26 Mart 2015 Perşembe

SS Subaylarının gizli silahı



SS'ler, bilindiği üzere Hitler'in özel koruma ordusunun kısaltılmış adıdır. Almanca açılımı ise "Schutzstaffel"dir. SS'ler, Hitler'in iktidarını koruma ve sürdürmede önemli görevler üstlenmiş eli kanlı bir yarı askerî bir milis kuvvetiydi. 

Kendi içinde  "Waffen-SS" (Silahlı SS) ve "Allgemeine-SS" (Genel SS) olarak ikiye ayrılan bu örgüt Heinrich Himmler tarafından toplama kamplarının yönetiminden de sorumlu tutulmuştu. 

Nazi partisinden olmakla devlet içinde özel bir konuma da sahip bulunan bu örgütün üst düzey subayları için dönemin Silahlanma Bakanı Albert Speer tarafından işgal ettikleri Çekoslavakya'nın Brno şehrinde kurdurulan "Waffenwerke Brünn" (Zbrojovka Brno) silah fabrikasında özel olarak yaptırılan ve üzerinde Wehrmacht Adler (Silahlı Kuvvetler Kartalı) amblemi bulunan kemerin tokasına gizlenmiş bu ilginç silah (Gürtel-Kanone), bugün eski savaş silahları müzayedelerinin de gözde ürünlerinden biri olmuş durumda.

(Resimlerin devamı için...) =>


Devamını gör...

20 Mart 2015 Cuma

Hitler'in tuttuğu tek söz


"Yoğun bombardıman, ilerideki çok az Alman askerinin etkili direniş göstermesini sağladı. Birçoğu ağır mermi şoku içindeydi. "Saklanacak yerimiz yoktu" diye anlatacaktı Gedikli Onbaşı Karl Pafflik sorgusunda. "Hava ıslık ve patlama sesleriyle doluydu. İnanılmaz kayıplar verdik. Sağ kalanlar kurtulma çabasıyla siperlerde ve sığınaklarda çılgınlar gibi koşturup duruyordu. Dehşetten dilimiz tutuulmuştu." 

Birçok asker dumandan ve kargaşadan yararlanarak teslim oldu. Firar etmek için çoğu askerden daha haklı sebepleri olan 500. Straf Alayı'ndan en az yirmi beş kişi ellerini yukarıya kaldırıp, kırma Rusça'yla "İvan, ateş yok, biz hapis" diye bağırıyorlardı. 500. Straf Alayı'ndan bir firari, sorgucularına meşhur Berlin yorumunu aktardı:

Devamını gör...

18 Mart 2015 Çarşamba

Sokma akılla anca buraya kadar!

Değil "şirket"i, bakkal dükkanını dahi idare edemeyecek bir akılla bütün uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak "padişahçılık" oynayan ve (kulakları çınlayası Selahattin Duman'ın da çok sevdiği deyişle) "sokma akılla gitmek ancak yedi adım" misali Süleyman Şah Türbesi'ni apar topar kaçırmayı bir zafer sayanlar, kendi elleri ile iş açtıkları başlarını şimdi vuracak taş arıyorlar! 

Süleyman Şah Türbesi, ya da "stratejik derinlik"te "ver kurtul"dan "kaç kurtul"a aşamasına geçiş  başlığı ile daha önce yayınladığımız notlarda da dikkat çektiğimiz üzere, AKP kadrosu, müthiş bir öngörüsüzlükle o gün atılan adımların bugün ortaya çıkardığı sonuçlara şimdi ne gibi bir çare bulunacağının derdine düşmüş bulunuyor!..

Konuyla ilgili son durumu köşesine taşıyan Yeniçağ Gazetesi yazarlarından Ahmet Takan, bakın bugün içine düşülen kargaşayı nasıl aktarıyor: 

Devamını gör...

12 Mart 2015 Perşembe

Peki, savaşı ya Almanlar kazansaydı?..


Duygusal bir millet olduğumuzdan olsa gerek, Almanya'ya karşı geçmişteki "silah arkadaşlığı"mızdan ötürü diğer Avrupa milletlerine nazaran hep daha fazla bir yakınlık duyduğumuz-en azından benim de içinde bulunduğum kuşağa kadar-bilinen bir realite idi. Hattâ bizler göremedik ama biliyoruz ki II. Dünya savaşı başladığında Türkiye'de Almanların tarafını tutanların sayısı hatırı sayılır ölçüde yüksekti.

Bunda tabii belki sadece duygusallıktan gelen değil ama iki milletin arasındaki tarihsel koşulların şekillendirdiği benzerliklerden kaynaklanan bir etki de vardır ama her halûkârda yakın bir zamana kadar bizde böyle bir durum vardı. Fakat yine de, tarihin bir köşesinde anlaşılmayı bekleyen kimi hatıralara baktığımızda ne denli saf bir millet olduğumuzu bir kez daha anlıyoruz demekten kendimizi alamıyoruz!

Bilindiği üzere, kendi milli birliğini diğer Avrupa devletlerinden daha geç-ama bizden daha erken-kuran Almanya'nın koloni paylaşım savaşlarına geç kalmış olması nedeni ile yaşadığı hırçınlığı ustalıklı siyasi manevralarla Doğu'ya, yani Osmanlı toprakları üzerine yönelten İngiliz aklı, bu potansiyel tehlikeyi bir süreliğine de olsa kendinden uzaklaştırmayı başarmış ve ardından dünyayı herkesin malûmu olan I. Dünya savaşının eşiğine kadar getirmişti. Bu anlamda, konumuz açısından ilginç bulduğumuz iki hatırayı burada aktaracak olursak:  

Devamını gör...

1 Mart 2015 Pazar

II. Abdülhamid'den Atatürk'e tekamül eden tarih ve araya giren "Neo-Enver"ler

Bir ülkenin gelişmişliğinde en etkin parametrelerden biri olan bilginin entelektüel bir merakla işlenmiş olmasının bir zorunluluk olduğu gerçeği ülkemizdeki insanların büyük çoğunluğu tarafından ne yazık ki yeterince anlaşılmış görünmüyor. Anlaşılmış olmak bir yana, sanki kulaktan kulağa oyunu oynarmış gibi babadan oğula aktarılan özünden oldukça uzağa düşmüş bilgi desen denmeyecek söylentileri bir inanç gibi sahiplenen oldukça büyük bir kitle var ortada... Bu kitle, karakter olarak da tıpkı, "bizi atalarımızın dininden vazgeçirmeye mi geldin?" diyerek kendilerine yeni ve doğru şeyler söyleyen bir peygambere hücum eden "cahiliye dönemi Arapları" gibi... 

Halbuki "ilerleme" bilgiyle, daha doğrusu bilginin doğru yöntemlerle elde edilmesi ve elde edilen bu bilginin doğru yöntemlerle işlenmesi ile olur. Tarihte olmuş hataları tekrar edip durmaktan, yani "tarihi tekerrür ettirmekten" kurtulmak ve onu tekemmül ve tekamül ettirerek (olgunlaştırarak, mükemmel hale getirerek...)  işe yarar bir hale koymak ancak bu şekilde mümkün olur. Yoksa, "ben büyüklerimden böyle duydum" diyerek kulağını ve aklını diğer her şeye kapatmanın insanın ne kendisine, ne başkasına, ne de ülkesine bir faydası vardır. Dahası, aynı zamanda kendi aklına olan güvensizliğin de bir delili olan bu türden yaklaşımları olan bir insan, sahte mehdilerin ve sahte tarihçilerin ardına düşer, hiç yoluna telef olup gider de bundan haberi dahi olmaz!

Devamını gör...
 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.