29 Ekim 2014 Çarşamba

Cumhuriyetimizin 91. yılı münasebeti ile


KAÇ KİŞİ FARKINDADIR BİLEMEM AMA OSMANLIYA YAZILAN BİR İDAM FERMANI HÜKMÜNDE OLAN VE TARİHE BİR UTANÇ VESİKASI OLARAK GEÇEN O ÜNLÜ (ANLAŞMA DEĞİL) "SEVR DAYATMASI"NIN TEMEL TEMASI ŞU İDİ: BİZE DİYORLARDI Kİ: 

"OSMANLIDAN GERİYE BİR MİLLET DEĞİL, BİR ÜMMET KALMIŞTIR. DOLAYISI İLE ÜMMETLERİN DEVLETİ OLMAZ, MİLLETLERİN DEVLETİ OLUR. İŞTE BİZ BU ŞARTLARI SİZE BU HAKİKATE GÖRE DÜZENLEDİK!.."
İŞTE, BUGÜN 91. YILINI İDRAK ETTİĞİMİZ CUMHURİYETİMİZİ BİZİM İÇİN ŞEREFLİ VE ÜZERİNE TİTRENESİ BİR DEĞER YAPAN ŞEY M. KEMAL'İN ONLARIN BU İDDİALARINA CEVABEN ORTAYA KOYDUĞU VE BATI ÜZERİNDE ADETA ŞAMAR ETKİSİ YAPAN İŞTE BU "TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ"DİR. EVET, ATATÜRK, HAKİKATEN DE TÜRKLÜĞÜNÜ UNUTARAK ÜMMET SEVİYESİNE DÜŞMÜŞ BİR MİLLETİ YENİDEN AYAĞA KALDIRAN VE ONA ÜZERİNDE HÜR YAŞAYABİLECEĞİ BİR DEVLET HEDİYE EDEN O KADAR BÜYÜK BİR ADAMDIR.

LAYIK OLUNMASI DİLEĞİ İLE...

BAYRAMINIZ KUTLU VE EBEDİ OLSUN!..


NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!..



29 EKİM 2014, A. Hüsnü Sezgin


Devamını gör...

25 Ekim 2014 Cumartesi

"ABD istihbarat belgelerinde Kürtler"



ABD merkezli, "siyonist+kapitalist/emperyalist ittifak"ın birlikte geliştirdiği, "İslamcı" ve "Kürtçü"lerin de taşeronluğunu üstlendiği Büyük Ortadoğu Projesi, şimdiye kadar herhangi bir büyük yol kazasına uğramadan bugünlere kadar geldi. Deyim yerinde ise, satranç tahtasında karşı tarafın piyonları ele geçirildi ve bunların kendi şah ve vezirlerine karşı kullanılması sağlanarak, nerede ise zayiatsız bir zaferle "şah" çekilmesine ramak kalındı!

Evet, zaman, surları delik deşik edilmiş o "kale"yi şimdi bütünü ile ele geçirmek zamanı!

Bunun için de şimdi yine iş, öteden beri Türkiye'nin yumuşak karnı olan ve-mermere sürekli damlatılan su misali-Türkiye Cumhuriyetinin birlik ve bütünlüğü üzerine ısrarla damlatılan "Kürt Sorunu"nun aktörlerine düşüyor.

Peki ama "büyük balığı" yakalamak için oltanın ucuna takılmış olan bu "zoka" gerçekten işe yarayacak mı?

Devamını gör...

10 Eylül 2014 Çarşamba

Dersimli Kemal, CHP ve "Şezlongçular"


En aklı başında sandığımız kimi üniversite hocaları da dahil olmak üzere kendilerini aydın bildiğimiz yazar-çizer bir çok insan CB seçimlerinde Ekmeleddin beye oy vermeyen milyonları duyarsızlık ve umarsızlıkla suçladılar ve hatta onlara duydukları öfkeyi "şezlongçular" diyerek ifade etmekten bile geri durmadılar! Yani, onların sandığa gitmeyişlerini işte bu kadar basit bir şekilde izah etmekte bir sakınca görmediler. Ki, halen de aynı minval üzere de sağda solda konuşup durmaktalar...

