının ilk aşamasında yapmak istedikleri ve bizlere söyletmek istedikleri şey şudur: "Kürtler!". 

Yani hepsi, yani ne kadar Kürt varsa tamamını kapsayacak bir nefret ve dışlama! 

Böylece, DTP/PKK'nın bütün Kürtleri temsil ettiğini ve bütün Kürtlerin tamamının "bölücü" ve PKK sempatizanı olduğunu otomatikman kabul etmiş olacak ve ona göre "onlar"a hasmane bir tavır içine girmiş olacağız. 

İçine girmemiz istenen tutum budur! 

Bu oyuna gelmemek gerekir. Bu işte suçlu olan kim veya kimlerse onları konuşacağız. "Kürtler"...diye başlayan cümleler kurmayacağız ve emperyalistler ve onların işbirlikçilerinin ekmeğine yağ sürmeyeceğiz.

Tabi, şimdi burada şu hataya da düşmemek lazım. Türk vardır, bir Türk ırkı da vardır ve Türkler tarihin en eski ve en köklü bir milletidir ve sosyolojik anlamda çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, çok geniş bir ailedir.

Devamını gör...

1 Kasım 2009 Pazar


Devamını gör...

17 Ekim 2009 Cumartesi

Teminatlarımız ve Güvencemiz!

.
















Bu parti ve zihniyetlerin basiretsizlikleri nedeniyle Türkiye'nin başına musallat ettikleri dertlerden sadece biri olan türban konusu da dâhil olmak üzere kökten bir çözüm istiyorsak sorunlara kaynak olan bataklık ve ona su taşıyan kollar kurutulmalıdır.

AKP ve MHP hem sükûneti sağlamak hem de türban düzenlemesini savunmak için çeşitli dayanaklar öne sürdüler:


"AK Parti Hükümeti, Cumhuriyetin de demokrasinin de laikliğin de hukuk devletinin de teminatıdır, koruyucusudur". (Erdoğan, 29 Ocak 2008)

"MHP din ve vicdan özgürlüğü ile laikliğin teminatı, savunucusu ve koruyucusudur." (Bahçeli, 5 Şubat 2008)

AKP ve MHP'nin "biz laikliğin teminatıyız" demesi trajikomik gelmiş olmalı ki başta yargı olmak üzere üniversitelerden meslek örgütlerine, sivil toplum örgütlerinden rejime bağlı aydınlara kadar hiçbir kesim bu sözlere itibar etmedi, açıklamalar ardı ardına geldi…

Nasıl itibar edilsin ki!

"Demokrasinin teminatıyım" diyen AKP, -son uygulamasıyla- dini inancı öne sürerek bir kesime "ayrıcalık" vermek istemiyor mu? Kendi gibi düşünmeyen bürokrat yerinde kalabilmekte midir? Bırakın parti içinde muhalefet yapılabilmesini, AKP'ye muhalif yayın yapabilen kaç medya kuruluşu kaldı? AKP, kendine muhalif kişiye, kuruma yaşama şansı tanımakta mıdır? Görülmüş müdür? Yakınan köylüsünü "ananı da al git lan" diye kovan, ama kentte, köyde, mecliste, "yağma kültürünün" en ince maharetlerini göstermekten çekinmeyen bu "feodal kafanın demokrasi anlayışı"na güvenmek ne derece mümkündür!

AKP sadece demokrasinin teminatı olduğunu iddia etmiyor…"Laikliğin de teminatıyım" diyor. Ancak işin trajikomik yanı, AKP Genel Başkanı Erdoğan "Halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etme" suçu sabit görülerek 10 ay hapis cezasıyla hüküm giymiş, 4 ay da cezaevinde yatmış bir sabıkalıdır! İşte karşınızda laikliğin teminatı olan Erdoğan!

