16 Şubat 2012 Perşembe

Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal ve İttihatçılar

"Atatürk "İttihatçı" mıydı?" başlıklı bir önceki yazımızın devamı olarak nitelenebilecek, Gürkan Hacır tarafından kaleme alınan aşağıdaki makale, İttihatçılar ve Mustafa Kemal arasında kurtuluş savaşımızın başlangıcında yaşanan ilginç çekişmeye ışık tutuyor. Bu vesile ile tarihin karanlıkta kalmış bir yüzü daha aydınlanmakla kalmıyor, bu olaylar Mustafa Kemal'in liderlik sırlarına ışık da tutmuş oluyor. 


Milleti ile kendisi arasına hiç bir gücün girmesine izin vermediği gibi, birilerinin gücü ile başa geçmek kolaycılığına kapılmadan, sadece kendi fikirlerine ve kendi şahsiyetine dayanarak milletini nasıl selamete çıkardığının ipuçlarını da veriyor. 


Bir takım güçler tarafından parlatılarak iktidar olabilen ve onlara söz verdikleri tavizleri yerine getirerek iktidarını sürdürebileceğini zannedenler için de büyük bir ders olacak bir şahsiyetin sahibi olan Mustafa Kemal ile İttihatçılar arasında yaşanan o tarihi hadiseleri, buyrun şimdi beraber okuyalım. 
  
Mühür kimdeyse Süleyman Odur



MİT Müsteşarı'nın KCK şüphelisi olarak ifadeye çağırılması tartışmayı tam anlamıyla gün yüzüne çıkardı. Artık bir kulis fısıltısı değil. Başbakan'ın doğrudan talimatıyla hareket eden MİT Müsteşarı'na cezaevinin kapısını işaret eden irade Gülen cemaatine yakındır. Yani daha düne kadar cemaatle kol kola giren Başbakan şimdi onlarla kıyasıya bir kavganın içerisinde.


Peki bu nasıl oluyor? Fettullah Gülen cemaatine yakın olan grupla Başbakan nasıl birbirine düşüyor? Böyle bir şey olabilir mi? Daha dün beraber çeteleri püskürtmüyorlar mıydı? Daha dün demokratik bir ülke yaratmak için omuz omuza mücadele vermiyorlar mıydı?


Anlamakta güçlük çekiyorsunuz değil mi?
Hiç aklınız karışmasın... Atatürk'ün İttihat ve Terakki'yle ilişkisi tam da böyle bir durumdu... Ne onlarla ne de onlarsız...!
Bakın nasıl?


Geçtiğimiz hafta birkaç satırla ifade etmiştim. Şimdi açma zamanı. İttihatçı şefler (Talat, Cemal, Enver, Dr. Nazım vd.) dünya savaşı yenilgisinden sonra yurtdışına çekildiler. (28 Şubat'tan sonra yurtdışına çekilen Fethullah Hoca Efendi'yi düşünün. Gerçi şartlar bambaşka ama olsun) Yurtta kalan gizli bir direniş örgütü savaşı sürdürecekti. Talimatlar ve yönlendirmeler hep yurtdışından olacaktı.
Yurtiçi örgütlenmesinde iki isim öne çıkmıştı. Kara Vasıf ve Kara Kemal. Kara Kemal esnaf teşkilatını örgütlüyordu. Vasıf Bey ise tüm askeri örgütlenmenin başındaydı. İstihbarat ağı ise Galatalı Şevket ve Dayı Mesud'undu. 1918 Ekiminden itibaren önce İstanbul'a hakim olacak direniş ruhu kurulan gizli bir cemiyet eliyle yürütülecekti. Karakol Cemiyeti!


ERZURUM'DA YOL AYRIMI


Artık İttihatçılar Karakol üzerinden örgütlülüklerini sürdürüyorlardı. Bir yandan tutuklamalar diğer yandan artan suikastlara karşın etkin örgütlenme içindeydiler.


Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'in cenaze töreninden ünlü Sultanahmet mitingine kadar bütün etkinliklerde Karakolcuların (İttihatçılar) izi vardı. Mustafa Kemal'in Anadolu'ya geçişi ve onun milli mücadeleye önderlik etmesi de yine onların organizasyonuydu.


Mustafa Kemal'e saraydan randevu ayarlanması, tayininin Samsun'a çıkartılması hep Karakol'un işleriydi. Mustafa Kemal İttihatçıların örgütsel gücü üzerinden ilerliyordu. Samsun'a indiğinde onu karşılayanlar Amasya'da eşlik edenler yine İttihat Terakkicilerdi. Amasya tamimi, Erzurum kongresi, Mustafa Kemal ve İttihatçıların omuz omuza oldukları örgütlenmelerdi.