Görmek isteyen göz için durum aslında o kadar açık ki, ortada; "AKP kötü, o halde ben iyiyim" gibi sakat bir mantık üzerine kurulmuş bir, hatta iki muhalif siyasi yapı var.

Şu hafifliğe bir bakar mısınız: “Tek RTE gitsin de gerisi kolay!..”

Yapma yav!.. Demek bu kadar kolay ha?!..

Sahi bir söyler misiniz, bugüne kadar kaç adamdan kurtulmak istediniz? O adamların bir listesini yapmak hiç aklınıza gelmedi mi yoksa, bir düşünün bakalım?

Bir de, memlekette siz dahil her şey düzgün, bozuk olan bir tek RTE, öyle mi?

Devamını gör...

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Bilişşel (Kognitif) Tuzaklar


Hiç şüphesiz her eylem, bir kararın, her karar da bir düşüncenin eseridir.
Düşünce bulanık oldu mu sağlıklı bir karar almak da zorlaşır.
Dolayısı ile, böyle bir bulanıklık içinde verilmiş bir kararla başlatılmış bir eylem de bambaşka ve istenmeyen sonuçlar verebilir.
Bu bakımdan, insanın gerçekte neyi amaçladığını iyi bilmesi, zihninde oluşturacağı düşünceyi besleyecek olan alt yapının "sağlam" olması gerekir.

Evham ve endişelerle sarmalanmış, önyargılardan arındırılamamış bilgilerle oluşturulmuş bir altyapı ile doğru düşünceler üretilemeyeceği, dolayısı ile eyleme geçildiğinde istenilen sonucu vermeyecek yanlış kararlara yol açacağı açıktır.

Dr. Ramazan Kurtoğlu, işte bütün bu istenmeyen sonuçlarla karşılaşmamak için yazdığı "Küresel Para Savaşları ve Davranış Ekonomisi – Nörofinans" adlı kitabına "finansal karar alıcılar" için dikkat edilmesi gerekenlerin bir listesini "Bilişşel (Kognitif) Tuzaklar" başlığı altında ele almış.
Ama netice olarak, bu kriterlere bakıldığında genel olarak da işe yarar oldukları görülebildiği için ben de bu listeyi okuyucu ile paylaşmayı uygun gördüm. Dilerim yararlı olur.

İşte o liste:


Devamını gör...

14 Ağustos 2014 Perşembe

"Ne mutlu Türküm" sözü kime söylendi?


"Sen ne mutlu Türküm diyene dersen oradan biri çıkar, o da ne mutlu Kürdüm diyene der" diyerek asırlık cumhuriyet ağacının gövdesine balta sallayan Erdoğan gibi, Atatürk Türkiye'sinin 1930'lu yıllarda kaldığını; "CHP, 30'lu yılların CHP'si değildir. Artık bunu herkes kafasına soksun" mealinde sözler söyleyen "Neo-CHP"nin genel başkanı Kılıçdaroğlu da böylece, artık bu cumhuriyetin "eskidiği" konusunda Erdoğan'la aynı ortak paydada buluşmuş oluyor.

12 Eylül sonrası siyasi hayatla beraber dillendirilmeye başlayan "bu ülke hepimizin" söyleminin altında yatan sinsilik, AKP iktidarı ile beraber "Türk, Kürt, Abaza, Laz, Çerkez...vb." söylemine döndü. Buradaki amaç her ne kadar Türk milletini etnik aidiyetlere indirgeyerek ufalamak ise de, biz bugün bu konuyu ele almayacağız. Bunun yerine, Atatürk'ün "Ne mutlu Türküm diyene" sözünü hakikatte hangi maksatla söylediği üzerinde duracağız. Çünkü, onun bu sözü bugünlerde asimilasyoncu, ırkçı ve "faşistçe" bir söz olarak anlaşılıyor, dağlardan taşlardan söküldüğü gibi devlet dairelerinden de kaldırılarak diğer onlarca(!) etnik unsur bu sayede rahatlatılmış
(!) oluyor!

Konuya şu soruyu sorarak girelim: 

Devamını gör...