(1998 yılında aldığı ceza nedeniyle bitti denilen siyasî yaşamı CHP lideri Baykal'ın attığı "ip" sayesinde kurtulmuştu. Siyasilerimizin ip atma geleneğinin ne denli köklü olduğunu göstermesi açısından not edilmesi gereken bir detay)

Ayrıca AKP, "hukukun teminatı" olduklarını da iddia ediyor. İddia ediyor ama bir yandan da "Adli ve İdari Yargıda Hâkim ve Savcı Adaylığı Yazılı Sınav, Mülakat ve Atama Yönetmeliği"nde yaptıkları değişiklikle yeni hâkim ve savcı adaylarını "mülakat" ile seçmeye kalkıyor! Bu uygulamanın kadrolaşmayı amaçlamadığı iddia edilebilir mi? Bu uygulamanın amacı bağımsız yargı ve hukukun üstünlüğü yerine "AKP'ye bağımlı bir yargı ve parti çıkarlarının üstünlüğü" değil de nedir? (Yönetmeliğin uygulanması Danıştay tarafından durdurularak Anayasa mahkemesine başvuru kararı alındı, süreç hâlâ sonuçlanmadı…)

Ya MHP? MHP'nin "teminatları ve samimiyeti" AKP'den çok mu farklı?

Devamını gör...

10 Ekim 2009 Cumartesi

(S)açılımcılar Bu Röportajı Okusunlar

.

“Türklük tehlikeye düştü. Kurtuluş Savaşı’na katıldım.”

Enver Behnan’ın İlk Millet Meclisi Dersim milletvekili Diyap Ağa’yla röportajı (Yeni Gün, 27 Temmuz 1931)


“Bizim memleket ahalisi Kürtmüş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım”.
“Biz Kürt değiliz, biz Türk’üz.”
“Türklük tehlikeye düştü. Kurtuluş Savaşı’na katıldım.”
“Allah Büyük Gazi’ye çok ömür versin, kıymetini bilelim.”
Millet Meclisi’nin ilk azalarından Diyap Ağa’ya Karaoğlan’da rast geldim. Felaket ve zafer günlerinin bu bir hatırası olan bu aksakallı ihtiyara yaklaştım. Selam verdim ve kendimi tanıttım. Ertesi günü Natbantoğlu Hıfzı Bey’le beraber misafir kaldığı Kayseri Oteli’ne gittik. Otelin avlusunda bu tarihi şahsiyetle karşı karşıya idik. İri ak kaşlarını kaldırdı, mavi gözlerini gözlerime dikti:

Devamını gör...

9 Ekim 2009 Cuma

Tek bir Türk’ün bile planlarını bozabileceğini biliyorlar!

.

Türk’e ve Türklüğe ait ne varsa küçümsemeyi, ona ait değerlerin güya ne kadar basit ve temelsiz olduğunu her fırsatta iddia etmekten utanmazca haz alanlar, “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözünü de “Türk’ün Türk’e propagandası” olarak tanımlayıp sözümona bu milleti küçümsemeye çalışırlar. Halbuki, bu temelsiz bir söz değil, bizatihi ispat edilmiş bir sözdür. Bunun ispatı da bizatihi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kendisidir.

Memleketin dört bir yanında ihanet ateşleri yakılırken ve düşman bütün pervasızlığı ve gücü ile anayurda saldırmışken, bütün dünyaya meydan okurcasına; “Ya istiklal, ya ölüm!” diyerek tek başına ayağa kalkmış ve bütün mesuliyeti tek başına üstüne alarak, milletini içine düştüğü cehennem çukurundan şerefle çıkarmak başarısını göstermiştir. O halde sormak lazım; “Bir Türk dünyaya bedel midir, değil midir?”

İşte, konuyla ilgili önemli bir makaleyi bu sebeple dikkatlerinize sunmak istiyorum:


"Milletin başına belâ olan kuvvetler!"

Hayır, hayır kimseye hakaret etmiyorum, etmem de zaten; fakat bir ülke parçalanırsa, neler olacağını hatırlatmak istiyorum:

Devamını gör...

5 Ekim 2009 Pazartesi

"ERGENEKON" MESELESİ VE "DARBECİLİK"

.

Eskilerin "feraset" dedikleri aslı "firâset" olan bir kelime vardır; 'anlayışlılık, çabuk seziş' anlamına gelir. Bu mânâda Türk milleti ferasetli bir milletti ama anlaşılıyor ki, bu "ferasetinden" çok şey kaybetmiş ya da kaybettirilmiş!




Kavramlar önemlidir, hele bir propaganda ustası için daha da önemlidir. Hedeflenen eylemlere ilk olarak "kavramlar" üzerinde "oynamalar" yapılarak başlanır. Yoğun ve bulanık bir şekilde zihinlere zerk edile edile insanları sersemleten, en güvendiği dayanaklarına bile artık şüphe ile baktıran ve muhatabını "hedef eyleme" müsait bir şekle sokmakta en etkili olan, işte bu "genetiği değiştirilmiş kavramlar"dır.

