29 Mart 2013 Cuma

Vatandaş gözüyle "Açılım" ve "Barış Süreci"



Herhangi bir siyasi parti ya da iktidar alacağı kararlarda ya da uygulamaya koyacağı icraatlarda herhangi bir tereddüt yaşıyorsa, bu tereddüdü gidermenin en aklî yolu kamuoyu yoklamaları yaptırmak ve o konu hakkında halkın ne düşündüğünü öğrenmektir. Namuslu bir demokraside, bir iktidarın "halk için halkla beraber" hareket etmesi bir şiar ise, bunun böyle olması gerekir.

Fakat dünyayı küresel bir hegemonyanın pençesi altında tutmak isteyenler böyle düşünmüyorlar. Onlara göre demokrasi, dünya halklarının kendi dayattıklarına rıza göstermesinden ibaret.

Şeklen "şeçilmiş" ama aslen "atanmış" olan iktidarlar vasıtası ile yeryüzünün her köşesinde kendi egemenliğini kurmak ve sürdürmek niyetinde olan bu küresel hegemonik güç, insanların ne düşündüğünü ne kadar önemsemese ve kiraladığı propagandistler vasıtası ile zehiri bal göstermeye ne kadar çalışsa da, neticede hepsi bir yere kadardır.    

Devamını gör...

28 Mart 2013 Perşembe

Şu bizim akil adamlar...


Biliyorsunuz, şimdilerde ortalığa bir de "akil adamlar" lâfı bırakıldı! 

Hesapta, bunlar eli kolu sıvayacaklar, Kürtlerle Türklerin arasını bulacaklar! 

Ama gel gelelim, "akıllı, aklıbaşında, olgun ve adaletli" anlamında kullanılan bu "akil" kelimesi, esasen bambaşka bir anlam içeriyor. Ve bu anlam, adeta kaderin bir oyunu gibi, bu hayırlı(!) işe soyunanların hakiki niyetleri ile garip bir tevafuk (uygunluk) içinde bulunuyor. 

"Akil" kelimesi, yazar Murat Bardakçı'nın da bugünkü yazısında dikkat çektiği üzere "yamyam, et yiyen" anlamına geliyor! 

Zaten yukarıdaki karikatür de, bu yamyam güruhunun ne maksatla bu işe soyunduğunu ve kimin etini, nasıl bir iştahla yemeye hazır beklediğini fazlası ile tanımlamaya yetiyor.

Bu arada, Murat Bardakçı'nın; doğru kelimenin "âkıl" olması gerektiğini söylediğini, bunun yerine "bilge" kelimesinin de kullanılabileceğini yazdığını da duyurmuş olalım. 

Tabii, böyle ahlâksız bir dalavereye ve bunu tezgâhlayanlara gerekli cevabın verilmesi için "bilgelik" gerekmediğinin de altını çizerek...     


...     


Devamını gör...

25 Mart 2013 Pazartesi

Masonik bir sembol olarak Pentagon binası


ABD'nin başşehri Washington D.C (District of Columbia), 1791'de, kendilerini "Hür Masonlar" olarak tanıtan masonik yapılanmanın o dönemki başkanı olan George Washington başkanlığındaki bir heyet tarafından masonik sembollere göre dizayn edildiği de bir sır değil. 

Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentinde yer alan ve ABD Savunma Bakanlığı binası olarak 1941 yılında inşasına başlanan ve şekliyle müsemma olarak adına kısaca "Pentagon" denilen bu devasa bina için neden beşgen, yani pentagonal bir biçim tercih edildiği ise hep merak edilip durulan konulardan biridir.

Resmi ağızlar, her ne kadar bu binanın beş kenarının, Ordu, Donanma, Deniz Piyadeleri, Hava Kuvvetleri ve Sahil Güvenlik kuvvetlerini (Army, Navy, Marine Corps, Air Force, and Coast Guard) temsil ettiğini söyleseler de, yukarıda da belirttiğimiz üzere, caddelerinin yerleşiminden resmi binalarındaki detaylara kadar, her köşesi masonik sembollerle bezenmiş bir şehir olan Washington DC'de yer alan Pentagon binasının masonik bir mesaj verecek şekilde planlanmadığına inanmak çok zor.