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Osmanlı döneminde Müslüman Türk tebaanın çaresizliği



Bu resim, değerli yerel tarihçi Cezmi Yurtsever'in bloğundan alınma bir resimdir ve daha hemen yazımızın başında bu resim için "Osmanlılar içinde İslamların özellikle Türklerin ne kadar çaresiz kaldıklarının resmidir" desek hiç de yanlış olmayacaktır.

Bilgiyle değil hissiyle hareket edenlerin Osmanlılar hakkında en ufak bir eleştiriye dahi tahammül edemediklerini bilenlerdeniz. Epey bir zamandır, "eleştirmek", o kafa için "kötülemek" ile eş anlama geliyor. Halbuki, iyisi ile, kötüsü ile, geride kalmış bir tarihten bize akseden nedir, bunu bilemedikten sonra tarih kuru bir avuntudan ibaret, içi boş bir hayaller manzumesidir ve kimseye de bir faydası da yoktur. 

Bu anlamda, 1909 yılında Tanin gazetesi adına muhabir Ahmet Şerif'in o tarihte vuku bulan Ermeni kalkışmasından hemen sonra Çukurova'ya gelmesi ve o vesile ile gittiği Adana'ya bağlı Feke kasabasında gördüklerine dair tuttuğu notlar, bölgede Osmanlı tebaası olarak yaşayan Müslüman Türkmenler ve Hristiyan Ermeniler arasındaki derin uçurumu gözler önüne sermekte ve bilhassa Müslüman Türk tebaanın içler acısı perişanlığını bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. 

Böyle bir tarihi belgeyi bulup paylaştığı için sayın Cezmi Yurtsever beye gıyaben de olsa teşekkür ederek bu ibret vesikasını görüş ve dikkatlerinize sunuyorum: 

"Avşarlar Toroslarda 

Devamını gör...

8 Temmuz 2014 Salı

Aaron Swartz: Bilgi çağının ilk şehidi


Bağnazlık ve yobazlık dünyanın her yerinde aynı.
Dilleri ve dinleri ayrı olsa da insanlık yararına olan, insanoğluna yeni ufuklar açan her yeniliğe ve her gelişmeye karşı çıkanların geliştirdikleri dil ise ortak; linç, dışlama ve yok etme!

"En-el Hak" dedi diye Hallac-ı Mansur'un derisini yüzenler ve keza benzer şekilde; "dünya yuvarlaktır" diyen Galileo'yu, iddiasından vazgeçmez ise idama mahkum edeceğini ilan eden Orta çağın Engizisyon mahkemeleri, bugün adı değişmiş de olsa kendi anladığı adalet anlayışını "dağıtmaya" ve "adalet adına"(!) kendine yeni kurbanlar seçmeye devam ediyor!

Evet, 1986 doğumlu ABD vatandaşı Aaron Swartz da bilgi çağı dediğimiz şu yüzyılın başında, aynı zihniyet tarafından lince uğratılarak bir kalemde harcanan dehalardan biri. Daha 14 yaşındayken bugün bir çok insanın kullandığı bir çok ücretsiz yazılıma imza atan bu genç adam, bugün, o çok bilinen REDDIT'in de kurucularındandı.

Devamını gör...

21 Haziran 2014 Cumartesi

Reddi miras ederek bu işin içinden çıkabilecek misiniz?


Bugünkü Almanya'nın temellerini atan adam olan Bismarck’ın dostu Albrecht von Roon, arkadaşı Bismarck hakkında konuşurken şöyle demiş: 

"Napolyon’un trajedisi, ihtiraslarının yeteneklerini aşmış olmasıydı; Bismarck’ın trajedisi ise onun yeteneklerinin, toplumun onları massetme kabiliyetini aşmasıydı. Napolyon’un Fransa’ya bıraktığı miras stratejik felaketti; Bismarck’ın mirası ise özümsenemeyen büyüklüktür. " 

Teşbihte hata olmaz ise şimdi, yukarıdaki iki cümleden Bismarck adını çıkarın ve yerine Atatürk'ün adını koyun ve durup bir düşünün. 