Devamını gör...

HAKKI MÜDAFAA OLMADAN "HATTI MÜDAFAA" OLMAZ!

"HAK" önemli bir kavramdır, 'hak etmek', 'hak edebilmek' de bir o kadar önemlidir. "Hakkı için mücadele etmek" ve bu uğurda can vermek insanı "şehitlik" mertebesine yükseltecek kadar da dinen kutsanmış bir durumdur.

Şimdi bu duruma göre insanın mazlum (zulme uğramış) olabilmesi için hakkını müdafaadan tamamen aciz bir durumda olması gerekir. Milleti için acziyet kabul etmeyen Mustafa Kemal, bu sebepten "ya istiklâl, ya ölüm!" emrini vermiştir. "Bu millet esir yaşayamaz, esir yaşamaktansa ölsün, daha iyidir" kararı altında bu anlayış yatar. "Hak verilmez, alınır" özdeyişi de bu durumu anlatır! Zalimin zulmüne karşı seslerini yükseltmeyenlerin zulümden şikayete hakları yoktur! İtirazın yükselmesi, kişinin kendine, kendi emeğine olan saygısıyla birebir orantılıdır.

Devamını gör...

2 Ekim 2009 Cuma

"DEVLET" VE DEVLET ADAMLIĞI

.

Herkesin bizimle ilgili bir hesabı var, bizim, en meşru haklarımızı elde etmek için bile bir hesabımız yok! Köşeye sıkıştırılmış bir boksör gibi habire gelen yumrukları savuşturmaya çalışıyoruz.

Geleceğiniz ve güvenliğinizle ilgili bir ulusal siyasetten yoksun olmanın doğal sonucu budur! 

"Yurtta sulh, cihanda sulh" bu demek değildir!

Barış, refah ve özgürlük istiyorsanız, bunu sağlayacak gücünüz ve kararlılığınız olmalıdır! Birilerinin gücünden çekinerek, kendinizi onunla iyi geçinmek zorunda hissederek, GÜÇ'ün ortak kabul etmez olduğunu dahi bilmezden gelip, kendi kendinizi birilerinin stratejik ortağı olduğunuz fikri ile avutarak, onun ağzına bakarak, her dediğine evet diyerek, ne bağımsız kalabilir, ne de müreffeh bir ülke olabilirsiniz!

Gücünüzün farkında olacaksınız, geçmişinizi bileceksiniz ve milletinize dayanıp onunla bir bütün olacaksınız ki, diğerleri sizin hakkınızda hesap yaparken bin kere düşünmek zorunda kalsınlar.

Devamını gör...

1 Ekim 2009 Perşembe



Devamını gör...

26 Eylül 2009 Cumartesi

UNUTULMUŞ BİR VATANSEVER: ABDÜLKADİR KEMALİ

Orhan Kemal'in Babası Abdülkadir Kemali Bey'in Anıları


1900`lerin başı... Büyük Osmanlı İmparatorluğu topraklarını yitirmekte. İktidarını yitirmekte. Devletin memurları, yetkilerini ceplerini daha çok doldurma yönünde kullanmakta, eşkıyayla işbirliği içinde küçük servetlerin peşine düşmüş...

Hukuk mektebini pekiyi ile bitirmiş Abdülkadir Kemali, adında bir genç, hiç de nahif olmayan idealizminin peşine düşmüş, inatla savaşmakta. Hukuktan, adaletten başka, dürüstlükten, insanlıktan başka bir değer tanımıyor. Vatanını silahla savunan bir yurtsever Abdülkadir Kemali... Ama onun asıl savaşı, insani değerlerin, hakkın, adaletin korunmasını hedefliyor.

Büyük yazarımız Orhan Kemal`in babası olan Abdülkadir Kemali Bey, deneyimlerinin yarınlara ışık tutacağının bilincinde bir aydın olarak o günleri kayda geçirmiş. Torunu Işık Öğütçü, titiz bir çalışmayla anıları düzenledi ve bize sundu.

Yazılı-sözlü tarih hazinemize büyük bir katkı olan ve uzun zamandır beklenen elinizdeki kitap, Orhan Kemal`in yazarlık yeteneğinin kaynağını da gözler önüne seriyor...