Bilindiği gibi, genişletilmiş BOP projesini yazan, tasarlayan Pentagon ve CIA adamlarının (Abromowitz’ler, Edelman’lar vs.) Yahudi oldukları da bir sır değil. İşte, gazeteci ve yazar Tevfik Bir, "Şeytan, Firavun ve İşgal" başlığı altında kaleme aldığı yazı dizisinin bir yerinde bu konuya da değiniyor ve bu garip şekilli binanın neden bu şekilde inşa edildiğine dair gayet dikkate değer bir bilgi veriyor:

Devamını gör...

22 Mart 2013 Cuma

ORASI ÖYLEYDİ, YA BURASI?..


Diyarbakır'da dün düzenlenen Nevruz Şenlikleri, hiç şüphesiz oluşturulan "beklenti"lere uygun bir şekilde cereyan etti. Kimilerine göre barışın ve kardeşliğin, kimilerine göre ise Kürdistan'ın miladı olarak kabul edildi. 

Bu "şenlik"(!) konusunda fikri sorulmayan tek kesim ise "Türk milleti" oldu. Bunun sebebi de, herhalde bu gelişmelerin önünü açan hükümetin Türkleri temsil ettiğini varsaymak olmalı!

Ertesi gün gazetelerde, konuyla ilgili elbette çok sayıda makale kaleme alındı. Hürriyet Gazetesi'nde yazan Ertuğrul Özkök'ün makalesinde yer alan bazı satırları ise doğrusu çok dikkat çekici ve önemli buldum. 

Özkök, "ORASI ÖYLEYDİ, YA BURASI?.." başlıklı makalesinin bir yerinde şöyle diyor:

"Diyarbakır'da büyük bir heyecan vardı. 
 Ülkenin geri kalanında ise büyük bir sessizlik... 
 Sessizlik anlaşılması güç bir durumdur... 
 Çok iyiye de alamet olabilir, kötüye de... 

 Buradaki sessizliği Kürtçe'ye nasıl tercüme edebiliriz?.. 


 Hepimizin duası, iyiye alamet olması..." 


 * * *

"Amin!.." dememek elbette mümkün değil. 

Özkök, az söylemiş ama öz söylemiş, gören gözler için oldukça önemli saptamalar yapmış ve lâfı adeta ağzımızdan almış.

Bundan sonrasını ise biz devam ettirelim:

Devamını gör...

Türkiye’ye gerçekten barış mı geliyor



Altı boş bir "Halkların Kardeşliği" sloganı ile her sorunu çözebileceklerine iman eden kimi romantik sosyalistler, bugün bu düşüncemizi doğrularcasına; uluslarası sermayenin ve onun değnekçiliğini yapan, işine geldiğinde İslamcı, işine geldiğinde Atatürkçü olan TÜSİAD'çı zihniyetin adına "Barış" diyerek orta yere kurduğu fare kapanına hevesle atlıyorlar ve mesela Pelin Batu gibiler, Öcalan denilen tetikçinin sözlerini adeta göklerden gelen bir vahiy gibi, gözyaşları içinde huşu ile dinlediklerini ve adeta tarihe; "Ey tarih, bu yüksek hissiyatı kaydet!.." dercesine, bu tarihi barış(!) kararının içlerinde yarattığı o sözde coşkuyu, nemli gözlerle orada burada anlatıp duruyorlar! 
Böylesine kirli bir ortamda, özenle tezgaha konmuş bu algısal çarpıtmaları usta bir demirci gibi örsüne koyup sabırla bir bir düzelten genç düşünür Eren Erdem'in önemli bulduğumuz aşağıdaki makalesi, hasbel kader de olsa bu mekana yolu düşmüş tek bir okuyucun dahi merakını çeker de, biz de böylece faydalı bir iş yapmış oluruz diye düşündük ve buraya kaydettik.... 

Devamını gör...

19 Mart 2013 Salı

Ortadoğu'ya böyle mi düzen vereceksin?