Bugün, adeta reddi miras eder gibi yıllarca savunur göründükleri bu cumhuriyetin temel esaslarından vazgeçmeyi içine düştükleri çaresizliğe bağlayanlar, kendi beceriksizliklerinin ve idraksizliklerinin faturası karşılığında cumhuriyeti feda ederek o mirasın ağırlığından(!) kurtulmak istiyorlar!

Evet, artık açıkça görülüyor ki, bir türlü özümseyemedikleri ve mahiyetini hakkı ile kavrayamadıkları o muazzam miras bugün kendilerine yük olmuş, bir zamanlar mücadele ettikleri karşısında pes etmiş ve havlu atmışlardır!..

Şimdi hiç kimse çıkıp da hadiseyi konjonktürel siyasi mecburiyetler üzerinden açıklamaya kalkmasın!

Şu söz, bu toprakların malıdır:

Devamını gör...

9 Haziran 2014 Pazartesi

Daha ne desin...

Başımıza gelen her felaketten sonra olduğu gibi Soma katliamı sonrasında da yine değişen bir şey olmadı ve tek sermayeleri tumturaklı nutuklar atmak olan makam sahipleri usulca ortadan kayboldu, el-ayak çekilirken ölen yine öldüğü ile kaldı, olan ne var ise gene geride kalana oldu.

"Sosyal bir hukuk devleti" olduğu anayasasında yer alan bu ülkenin (fakir-fukara takımındandır diyerek) cömertçe harcamaktan çekinmediği bu vatandaşlarına yaptığı üvey evlat muamelesinde de-aşağıda da görüleceği üzere-yine bir değişiklik olmadı ve her türlü siyasi ikbal hesabının yapıldığı bu ülkede ancak oyu kadar değeri olan ve her defasında kaderine terk edilen bu milyonlar, (klasik avuntular dışında) bir gün olsun bu ikbal hesaplarının içinde kendine bir yer bulamadı.

Üçüncü dünya ülkelerinin uyduruk demokrasilerine has çığırtkan politikacıları eşliğinde sürdürülen bu yalan ve talan ekonomisini beslemenin ve ayakta tutmanın zorunlu memuru olan bu milyonların ahı, ülkenin sosyal fay hatlarına bir stres ögesi olarak ha bire yüklenip duruyor. Diğer stres ögeleri ile kaçınılmaz olarak bir gün birleşince kopacak gümbürtünün şiddeti de herhalde en aldırmaz kulakların bile duymak zorunda kalacağı kadar yüksek olacaktır. Hiç kimsenin şüphesi olmasın...


 




...

Devamını gör...

29 Mayıs 2014 Perşembe

Helal Cumhurbaşkanlığı olur mu?!..


Bir şeyin ruhunu, özünü, mânâsını bir kere ıskaladın mı, o şeyin cismaniyeti, yani dış dünyaya verdiği görüntü de tıpkı ölü bedenler gibi bir müddet sonra çürüyor, bozuluyor, kokuşuyor ve çevreye rahatsızlık veriyor.

İçi boşaltılmış bir İslam anlayışına sırtlarını dayayanların "helal" konusunda gösterdiği duyarlılık ise akıllara seza! Kendi cepleri söz konusu oldu mu işlerini kitabına uydurmayı gayet güzel becerliyorlar. Konu ne olursa olsun, yeter ki ucunda para olsun, üzerine helal damgasını vurdun mu olay bitiyor! Gelsin paralar, sağılsın davarlar!

Sayıları giderek artan bu ensesi kalın, cebi şişkin "helalci taifesi", şüphesiz her sektörde iştah uyandırıyor. Sattığı ya da pazarladığı her ne ise onun üzerine işte bu "helal damgası"nı vurdurtmayı becerebilenler ise köşe olacağını biliyor. Neyse, aslında konumuz bu değil ama bu dediklerimiz az sonra diyeceklerimizle ilintili, ya da en azından bir vatandaş okuduğu bir haberden yola çıkarak bu haberi kafasındaki soru işaretleri ile ilintilendirmiş ve ortaya-çok da haksız diyemeyeceğimiz-daha başka bir soru çıkmış. Fakat önce o haber:

Devamını gör...