                         * * *

İSTİKLÂL HARBİMİZ VE ÇANAKKALE SAVAŞININ BİLİNMEYEN YÜZÜ

Bu büyük vatanseverin anılarından aldığım şu pasajları okuduğunuzda, Çanakkale'de askerimizin neden günde bir-iki öğün hoşaf, ekmeğe mecbur bırakıldığını hayretle göreceksiniz. Abdülkadir Kemali'nin anılarında o zamanları daha iyi anlayacaksınız.

Çanakkale’ye geldiğimiz zaman Çimenlik bataryasına götürüldük. Oradaki asker koğuşlarına yerleştirildik. Birer ot minder ve birer battaniye verdiler. Üç koğuşa ayrıldık.

Devamını gör...

16 Eylül 2009 Çarşamba

BATAN BİR GÜNEŞE YÜZÜNÜ DÖNENLER

Evet, netice olarak şunu söyleyebiliriz: 

BATI'nın servetinin, biliminin ve gücünün karşı konulamayacak kadar büyük olduğuna ve erinde veya gecinde bizim gibi 3. Dünya ülkelerinin(!) BATI'nın o güçlü(!) pençesinden kaçışı olamayacağına baştan iman etmiş olanların bir kısmı; "BATI'ya methiyeler düzerek 'kapınızda kul oluruz' yeter ki bizi dışlamayın" diye yalvarmakta, bir kısmı ise "Bu düzen böyledir, bunu ben mi değiştireceğim" diyerek mevcut ortamın şartlarına kendini uydurmakta, siyasetse siyasetini, ticaretse ticaretini, profösörse profösörlüğünü, büyük bildikleri BATI'nın çıkarları doğrultusunda kullanmakta hiç bir beis görmeyerek kendi "dünyalık"larını yapma yolunu seçmektedir.

Binlerce değil onbinlerce yılla ifade edilen muhteşem bir birikiminin eseri olan ve asla kirlenmeden, lekesiz bir biçimde bugünlere kadar gelme becerisi gösterebilmiş TÜRK MEDENİYETİ'ni önemsiz sayabilecek kadar ferasetsiz olanların HÂKİM ('GÖRÜNEN') GÜÇ'e yaltaklanarak ondan medet ummaları, ibretle seyredilecek ve esefle anılacak bir durumdur.

Devamını gör...

10 Eylül 2009 Perşembe

BİZ KİMİZ?

"Bugün internette bir makalaye yorum yapan bir vatandaşın, yaptığı yorum sonunda, "biz kimiz" sorusunu sorup, verdiği cevabı (bir kaç düzeltmeyle) dikkatlerinize sunuyorum."

Bizler, bütün dünyaya karşı varolma mücadelesi veren ve bunu başaran; hızı ancak işbirlikçi hainler tarafindan kesilen ve yalnızca arkasından vuranlar yüzünden zaman zaman tökezleyen; soylu bir milletin evlatlarıyız.

Bakınız, Çanakkale'ye, bizi yok etmeye çalışan, acılar yaşatan, nihayetinde; topraklarımızda yatan düşman askerlerine bile sahip çıkan bir MİLLETİZ. Ayrı dinlerde olsak bile, ALLAH'ın yarattığı insanı; İNSAN olduğu müddetçe sever; NE MUTLU TÜRKÜM DİYENİ kardeş biliriz.

...

Devamını gör...

9 Eylül 2009 Çarşamba

SOROS FOLLUĞUNUN CİVCİVLERİ

Bilmem hiç dikkat ediyor musunuz, memleketin gidişatından endişe duyarak milliyetçi forum sitelerinde bir araya gelip dertleşen insanların arasına, sanki onlardan biri imiş gibi karışıverip de, milli değerlerin alenen ayaklar altına alınmasına itirazlarını dile getiren ve”Türk”lükten, milliyetçilikten bahsedenlerin mesajlarından duydukları rahatsızlıkları; (sureti haktan görünerek) “ortamı germeye gerek yok” klasik şablonuyla, ifade eden ve tartışmanın yönünü değiştirmeye çalışan bir takım tipler var. Bunları gördüğünüz anda, bilin ki, bunlar Soros’un folluğuna konulmuş yumurtalardan yeni çıkmış civcivlerdir. Şablon cümle hep aynıdır: “Ortamı germeye gerek yok!”

Devamını gör...

8 Eylül 2009 Salı

ŞEHİTLERİMİZİN AİLELERİNE...