Türkiye'yi Ortadoğu'ya düzen veren bir ülke haline getirdikleri iddiasında bulunanların eli kanlı bir narko-terör örgütünün elinde iki yıldır rehin bulunan "kamu görevlileri"ni geri almak için İmralı'da yatan bir caninin arabuluculuğuna başvurmaktan başka bir yol bulamamaları, binlerce yıllık bir devlet geleneğine sahip bir millet için utanç verici bir vesika olarak tarih kayıtlarına geçmiştir.

Sadece bu kadarla kalsa yine iyi! Bu hükümetin başbakan yardımcısı Beşir Atalay'ın PKK ile pazarlık yapmadıklarını, rehinelerin serbest bırakılmasının PKK'nın bir "jest"i olduğunu söylemesi de, bir devletin devlet olmaktan çıktığının bizzat en yetkili ağızdan itirafıdır.

Yalnız, mesele bununla da bitmiyor.

Bu gibi konuları, bilgi, dikkat ve hassasiyetle takip edip değerlendiren değerli bilim adamı Prof. Dr. Ümit Özdağ, bir tv programında, bizdeki kimi allamelerin "insani bir jest(!)" gibi göstermeye çalıştıkları bu hadisenin arka planına gizlenmiş bir başka önemli noktaya da dikkat çekiyor ve:

Devamını gör...

18 Mart 2013 Pazartesi

Din, Etnisite ve Siyaset

Din ve etnisite üzerinden siyaset yapmak akıl kârı değildir. Bunları siyasetin içine çekmekten çekinmemenin adı ise cesaret değil, olsa olsa cehalettir!... "Çünkü"sü ise en açık şekli ile Emre Kongar hocanın sözlerinde saklı:


Devamını gör...

15 Mart 2013 Cuma

İngiltere Tarihi ile İlgili İlginç Bilgiler

Doğru mudur, yanlış mıdır bilinmez; ancak 1500'lü yıllar İngilteresiyle ilgili hayli enterasan bilgiler ve bazı deyimlerin çıkış noktası:

Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün, 1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:

* İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.

* Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.

Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' (Don't throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir.

Devamını gör...

Mesela dedik!..


Devamını gör...

14 Mart 2013 Perşembe

Yaşam ve Ölümün Sürekli Döngüsünde Ruh

Nikolai Levashov, Harkov Üniversitesinde Teorik Radyofizik alanında eğitim almış ve daha sonra Rusya ve ABD'de "geleneksel şifacılık" konusunda çalışmalarda bulunmuş ve 2012 yılında, 51 yaşındayken Moskova'da hayata veda etmiş ilginç bir adam.

Ateist olmasına rağmen materyalizme mesafeli duran Levashov, HAARP Teknolojileri kullanılarak dünya ikliminin değiştirilmesinden kayıp kıta Atlantis'e, evrensel şifa sırlarından antisemitizme kadar bir çok konuda konferanslar verip seminerler düzenlemiş ve aynı zamanda bu konularda kitaplar da yazmış ve bu görüşleri nedeni ile de bir çok cemaat, cemiyet ve topluluğun tepkisini çekmiş ve görüşleri aykırı bulunmuş bir insan.

Onun "yaşam ve ölüm döngüsünde ruh"a dair düşüncelerinden bir kesit içeren aşağıdaki videonun konuya ilgi duyanlara ilginç ve alışılagelmişin dışında fikirler sunduğuna inanıyor ve bu nedenle de burada paylaşıyorum.






Devamını gör...

10 Mart 2013 Pazar

Filistin cephesi hezimeti ve Mustafa Kemal Paşa'ya dair yeni bir belge daha...



"Mustafa Kemal Filistin cephesinden kaçtı mı?" başlıklı, iki bölüm halinde yayınladığımız belgelere dayalı yazı dizimize ek olarak yeni rastladığımız bir belgeyi de bugün yayınlıyoruz. 