Ama Mustafa Kemal hem İttihatçıların bu gücünden sınırsız yararlanmaya çalışıyor hem de vakitlice onlardan kurtulmanın yollarını arıyordu. Erzurum kongresinden sonra yol ayrımı net olarak hissedildi. İttihatçılar sözlerini pek dinlemeye yanaşmayan Mustafa Kemal'in bilgisi dışında Batı Anadolu'da kongreler örgütlemeye başladılar. İstanbul ve Anadolu arasında mekik dokuyan Kara Vasıf yine her taşın altından çıkıyordu. Genel talimatları Berlin'deki Talat Paşa'dan alıyordu ama içeride geniş bir istişare heyeti vardı. Rauf Bey (bana göre) örgütlenmenin pek gözükmeyen lideriydi.


Balıkesir Alaşehir kongresi Ağustos ayında düzenlendi.


Batı Anadolu'daki eşrafın katılımıyla Erzurum'a ve bir kaç gün sonra yapılması planlanan Sivas'a karşı yeni bir mücadele odağı yaratmak için düzenlemiş bir milli kongreydi.


Görüntüde 'Mustafa Kemal'e bağlıyız' diyorlardı onun liderliğini kabul ediyorlardı ama bir yandan da paralel örgütlenmelerini sürdürüyorlardı.


ATATÜRK MÜHRÜ REDDETTİ


Sivas tam bir hesaplaşma olacaktı. Mustafa Kemal kılıcı Sivas'ta çekti. Neler yaşandığını Hüsamettin Ertürk'ten dinleyelim: Miralay Vasıf Bey bütün gizli teşekkülleri anlatmaya başlayacağı sırada, Mustafa Kemal Paşa ona vakit bırakmadan devam etmişti. 'Sizlerin maksadı mülga İttihat ve Terakki'yi ihya etmektir. Bu suretle iktidarı yeniden ele geçirmek istiyorsunuz. Bunların farkındayım. Sizin gizli Başkumandanınızın da adını söyleyeyim. Bu Enver Paşa'dır. Kara Vasıf 'Hayır Paşam yanılıyorsunuz bizim Başkumandanımız sizsiniz! Talat Paşa Berlin'den gönderdiği talimatta 'Bundan sonra Başkumandanınız Mustafa Kemal Paşa'dır. Onun açtığı bayrak altında birleşiniz' diye yazmıştır.'


Mustafa Kemal, Kara Vasıf'ın uzattığı 'mührü' reddetti. Peki böylesi güçlü bir örgütlenmenin başına hem de başkumandan sıfatıyla geçmeyi neden reddetmişti? Sebebi basitti.


Çünkü bugün onu başkumandan atayan irade yarın da indirebilirdi. İpleri başkasının elinde olan bir örgütün başında olmak neyi ifade ederdi. Mührü kendi kazıtmalıydı!


Mustafa Kemal'in siyasi dehasını Sivas'ta aramak lazımdır. On yılların İttihatçılığıyla orada hesaplaşmış ve alt etmeyi başarmıştır. Geçen hafta anlatmıştım. Sivas kongresinde İttihatçı olunmayacağına dair yemin tartışması bile 3 gün sürmüştü. Kongreye reis seçilmesi bir başka bilek güreşidir. Ondan da galip çıkmayı başardı.
Sivas'ta Mustafa Kemal öne geçti. Ama bu tam anlamıyla bir hakimiyet değildi. Sadece öne geçmişti. Bilek güreşi devam edecekti.
1920 yılı Ocak ayına gelindiğinde İttihatçılar (Karakol cemiyeti) iyice kontrolden çıktılar. Mührü Mustafa Kemal'den geri almak istiyorlardı. Talimatlarını dinlemeyen ve Mustafa Kemal'e gönülden bağlı Yahya Kaptan'ı İzmit'te vurdular. Mustafa Kemal şoka girdi.


Ardından Uşak kongresi temsil heyeti olarak mühür kazıttılar. Sivas kongresinin meşruiyetini tanımadıklarını açıkladılar. İstanbul'a karşı kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti nin temsilini kabul etmiyorlardı. (Tanıdık geliyor mu? MİT müsteşarının da soruşturmaya dahil edildiği KCK örgütlenmesi paralel devlet kurma çabası değil mi?) Ve Uşak Heyet-i Temsiliyesi olarak Sovyet Rusya'ya temsilci yolladılar. Bolşeviklere Türkiye'yi biz temsil ediyoruz mesajı veriliyordu. Temsilci Baha Said Bey'di. Mustafa Kemal bunu öğrendiğinde tam anlamıyla çılgına döndü. Kazım (Karabekir) Paşa'yı haberdar etti. Aslında haberdar etmedi şikayet etti. 'Bunlar ne yapıyorlar. Bu çılgınlıktır' dedi.


