13 Şubat 2012 Pazartesi

Atatürk "İttihatçı" mıydı?

Cumhuriyet öncesinin politik tartışmaları, cumhuriyet sonrası Türkiye'sinde de ne ilginçtir ki, aynen devam ediyor! 


II. Meşrutiyet döneminde zirve yapan zihniyet ayrışması, politik bir çekişme boyutunun çok ötesine geçmiş ve tarafları, birbirlerinden "öç" almaya sevkedecek kadar ileri ve keskin bir düşmanlık boyutuna taşımıştı. Dönüp dolaşıp, 100 yıl sonra yine aynı noktaya geldiğimize ve "ittihatçı" sözcüğü yeniden siyasi lügatimize bir "suçlama" sözü olarak girdiğine göre, bu konuda tarihten küçük bir hatırlatma yapmak artık bir gereklilik oldu.


Osmanlının son dönemine damgasını vuran ve başlangıçta gizli bir dernek olarak kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası, yani bugünün Türkçesi ile; Birlik ve İlerleme Topluluğu (ya da partisi), iktidar olduğu dönemde yapıp ettiği işler ve Osmanlı imparatorluğunu I. Dünya Savaşına sokması ve bu savaşın sonuçları sebebi ile pek hayırla anılan bir parti olmamıştır.  


Siyasi ve tarihi açıdan önemi ise, bir dönem gençliğinin özlem ve arzularını ifade eder bir mahiyeti olmasıdır. Fikri temelleri 1860'lara dayansa da, İttihad-ı Osmani Cemiyeti adı ile 1889' Mayıs'ında gizli bir cemiyet olarak kurulmuş olan bu teşkilatın kuruluş amacı, 39 maddelik tüzüklerinin birinci maddesinde: "Adalet, eşitlik, özgürlük gibi insan haklarını ihlal eden, bütün Osmanlıları ilerlemeden alıkoyan ve vatanı yabancı tasallutu altına düşüren yönetime karşı, İslam ve Hristiyan yurttaşlarını uyarmak" olarak tanımlanır.


Bu ilk madde, bu cemiyete mensup olanların Osmanlının içine düştüğü bunalımı ve bu bunalımın sebebi olarak kimleri gördüklerini ortaya koyar. Osmanlııyı bu duruma düşürenleri "uyarmak" ise nasıl anlaşılması gerekiyorsa öyle anlaşılacak bir sözdür!..


Mustafa Kemal'in daha henüz askeri rüştiye mektebi talebesi iken arkadaşları ile "Vatan ve Hürriyet" adlı benzer cemiyet kurduğu ve evinde arkadaşları ile gizli toplantılar düzenlediği ve bu toplantılarda, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeliğine kabul edilenlere şart koşulduğu gibi; "Bayrak, Kuran ve Tabanca" üzerine el bastırılarak icra edilen yemin törenleri düzenlediği bilinir.


Yıllar sonra, İttihat ve Terakki'nin üç paşası olarak parlayan Enver, Cemal ve Talat paşaların iktidar mevkiinde uyguladıkları siyaset ve hareket tarzını benimsemeyen Mustafa Kemal, "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti" vesilesi ile dahil olduğu bu cemiyetten kısa süre sonra fiilen kopmuş, fakat cemiyetin ilk kuruluşunda açıkladığı fikirleri benimsemeye devam etmiştir. I. Dünya savaşındaki yenilgimizden sonra, Samsun'a gönderilmeden önce kendisinin "İttihatçı" olup olmadığı konusunda tereddüt eden Damat Ferit, hükümetinde Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) olan Mehmet Ali beyi Mustafa Kemal'in Şişli'deki evine göndererek bu konuda onun ağzını aramasını istiyor. Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Ahmed Avni Paşa aracılığı ile gerçekleşen bu görüşmede, Mehmet Ali beyin: "Siz İttihat ve Terakkici misiniz?" sorusuna muhatap olan Mustafa Kemal, ona şu cevabı veriyor:


-"Ben İttihat ve Terakkici değilim; fakat  İttihat ve Terakki'nin kuruluşunda ve esas  gayesinde onunla beraberdim."


Mehmed Ali Bey, bu görüşmede ona bir de şöyle bir soru yöneltiyor:


-"Paşa Hazretleri, bugün Enver Paşa ile tekrar çalışır mısınız?"


Mustafa Kemal Paşa ise bu soruyu: "Buna açık şekilde cevap vermeliyim. Ben ömrümde ve askerlik hayatımda hiçbir zaman Enver Paşa ile yakından işbirliği etmedim ki, bundan sonra böyle bir ortak çalışma peşinde olayım." diyerek cevaplıyor.(*)


Haikakten de Mustafa Kemal, İttihatçıların önde gelenleri ile yakın ilişkiler içinde bulunmaktan bilhassa kaçınmış ve onların hâl ve hareket tarzlarını benimsememiş ve yanlış bulmuştur. Ancak, ilk başta kendisinin de belirttiği gibi, İttihat ve Terakki'nin "esas gayesini" benimsemeye devam etmiştir.


Orijinal hali ile: "Hükumet-i hazıranin adalet, müsavat, hürriyet gibi hukuk-u beşeriyeyi ihlal eden ve bütün Osmanlıları Terakkiden men ile vatanı ecnebi yedd-i tasallut ve itizabına düşüren usuli idaresinin İslam ve Hristiyan vatandaslarimizi ikaz maksadiyla kadin ve erkek bircümle Osmalılardan mürekkep, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti teşekkül etmiştir." denerek tanımlanan bu cemiyetin kuruluş gayesi, Osmanlı İmparatorluğu'nu siyaseten ve iktisaden kemirerek onu "hasta adam" haline düşüren kimi Müslüman ve Hristiyan unsurların, bu yolda devam etmelerinin önüne geçmektir.


İttihat ve Terakki'ye karşı çıkanları bir çatı altında toplayan partilerin en büyüğü ise Hürriyet ve İtilâf Partisi'dir. Bu partinin kuruluş gayesi ise "en felsefi manasıyla hürriyete vasıl olmak" şeklinde yuvarlak ve muğlak bir cümle ile ifade edilmiş olup, Almanlarla ittifak kuran İttihat ve Terakki'nin aksine, İngiliz taraftarlığını savunmuşlar ama onlarla, İttihatçıların Almanlarla kurduğu gibi bir ittifak kurmak düşüncesini değil, memleketin ancak İngiliz mandası altına girmesi halinde kurtulabileceği düşüncesini savunmuşlardır. 


Damat Ferit Paşa'nın da üyesi bulunduğu Hürriyet ve İtilâf Partisi, bu maksatla bir "İngiliz Muhipleri (hayranları) Derneği"ni kurduktan başka, içlerinden Gümülcineli İsmail gibi kimileri, daha da ileri giderek "Yunan Muhipleri Cemiyeti"(**) dahi kurabilmiştir. 


Son günlerde, başta sayın Başbakan olmak üzere, diğer bazı siyaset ve basın erbabınca dile getirilen ve muhalefettekilerden bir kısmının "ittihatçı" olmakla suçlandığı konuşmalara şahit olunca, biz de bu konuyu en genel hatları ile açıklığa kavuşturmayı ve "ittihatçı" olmanın ne manaya geldiğini dilimiz döndüğünce ortaya koymaya çalıştık. Gerisi vatandaşın değerlendirmesine kalmış...




-----------------


(*) "Vahdettinin sırdaşı Avni Paşa Anlatıyor" / Osman Öndeş / Timaş Yayınları - 2012 / Shf: 74
(**) A.g.e - Shf: 124











0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.