.
Bir örgütün başarısı, üyelerinin toplam beyin gücünü, finansmanını ve zaman kaynağını amaçlarına uygun biçimde kullanmasına bağlıdır. Bu üç unsur arasında en önemli olanı, örgütün sahip olduğu beyin gücüdür. Beyin gücü örgütte çalışan insanların bilgi, deneyim, girişim ve örgütlenme yeteneği ile yönetim kabiliyetlerini kapsar. Finansman kaynağı, zaman veya diğer üretim faktörlerinin varlığı, beyin gücü olmaksızın hiç bir anlam ifade etmez. Zira örgütlerin her türden para hareketleri, teknolojik gelişme ve uygulamaları aktif veya pasif, rasyonel veya irrasyonel, etkili ya da verimsiz kullanılabilmesi, sahip olunan beyin güçleriyle yakından ilişkilidir.
Babası, Sony İmparatoru Akio Morita’ya şöyle tavsiyede bulunmuştu:
“Unutma, patron olman, etrafındakileri itip kakma hakkına sahip olduğun anlamına gelmez. Kararlarında ve başkalarından yapılmasını istediğin şeylerde çok açık seçik olmalı ve bütün sorumluluğu üstlenmelisin. Başkalarını azarlamak ve suçu atacak birilerini aramak yanlış olur”.
Bu tavsiyelerin gerisinde Japon’ların beyin gücüne verdikleri önem vardır. Japon geleneklerinde, birlikte çalışan kişilerin yeteneklerini paylaşıp, bunları herkesin yararına olacak şekilde kullanmak ibadet gibi kutsaldır. Onlar, bireysel aklın sınırına inandıkları için örgütte çalışan insanların tamamının aklından yararlanmayı benimsemişlerdir. Yani işletmede beşbin kişi varsa, tamamının kas gücünün yanı sıra, beyin gücünden de yararlanma yolunu seçmektedirler. Başarı, etkinlik, teknolojik liderlik ve rekabet gücü tamamen örgütün sahip olduğu beyin gücünü kullanabilme yeteneği ile ilgilidir. Bu gücü en iyi kullanan örgütler, sahasında lider durumuna yükselmektedir.
Örgütlerde çatışma, uyumsuzluk ve geriliği üreten temel faktörlerin başında, insana ve yeteneklerine karşı olan duyarsızlık vardır. Başarısız kuruluşlar, insanların beyin gücünden yararlanmak yerine, onları güdük ve etkisiz bırakmayı strateji olarak benimserler. Beyin gücünü önemsemeyen örgütler konformist insanı özendirirler. Örgütlerin konformistliği (aşırı uyumculara) kutsaması bireyleri rahatlarına düşkün kişiler yapar.
Konformizm, bireyleri yabancılaştıran önemli bir olgudur. Zira yabancılaşma, bireyin rahatına kıyma yeteneğini kaybetmesiyle başlar. Konformistler yumuşak başlıdırlar ve nasıl yönetildiklerini dahi merak etmezler. Yönetenlerin hem “en iyisini bildiklerini” hem de “bir bildiklerinin var olduğunu” düşünürler. Onlar, gözlerini kapayıp vazifesini yapmak gibi bir algıyı, kendisine rehber edinmişlerdir. Suya sabuna dokunmayan, etliye sütlüye karışmayan, “evet efendim” geleneğine sahiptirler. Yönetimler genellikle çalışanlarının konformist olmalarını arzularlar. Halbuki, yaratıcılık, değişim ve gelişme, sisteme ve statükoya uyum sağlamanın değil, meydan okumanın sonucunda meydana gelir.
Konformistlerin kendi geleceklerini etkileyecek konularda bile “hayır” deme ve şaşırma yetenekleri yoktur.
Konformizm, kendi şahsiyetine ve özüne yabancılaşmanın sonucu olarak ortaya çıkar.
Türkiye’de konformistliğin ödüllendirilmesine karşın, beyin gücünün önemsizleştirilmesi esastır.
Ülkenin temel sorunu da budur.
Özcan YENİÇERİ / yeniceriozcan@yahoo.com / 30/08/2007
* * *
Mustafa Kemal;
"Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden kolay yaşamanın yollarını arayan milletler; önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, sonra istikbâllerini ve en nihayetinde istiklâllerini kaybetmeye mahkûmdurlar..."
derken mutlaka ki, bu tür tehlikelere işaret etmekteydi. O büyük insanın milletindeki yetenekleri ortaya çıkarmak ve onları bu vatan için işe yarar hale koymak için gösterdiği gayretlere bakmak yeter!
A. Hüsnü Sezgin
0 yorum:
Yorum Gönder