Daima büyük çilelerle imtihan edildiğine tarihin defalarca şahitlik ettiği bu büyük millet, uğradığı ölçüsüz alçaklık ve kalleşliklere kurban verdiği her yiğit evladının şehadeti ile, hem ebediyete kadar daima başı dik ve hür bir millet olarak yaşamaktan asla vazgeçmeyeceğini bütün dünyaya bir daha ilan ediyor, hem de şeref ve haysiyeti için başka hiç bir milletin ödemeye cesaret edemeyeceği bedelleri, bütün acılarını içine gömerek, gerektiğinde derhal ve fazlası ile ödemeye daima hazır olduğunu da bilfiil ispat ediyor!


Artık sizler de bu ispat ve ilan'ın şerefine o büyük acınızla nail olanlardansınız.

Ne mutlu size ve ona ki, vatanına milletine kurşun sıkarak ölmedi!
Ne mutlu size ve ona ki, düşmandan kaçarken sırtından vurulmadı!

Şehitler için; "onlara ölü demeyiniz" müjdesi veren mukaddes kitabımızı imanımıza kılavuz ederek, böyle büyük acılar karşısında bile bizleri dik tutan Yüce Allahımıza binlerce hamd eder, yürekleri hepimizden çok daha fazla dağlanan sizlere ve yakınlarınıza tekrar tekrar sabrı cemil niyaz ederim.

Selam, saygı ve hürmetlerimle...

Devamını gör...

VATANDAŞ GÖZÜYLE "AÇILIM" VE "KARDEŞLİK"

.

"Pırt Açılımı"

"İdaresine talip olup vatandaşından yetki aldığınız memleketin menfaatlerini bir kenara bırakarak, şunun bunun talimatlarıyla bu ülke hakkında verilmiş kararları uygulamaya başlarsanız, hem kendinizi hem de bu memleketi rezil edersiniz. İşte sizin "açılımınız", işte vatandaşın açılımı!"

Devamını gör...

6 Eylül 2009 Pazar

"KARDEŞLİK" MESELESİ VE BAZI HATIRLATMALAR

.

"Doğru siyaset", şüphesiz ki, olacağı olmadan, geleceği daha gelmeden öngörebilmek ve olayları kendi hedefine hizmet edecek şekle sokabilmek sanatıdır. Bilgisizce ve hissiyata dayalı tepkiler vererek olaylara müdahil olunabileceği düşüncesinin adı da, siyaset değil, olsa olsa günü kurtarabilmek telaşının bir tezahürü olabilir.

Yoktan yaratılan bir "sorun"u "biz zaten kardeşiz" diye söze başlayıp, ardından da taviz üzerine taviz vererek çözebilmenin dünyada bir örneği daha yoktur.

Buyrun size tarihten bir kaç satır:

Devamını gör...

4 Eylül 2009 Cuma

Lider Kimdir?

.

(Hızla değişen, (ya da değiştirilen) gündem sadece siyasetle sınırlı kalmıyor. Siyasetin yanısıra tarihimiz ve kültürümüzle de ilgili doğru bildiğimiz ne varsa hepsine, bozmak, kafa karıştırmak için el atılıyor! Bu anlamda, Türkiye Cumhuriyeti Mustafa Kemal'den sonra bir lider bulamamanın sıkıntısını yaşıyor. Yaşamakla da kalmıyor, "Lider" diye ortaya çıkanların hali de bu makalenin önemini daha bir artırıyor.)

İngiliz gazeteci, Sîna dağında karşılaştığı bir Bedevi’ye sorar:


“Sence lider kimdir?”

Bedevi “bir târif yapmak yerine, bir hikâye ile sorunuza cevap verebilir miyim?” der.

Gazeteci “Elbette, anlat hikâyeni” diye cevaplar.


Bedevi anlatır:

Devamını gör...

Beyin gücü ve konformizm!

.

Günümüz dünyasında gelişmiş toplumlardan değil, insanına ve onun zihinsel gücüne yeterli değeri vermeyi öğrenmiş ya da öğrenememiş toplumlardan bahsedilebilir. Zengin ve bol kaynaklara sahip olmak, toplumların kalkınması için gerekli ancak yeterli değildir. Zira bugün dünyada “en etkin” ve “en güçlü” olan memleketler; kaynakları zengin olan ülkeler değil, toplumsal aklını en iyi organize eden ülkelerdir. Bireysel, toplumsal ve örgütsel olarak beyin potansiyelini kullanmayı öğrenmek, başarılı olmanın en önemli gerekleri arasında yer alır.