Kazım Karabekir Paşa da buna tepki gösterdi. İttihatçı arkadaşı Kara Vasıf'a ardından Rauf (Orbay) Bey'e haber ulaştırdı. Otoritenin çift olmaması gerektiğini Mustafa Kemal Paşa'yla birlikte hareket etmeleri gerektiğini anlattı. Mustafa Kemal Paşa ise saatler boyu telgraf makinasının başından kalkmıyor tanıdığı kim varsa şifre göndermeye çalışıyordu. Bu nasıl olurdu?


3 SİYASİ OTORİTE


Rauf Bey'e yazdığı mektuba bakalım.
'Vasıf Bey'in içeride ve dışarıda Karakol cemiyeti adına bağımsız bir komite olarak hareket etmesi ve Baha Said Bey'in Bolşeviklerle anlaşma imzalamasında sahtelik vardır. Uşak Kongresi heyet-i icraiyesi ve Karakol cemiyeti İhtilaliyesi gibi ifadeler gerçeğe aykırıdır. ...Bundan böyle aynı tarzda harekete devam ettikleri takdirde kendileriyle muamele ve irtibatı kesmek mecburiyetinde kalacağız.'


Ali Fuat Paşa'da Mustafa Kemal'den yana tavır aldı. Eğer Karakol cemiyeti Bolşevikleri yanına alırsa dahası yurtdışına iki başlı bir görüntü verilirse durumu toparlamak imkansızlaşırdı.


Ama Karakolcular söz dinleyecek gibi değildi. 20 Ocak 1920 de Baha Said Bey Uşak Temsil Heyeti adına Sovyetlerle anlaşma imzalamıştı bile. Artık Türkiye'de 3 siyasi otorite var sayılabilirdi. Sivas kongresi , Uşak kongresi ve İstanbul'daki saray.


Mustafa Kemal'in ocak ayından mart ayı ortalarına kadar yaşadıkları tam bir panik atak halidir. Otoritenin elinden kaçtığını düşünüyordu. Mart ayında yeni bir hamle planladı. Karakol cemiyetini feshettiğini ve kadrolarının tamamının Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti bünyesine geçtiğini ilan etti. Karakolcular bunu elbetteki dikkate almadılar. Ama Mustafa Kemal en basit ilkeyi hayata geçirmek istiyordu. 'Düşmanını yanında taşı!'


Israrla onları Ankara'ya çağırıyordu. Buraya gelin burada yepyeni bir meclis açacağız. Osmanlı meclisi meşru değildir diyordu. Rauf Bey'e birkaç kez mektup yazdı. Kara Vasıf'a ültimatom gibi şifre yolladı. Ama Karakolcular oralı bile değillerdi. İstanbul'da yeni bir örgütlenme içerisinde Osmanlı Meclis-i Mebusan'ında çalışmaya başlamışlardı.


İşte tam bu nokta da bugün bile anlaşılamayan bir gelişme oldu. İngilizler Osmanlı Meclis-i Mebusanı basıp Kara Vasıf, Rauf Bey ve Galatalı Şevket'i tutukladılar.


Mustafa Kemal artık Ankara'da tek otorite olarak kalmıştı. İttihatçılar Malta'ya sürüldü.


***
İlk meclis hep en demokratik meclis olarak anılır. Sebebi basit. Öyle veya böyle mücadeleye katılmış bütün unsurlar dahası Malta'dan kurtulmayı başarmış tüm İttihatçılar meclise doluşmuşlardı. Bilek güreşi orada da devam etti. Mustafa Kemal'e Gazi unvanı verilmesinden tutunda tam yetkili Başkomutanlık görevinin süre uzatımına kadar her şeye muhalefet ettiler.


Bu upuzun hikayenin sonunda mühür Mustafa Kemal Atatürk'de kaldı. 1926'dan sonra İttihatçılık diye bir şey kalmadı. İzmir suikastı tam anlamıyla İttihatçıların tasfiyesi demekti. Önemli kadroları idam edildi. Kalanları ise kabuğuna çekilmek zorunda kaldı. Mühür Atatürk'te kalmıştı.


Küçük bir ironik episodla bitireyim.


İzmir yargılamalarında mahkeme heyeti sanık sandalyesindeki Kara Vasıf'a evinde İttihat Terakki mührü çıktığını, kapanmış bir fırkanın mührünün onda ne aradığını sordu. Kara Vasıf dişlerinin arasından gülerek cevap verdi. 'Belki ileride müze açarız oraya koymak için!'


***
Bugün yaşanan büyük kavgada (Erdoğan-Gülen Cemaati) bakalım mühür kimde kalacak...




Twitter.com/gurkanhacir




Kaynak: http://ergundem.com/haberdetay.asp?bolum=40844



0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.