15 Mayıs 2014 Perşembe

Soma faciası


Sözü uzatmayacağız: Sırf "ekmeğe muhtaç" diye insan canı hiç bu kadar hiçe sayılmadı! İster doğal, ister iş esnasında doğabilecek tehlikeleri akıl ve ilim ile öngörmek ve önlemek bugün büyük ölçüde mümkün iken korkulan oldu ve her gün tedbirsiz önlemsiz yerin yüzlerce metre altına gönderilen yüzlerce can, ölümün en acı şekliyle karşı karşıya bırakıldı! 

Ocak sahipleri daha çok kâr etsinler diye alınmayan önlemleri alınmış gibi gösteren, çocuklarının vakıflarına bağış yapanları her türlü idari ve mali denetimin dışında tutan bir zihniyetin 19. yüzyıl Avrupa'sındaki benzer kazalardan örnek vererek bu büyük acıyı ve kendi sorumluluğunu geçiştirmeye çalışması ve görevinin baştaki zata müşavirlik yapmak olduğunu öğrendiğimiz ayakları kırılası bir vicdansızın bir protestocuyu büyük bir hırsla tekmelemesi, bu ülkenin vicdanında kapanmayacak bir yara daha açarak tarihteki yerini aldı.


Bu elim olayda hayatlarını kaybedenlerin cümlesine Allah'tan rahmet, geride bıraktıkları eş, evlat, dost ve akrabalarına ve Türk milletine baş sağlığı diliyor, insanımızın hiç olmazsa bundan sonrasında akıl ve bilimin hak ettiği mevkiye oturtulduğu ve böylece bu gibi büyük acıların kendini göstermeye bir daha fırsat bulamadığı yeni bir Türkiye'de yaşama imkânına kavuşmak için akıl ve izanlarını harekete geçirmelerini temenni ediyoruz. 


          

Devamını gör...

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Barış varsa niye bu çocukları götürüyorlar?


"Bizim çocuklarımızı gasp etmişler. 15 yaşındaki çocuğun yaşı hata çağıdır. Her an hata yapabilirler. Onun ne iradesi olabilir ki anne ve babasının velayeti altındadır. Askerlik çağı 20 yaştır. Onu alıp asker gibi alıyorlar. Çocuğa gaz veriyorlar, sen bunu yaparsın, şunu yaparsın diye çocuk hemen bir de dağları göreyim diye. Bu hiç etik değil, sen ha çocuğumu alıp gasp ettin, ha öldürdün. Ben çocuğumu onlardan istiyorum. Benim çocuğum yoksa bana hayat yok, bana hayat yoksa çevremde kimseye hayat yok. Benim çocuğum gelmezse benim ne yapabileceğimi ben bile tahmin edemiyorum. Beni gelip burada öldürsünler. Kapım demir kapı bile değil tahtadır. Ben burada doğdum büyüdüm, benim memleketim burası kimse benim çocuğumu gasp edemez. Ben çocuğumu bazı insanlarla avanta parayla büyütmemişim, çocuğumu inek sağarak inek pisliği temizleyerek, hamallık yaparak büyüttüm. Ben çocuğumu kimseye vermem. Benim çocuğumu göndersinler, onlar da biraz insanlık varsa çocuğumu yollasınlar. Buradan sayın Cumhurbaşkanımızdan, Başbakanımıza kim yetkiliyse çocuğumu istiyorum. Ben kimsenin tarafı değilim ben bir işçiyim, vatandaşım çocuğumu istiyorum"

Yukarıdaki sözler, diğer bir çokları gibi çocuğunu eli kanlı terör örgütüne kaptıran bu ülkenin vatandaşı bir “Kürt” babaya ait. Yüreği yanık anne ise: "Yani diyorlar barış var. Barış varsa niye çocukları götürüyorlar?" diye haklı olarak sormakta.

Devamını gör...