Bir örgütün başarısı, üyelerinin toplam beyin gücünü, finansmanını ve zaman kaynağını amaçlarına uygun biçimde kullanmasına bağlıdır. Bu üç unsur arasında en önemli olanı, örgütün sahip olduğu beyin gücüdür. Beyin gücü örgütte çalışan insanların bilgi, deneyim, girişim ve örgütlenme yeteneği ile yönetim kabiliyetlerini kapsar. Finansman kaynağı, zaman veya diğer üretim faktörlerinin varlığı, beyin gücü olmaksızın hiç bir anlam ifade etmez. Zira örgütlerin her türden para hareketleri, teknolojik gelişme ve uygulamaları aktif veya pasif, rasyonel veya irrasyonel, etkili ya da verimsiz kullanılabilmesi, sahip olunan beyin güçleriyle yakından ilişkilidir.


Babası, Sony İmparatoru Akio Morita’ya şöyle tavsiyede bulunmuştu:

Devamını gör...

1 Eylül 2009 Salı

Müslüman Saati

.

.
*(Batılı yaşam tarzı ile kendi eski yaşam tarzımızı, "güne başlayış ve bitiriş zamanları" ile değerlendiren ve ilginç sonuçlara ulaşan merhum Ahmet Haşim'in ilgi ile okunacağını düşündüğümüz bir makalesi)

İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilâların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. “Saat”den kasdımız, zamanı ölçen âlet değil, fakat bizzat zamandır.

Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre dinden, ırktan ve an’aneden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu hayat üslûbuna göre de “saat”lerimiz ve “gün” lerimiz vardı. Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve sonunu akşamın ışıkları tayin ederdi.

Devamını gör...

ŞİMDİ DE BU PALAVRALAR!

Apo'nun "beraber kurtardık" palavrası!.


Milletimize adeta zorda kabul ettirilmek istenilen garip bir dayatma var!.. “Kurtuluş Savaşı’nı beraber yaptık!..” sloganı yayılmak isteniyor.. Bunu hem Ankara’dakiler yapıyor, hem de Apo mahreçli PKK kaynakları!..


Ankara’dakiler hem de aralarında omzu kalabalık saf yetkililer de dahil, “dedelerimiz koyun koyuna şehitlikte” muhabbetine pek meraklılar! O kahraman şehitlerin etnik kimliklerini vurgulayıp sanki “Kurtuluş” ta iki ayrı millet varmış intibaı vermek doğru mu?!.. Apo ve çetesi bunu bilerek yapıyor... Onların stratejisyenleri (Batı) böyle bir dayatma geliştirip ellerine tutuşturmuştur... Apo da bu çerçevede sallıyor (Ortak vatan Türkiye-Kürdistandır(!) Kurtuluş Savaşını Türk-Kürt birlikte yaptı, birlikte kurtardık) diyerek kafasına göre Kurtuluş Savaşı üretiyor!..


Bu sözleri doğru değil, hesap kitap ortada..


Araştırmacı Gökçe Fırat’ın çalışması var... Buna göre Kurtuluş Savaşı sırasında verilen şehitlerle ilgili yöresel ve rakamsal bilgiler şöyledir..
Bunlar, yani "Kürtçülük" yapanlar belirli bir guruptur ve biz daha kurtuluş savaşımıza başlamadan önce İstanbul'da dış destekli bir Kürt Klübü kurarak bu yönde faaliyetlerine başlamışlardır ki, bu faaliyetlerin kökü 1800'lü yılların başına kadar da uzanır ve kaynağı yine aynı guruptur.

Bu noktada, Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın bir İngiliz kaynağından aktardığı bir bilgi çok dikkate değerdir. Bu kaynak; "PKK'nın basıp, katliam yaptığı köylerin en dikkat çekici özelliği, tarihteki ermeni olayları sırasında ermenilere karşı en çok direnen köyler olmasıdır!" diyor.