Konu ile ilgilenen bütün "fikri hür, vicdanı hür" insanların rahatça kavrayabileceği tarihi gerçekleri ısrarla görmezden gelerek bu gerçekleri yüzsüzce çarpıtan ve Mustafa Kemal Atatürk'ü üstü örtülü bir şekilde vatana ihanetle suçlamaya kalkışan şartlanmış "İslamcı" ve sözde "Osmanlıcı"ların uydurduğu; "Filistin bozgunu"ndan Mustafa Kemal'i sorumlu tutmaya yönelik yalanlar, onların her türlü çabalarına karşılık asla tutmayacaktır. Uydurdukları yalanları tersyüz eden şahitli, belgeli gerçekler karşısında en ufak bir utanma belirtisi bile göstermeyeceklerinden emin bulunduğumuz bu zavallıları kendi kazdıkları kuyuda yalanları ile başbaşa bırakalım ve şimdi elimizdeki "anı/belge"yi olduğu gibi nakletmeye geçelim.

Savaşa dair anılarını yazan gazimiz, Antalya'lı İbrahim Sorguç (1897-1974). İstanbul'da, Öğretmen Okulu sınavlarını üstün başarı ile kazanarak okulun 3. sınıfından başlamaya hak kazanmışken, daha mezuniyet sınavlarını dahi vermeye fırsat kalmadan 1916 yılında askere alınmış ve bir yıllık askeri eğitimden sonra Filistin Cephesine gönderilmiş. Bu cephede, 8. Ordu emrinde çarpışan Sorguç, harp esnasında İngilizlere esir düşmüş. İki yıl süren esaretten sonra, Osmanlı ordusunun dağıtılması ile birlikte memleketine gönderilmiş ve hemen akabinde,  kurtuluş harbimizin başlaması ile yeniden cepheye koşmuş.

Sorguç'un "harp sandığı" özgün elyazmaları, emirnameler, pusulalar, fotoğraflar ve sair eşyaları ile birlikte sakladığı samimi günlükleri ailesi tarafından İş Bankası Kültür Yayınları yetkililerine teslim edilmiş ve sonucunda "bu defa ne için harp edeceğimi biliyorum" başlığı altında kitaplaştırılarak Mayıs 2010 tarihinde ilk baskısı gerçekleştirilmiş.

Devamını gör...

4 Mart 2013 Pazartesi

27 Mayıs'ın Konuşulmayanları...

Cumhuriyet tarihimizin önemli dönüm noktalarından biri olan 27 Mayıs İhtilaline dair son zamanlarda ortaya konan kimi belgeler, bu askeri el koymanın da dış bağlantıları olabileceği yönünde doğrusu ciddi şüpheler uyandırıyor.

Birbirinden ilginç ve önemli araştırmalara imza atan ve bunları kitaplaştıran tanınmış araştırmacı-yazar Cengiz Özakıncı, söz konusu ihtilale dair Cevizkabuğu adlı ve bundan 3-4 yıl önce yapıldığını düşündüğümüz bir açık oturuma telefonla katılıyor ve bugüne kadar hiç kimse tarafından dillendirilmemiş kimi bilgileri programın katılımcıları ve dinleyicileri ile paylaşmış bulunuyor. 

Özakıncı’ya göre, 27 Mayıs ihtilali 1959 yılının 2-12 Şubat tarihleri arasında, Almanya, Nüremberg’de konuşlu bulunan Amerikan 7. Ordusu karargahında planlanmıştır.

Özakıncı’nın konuşmasından kaydedebildiklerimiz şunlar:

1957 yılı sonlarında, 3. Ordu Komutanı iken Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanan Org. Necati Tacan’a 1958 yılı Temmuz ayında bir yolunu bulup niyetlerini açan Kur. Albay Sadi Koçaş, ondan maksatlarının hasıl olması için gerekli gördükleri Osman Köksal’ın Personel Daire Başkanlığı’na atanmasını istemiş, fakat kendisinden olumlu bir cevap alamamıştır. Akabinde Necati Tacan aynı ay içinde Konya-Ankara karayolunda seyahat ederken ani bir kalp krizi geçirerek vefat etmiştir. Özakıncı, bu ani vefatın 1956 yılında keşfedilen ve iz bırakmayan bir gaz tabancası kullanılarak gerçekleştirildiğini, merhumun halen Zincirlikuyu’da bulunan kabri açılarak buradan alınan kemiklerin analiz edilmesi halinde bu durumun tespit edilebileceğini söylüyor.

Devamını gör...
 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.