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Ağır çekim ışık hızı

Işık, yapılan ölçümlere göre vakum ortamda saniyede 299.792.458 m. yol almaktadır. Bu hız, cam, su gibi maddelerin içinden geçerken bir miktar azalmaktadır. FPS (Frame Per Second) adı verilen hızlı çekim kameraları sayesinde bir çok fiziksel olay aydınlığa kavuşturulabilmektedir. İşte aşağıdaki görüntü de saniyede trilyon kare film çeken bir FPS kamerası ile çekilmiş ve ışığın su dolu bir PET şişe içindeki yolculuğunu ağır-çekim izlemek mümkün olmuştur.

 

Devamını gör...

8 Nisan 2014 Salı

Halkın tercihine saygı duymak?..

Yabancı basının gözünden balkon konuşması

* * *

Bir seçim dönemini daha geçirdik ama görmediğimiz rezillik de "hamdolsun ki" kalmadı! Milli iradenin tezahür yolu olan vatandaş oylarının nasıl ve hangi rezil oyunlarla ve nasıl yüzsüzce gasp edildiğine bu defa daha da açık bir şekilde şahit olduk.

“Her iki kişiden biri” yalanı ile muhaliflerini ümitsizliğe düşüren sinsi bir propaganda tezgâhının nasıl işlemekte olduğunu bir kere daha ama bu sefer bütün açıklığı ile görme fırsatı bulduk.

İşin daha da vahim tarafı, vatandaşın hakkını arayabileceğin bir mercii de kalmadı!
Baştaki zat, kafası attı mı anayasa mahkemesi dahil hiç bir mahkemenin kararını takmadığını, takmayacağını ulu orta beyan etmekten bile artık çekinmez oldu!
İstenmeyen bir karar verenin "paralelci" damgası yemesi an meselesi!  
Yani, mahkeme, kendi yanlarında ise mahkeme.
Hakim, savcı kendi yanlarında ise hakim, savcı!
Yani?
"Benim savcım, benim hakimim, benim valim..."
Yani?
"O da benim..., bu da benim!..
Kısacası:
"Ya benimsiniz, ya toprağın!.."

Fakat şu nüansa da dikkat:
"Ondan yana olmak" onu tatmin etmiyor!
Koluna taktığı bir saat gibi, ayağına giydiği bir çorap gibi kayıtsız şartsız onun olacaksınız!

Devamını gör...

28 Mart 2014 Cuma

Cehenneme giden yolun taşları böyle döşendi


Bütün bir ülke tüm dikkatini, koltuğunu muhafaza kaygısına düşmüş bir hükümetin adeta "can havli" ile sürdürdüğü seçim mücadelesine vermişken, ülkenin içine düştüğü "güvenlik zaafiyeti"nin boyutları da inanılmaz derecede vahim noktalara ulaşmış durumda!


İnternet ortamına her gün bir yenisi sızdırılan görüşmeleri "alçaklık" ve "ihanet" olarak nitelemekten öte elinden bir şey gelmediği anlaşılan "sağlam irade"(!), dün itibarı ile sızdırılan çok daha vahim bir kayıtla yeniden ama bu defa daha derinden sarsıldı!

Etrafını kuşatanlar tarafından "dünya lideri"(!) olarak ilan edilen başbakan ise-ne yazık ki, her zaman olduğu gibi bu defa da-bütün bunları yine birilerinin üzerine atarak yeniden "mağdur adam" kisvesine bürünmek kolaycılığını tercih etti. Halbuki, böyle bir "alışkanlığın" dünya liderliği ile bağdaşmayacağı gerçeğini bir an önce görmeli ve-geçtik dünya liderliğinden-hakiki bir lider gibi davranarak ve bütün sorumluluğu kendi üzerine alarak "gereğini" yapmalıydı.

Bunları not ettikten sonra, gelelim "cehenneme giden yollara" döşenen olan taşlara:

İçerdiği tehlikeden kaç kişinin haberi vardır orasını Allah bilir ama Türkiye ile Avrupa Birliği arasında, 16 Kasım 2013'de, Ankara'da, "Vize Serbestisi Diyaloğu Mutabakat Metni ile Geri Kabul Anlaşması" adı altında bir anlaşma imzalandı. Ve bu anlaşma kamuoyuna yandaş medya tarafından "AB'den vize serbestliği müjdesi" mealinde, yani "bir müjde gibi" duyuruldu!