Kökenlerinin Kürt oldukları dahi şüpheli olanların, dışardan destekli hıyanetlerinin baş amacı; bizi Türkler ve Kürtler olarak iki keskin çizgiye ayırarak karşı karşıya getirmektir. Bunu unutmayalım. Bu ihanet şebekesinin her türlü silahlı/silahsız propagandayı rahat rahat yapmasına göz yuman bir idarenin zaafları Türkiye Cumhuriyeti'nin güçsüz olduğu görüntüsünü vermiş ve bir takım insanlar güçlü olanın yanında görünmek gereğini duymuşlarsa, bu sonucun müsebbibi en başta onlara bu cesareti veren bu idaredir.

Devletseniz gücünüzü ortaya koyacak ve devlet gibi davranacaksınız! Bunun başka yolu yoktur!


...

Devamını gör...

28 Ağustos 2009 Cuma

Dağarcığınızda ne varsa dökün!


















“ Yıl 1927.. Ankara’nın yoksul ama onurlu günleri... Savaş kazanılmış, bir avuç insan, bağımsız ve özgür bir ülke kurmanın peşindedir. Ancak ne yeterli para, ne de yeterli eğitimli insan vardır. Milli Eğitim Müsteşarı Kemal Zaim Sunel, afla çıkan siyasi hükümlü Şevket Süreyya Aydemir’i, Yüksek Teknik Öğretim Genel Müdür yardımcılığına atarken şunları söyler:

“Hangi ülke kendi çocuklarına bizim kadar muhtaçtır? Hangi millet bizim kadar yoksuldur? Öyle bir işin içindeyiz ki, herkes dağarcığında ne varsa ortaya dökmelidir.”(1)

Türkiye, “dağarcığında ne varsa” dökenlerin gerçekleştirdiği ulusal bağımsızlık ve yarattığı toplumsal gönençle bugüne dek ayakta kaldı; elli yıllık ihanete direnebildi. Ancak bu kutsal miras artık tükenmiştir. Yasal ama meşru olmayan iktidarlar, yabancılarla el ele vererek; “kişisel çıkarlarını sömürgecilerin siyasi istekleriyle birleştirmişler”, “halkı yokluk ve yoksulluk içine sürüklemişler”, “liman ve tersanelerimize girilmesine” göz yummuşlardır; Türkiye işgal edilmiştir.


Yüce Türk ulusu,

Devamını gör...

27 Ağustos 2009 Perşembe

‘Birbirimizi anlamak’ sözü bölücülüktür





















AKP’nin seçim zaferi kazanmasından sonra kendilerini bir anda sosyal analizciler yerine koyan, çoğu da aslında AKP’li olmayan ama sözde demokrasi adına tüm değerlerin yerle bir olmasına destek veren çevrelerdeki en moda tartışma konusu “Birbirimizi anlamalıyız, bir arada yaşamalıyız” söylemi.

Hemen söylemek istiyorum; bu söze kelimenin tam anlamıyla deliriyorum.

Ne anlama geliyor “Birbirimizi anlayalım” sözü?

Siz kimsiniz?
Biz kimiz?
Birbirini anlamak zorunda olanlar kimler?

Türkiye’de bugüne kadar hiç bilinmeyen insanlar vardı da onlar mı ortaya çıktı?

Yoksa Türkiye’de bazı insanlar hiç dikkate alınmıyordu, adeta mağaralara hapsedilmişlerdi de onlar mı ortaya çıktı?


Veya Türkiye’nin bir bölümü kölelerden oluşuyordu da onlar özgürlüklerine mi kavuştular?

*(Bugünlerin nasıl hazırlandığını görmek bakımından yayınlamak gereği duyuyorum)


Devamını gör...

KURT SALDIRIRKEN BİR TUTAM DAHA FAZLA OT PEŞİNDE OLAN EŞEKLER!

Şeyhi'nin ve Molla Lütfi'nin ünlü Harname eserlerinden sonra, "Ord. Prof. Dr. Hayrullah Şanzumi" adını kullanan yazar, Üçüncü Harname'yi yazmış.


Türkçesi Eşekname!


Şanzumi, kitabın sonunda "Ahir-i Meram" başlığı altında şöyle diyor:


"Türk entelijansiyasının zuhur ettiği tarihten beri vaziyeti, eşeğinin sırtında Mehmet Akif Ersoy da eşeğin sosyolojik derinliğini bilenlerden imiş ki şöyle demiş:


Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...
Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir;


İstemem, dursun o payansız mefahir bir yana...
Gösterin ecdada az çok benziyen kan bana!
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yadigar,
Çok değil, ancak Necip evlada layık tek şiar.