Her konuda olduğu gibi bu konuda da zafer kazanmış komutan edası ile konuşan başbakan, o gün göğsünü gere gere şöyle demişti:

Devamını gör...

6 Mart 2014 Perşembe

Ah şu kahrolası paraleller!



Her biri bir hükümet düşürmeye yetecek skandalların ardı ardına patlaması dahi hükümeti ve ona fanatikçe bağlananları saplandıkları fikirsizlik batağından çıkışa iknaya maalesef yetmiyor!

Bu öylesine bir hal ki, bütün inançlarının bir şahıs üzerinde tezahür ettiğine inananlar için ortaya çıkan kimi gerçekleri kabullenebilmek, adeta tutunduğu dalı bırakırsa uçuruma düşeceğini gören bir adamın hissiyatına benziyor. 

Tabii, bu arada, her şeyin farkında oldukları halde-Hayrullah Mahmud'un tabiri ile-"aman ağzımızın tadı kaçmasın" diyerek olayı geçiştirmeye çalışanları da unutmamak gerek!

Büyük bir iddia ile ortaya koydukları "Siyasal İslam" düşüncesinin dünyevî menfaatler karşısında bu kadar kolay bir hezimete uğraması aslında başlı başına ele alınması gereken bir olay. Siyaseten çoktan mevta olmuş bir iktidara kuru bir inatla hâlâ sunî teneffüs yaptırmak ve serinkanlılıkla durum muhakemesi yapmak yerine despotik kararlarla zaman kazanmaya çalışmak sağlıklı bir aklın eseri midir?

Cumhuriyetin kurucularına  "iki ayyaş" diyerek laf dokunduranların bugün içine düştükleri durum "ayyaşlık"tan çok daha vahim! Güneri Cıvaoğlu'nun “3 metre patiska” başlığı altında köşesine aldığı hikaye-kendi deyimi ile-nasıl "cumhuriyet’i kuranların karakterini" yansıtıyor ise, bugün kendi mitinglerinde bile açılan "hırsız var" pankartları da halk nezdinde kendi düştükleri durumu aynı derecede yansıtmıyor mu?  

Devamını gör...

14 Şubat 2014 Cuma

Denetimli İnternet: What fayda?



Emekli büyükelçi Şükrü Elekdağ'ın deyimi ile ülkenin başına gelen şu "kahredici perişanlık", sadece buna sebep olanların değil, milletin önüne de şüphesiz ki daha nice büyük faturalar koyacaktır. Hepsini yeniden sayıp dökmeyi insanın içi almıyor, fakat "ileri demokrasi" naraları ata ata memleketin getirildiği vaziyet ortada!

Artık saklanamaz bir hale gelmiş olan ve daha şimdiden dünyanın gelmiş geçmiş en büyük vurgunların biri olarak tarihe geçeceği anlaşılmış bulunan bir talan döneminin sonuna gelmiş bulunuyoruz.

Şurası muhakkak ki, gayrı meşru işleri ilânihaye sürdürmeye yarayacak kusursuz bir plan yoktur. Bu gibi niyetler içinde ona buna tuzaklar kuranlar, bir gün hiç hesap edemedikleri bir biçimde kendi tuzak ve tezgahlarının kurbanları olurlar. İşte size ibretlik bir hadis: 

“Kim bir zalime zulmünde yardım ederse, Allah o zalimi o yardım edene musallat eder” 

Ve nitekim şimdi olan da tam olarak bu değil midir?

Yıllardır ortaklaşa bir biçimde kurdukları tuzaklarla düşman ilan ettiklerini haksız ve hukuksuz bir biçimde, uydurma deliller, yalancı şahitler, illegal görüntü ve dinlemelerle saf dışı ettiklerini düşünenler, tam da bu ahlaksızlık orgazmının doruklarına ulaşmış ve zevkten dört köşe bir halde mayışmışlarken, "ortak"larından (ya da sevgili "partner"lerinden böğürlerine yedikleri bir darbe ile iki büklüm olmuş durumdalar. Bu da onları-beklenildiği gibi-daha da çılgınlaştırıyor ve çılgınlaştıracak. 

Devamını gör...
 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.