Varsa şayet, söyleyin, bir parçacık insafınız:
Böyle kansız mıydı -haşa- kahraman ecdadınız?
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına?
Benzeyip şirazesiz bir mushafın eczasına,


Hiç görülmüş müydü olsun kayd-i vahdet tarumar?
Böyle olmuş muydu millet canevinden rahnedar?
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Böyle adet miydi bi-perva, yemek insan leşi?


Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan...
Hey sıkılmaz, ağlamazsan, bari gülmekten utan!
"His" denen devletliden olsaydı halkın behresi:
Payitahtından bugün taşmazdı sarhoş naresi!


Kurd uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi.
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.
Lakin, aşk olsun ki, aldırmaz otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek!


Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!
Bu hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin usluba sok:
Halimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.


Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız;
Bir bakın: hala mı hala ihtiras ardındayız!
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!


Davranın haykırmadan nakus-u izmihaliniz...
Öyle bir buhrana sapmıştır ki, zira, halimiz:
Zevke dalmak söyle dursun, vaktiniz yok mateme!
Davranın zira gülünç olduk bütün bir aleme,


Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah, intikam;
Yerde kalmış, na'şa benzer kavm için durmak haram!
Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa, istikbalinizden korkulur, pek korkulur.



* * *


Akif, bugün Türkiye'nin başına gelenleri görseydi, bu şiirle yetinmezdi. Çünkü, düşman yine burnumuzdan tutmuş ve bizi boğaz derdine düşürenler, yine kendi yöneticilerimiz!


Kendi kendine yeten İç Anadolu'yu buğdaydan, pancardan, Ege'yi tütünden, Akdeniz'i pamuktan, Karadeniz'i fındıktan yakalamışlar!


Meselenin farkında olanlar tepki gösteriyor ama bu tepki sadece buğdayla, pancarla, tütünle, pamukla veya fındıkla ilgili ise Türkiye'ye, Türk ve İslam dünyasına, Avrasya'ya yönelik genel saldırıyı görmüyor ve asıl buna karşı tedbir almıyorsak, kurt saldırırken bir tutam daha fazla ot yutmaya çabalayan eşekten farkımız kalmaz!


Saldıranların Afganistan, Irak, Filistin ve Lübnan'da neler yaptığını görmüyor muyuz?


 (Arslan Bulut / YENİÇAĞ GZT. / Ocak.2006)


* * *


Evet, adeta gümbür gümbür gelen tehlikeye aldırmadan bir tutam daha fazla ot tıkınabilmek için yerden kafalarını kaldırmayanların, son lokmalarını yutup yutamayacaklarını Allah bilir ama arşivden bugünlere seslenen bu makaleyi yayınlarken aklıma geçen gün Hürriyet Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil'in Ramazan ayı vesilesi ile yazdığı makale geldi. Şunu vurguluyordu aşağı yukarı Özdil:


"Ey sevgili milletim;


İğne vurdursam orucum bozulur mu? Hapşırdım orucum bozulur mu? Şöyleyken oruç tutulur mu? Böyle olsa tutulmaz mı?

Her şeyi soruyorsun da, deniz feneri vb. gibi bunca soyguna uğradığın halde birini bile ne oldu diye merak edip sormuyorsun!"

Son söz olarak, ben de sana şunları söylemeden geçemeyeceğim:

Sen kafanı kaldırmadan tıkınırken, konun komşun ne haldedir, merak dahi etmiyorsun!

Vatanın altından çekiliyor, kılını kıpırdatmıyorsun!

Orucunun bozulmasından korkuyorsun ama dirliğinin, biriğinin bozulmasından korkmuyorsun!

Oruca günah var ama lakaytlığın hesabı sorulmaz sanıyorsun!
Vatan gibi bir nimetin kıymetini bilmeyenlerin yakasına en evvel yapışılacak, bunu bilmiyor musun?

Hakkını aramayarak, hak sahibi olduğundan haberin dahi olmayarak,

Haklara riayet etmeyip, hakka değer vermeyerek,

"Alan el" olmaktan bir sıkıntı duymayarak,

Dini sade oruç, hac, namazdan ibaret sanarak,

Cenabı Hak indinde kıymettar olabileceğinden bu kadar emin olabiliyorsan..


Çook yanılıyorsun milletim, çok yanılıyorsun!

Devamını gör...
 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.