İşte bundan sonrasında, bu iki grup arasında başlayan çekişme, bu dönemin “Soğuk Savaş” olarak adlandırılmasına sebep oldu. Casusluk faaliyetlerinin alabildiğine arttığı bu döneme damgasını vurmuş olaylardan biri de “Casus Uçaklar”dı. 1950’lili yıllarda Sovyet semalarında düşürülen Lockheed U-2 casus uçağı iki blok arasında önemli bir gerginlik yaratsa da ABD, yeni ve daha “marifetli” bir uçağı devreye sokmakta gecikmedi.
Neredeyse tüm zamanların efsane uçağı olarak tanımlanmayı hakeden bu uçak “SR-71 BLACKBIRD” olarak adlandırıldı. Ses hızının 3 katına (Mach 3) ulaşabilen, saatte 3850 Km. hız yapabilen ve 90.000 Ft. Yani 29.000 m. İrtifaya çıkabilen ve yaklaşık 33 m. uzunlukta ve 17 m. Kanat genişliğindeki bu uçak, gerçekten de havacılık tarihinde uç noktalara ulaşabilme başarısı göstermiş bir makineydi. Onu ne radarlar yakalayabiliyor, ne de (yakalasa bile) ona sürat ve irtifa olarak yetişerek onu düşürebilecek bir mevcut füze sistemi bulunuyordu.
Ona “Blackbird / Karatavuk” denmesi, uçak üzerindeki termal baskıları bütün gövdeye eşit olarak yayması için geliştirilen ve “Kirchoff’un Radyasyon Yasası”(*) gereği siyah renkli boyayla boyanmış olmasından dolayı idi.
Üzerindeki kamera sistemi sayesinde, en yüksek irtifalardan bile bir golf topunu detaylı resimleyebiliyor ve birkaç saat içinde binlerce km2.lik alanı tarayabiliyordu.
1 Eylül 1974 yılında SR 71’in üzerindeki sır perdesi nihayet kaldırıldı ve düzenlenen bir havacılık fuarına katılmak üzere Amerika’dan kalkış yapan bu uçak, New York – Londra arasındaki 5575 Km.lik bir mesafeyi, saatte 2950 Km.lik bir hızla, 1 saat 55 dk.da aşarak, rekorlarına bir yenisini daha eklemiş oldu. (Atlantik üzerinde bir tanker uçaktan yakıt ikmali yapmak zorunda olmasa, bu süre şüphesiz daha da aşağı düşecekti…)
Hızı saatte 3500 Km.ye ulaştığı anda, uçağın dış yüzey ısısı 550-600 Santigrad civarına ulaşmakta, bu da metalik malzemelerde genleşme ve deformasyona neden olacağı için, uçağın dış yüzeyindeki genleşmeyi daha düşük seviyede tutacak, titanyum ve asbest karışımlı özel bir kompozit geliştirilmiş ve gövde onunla kaplanmıştı. Buna rağmen genleşme tam ortadan kaldırılamadığı ve uçak gövdesini dağıtıp parçalama potansiyeli taşıdığı için, gövde parçalı bir yapıdan oluşturulmak zorunda kalınmış ama önemli bir mühendislik becerisi gösterilerek, parçalar arasında, gövde statiğini zayıflatmadan genleşme boşlukları bırakılması zarureti, nihayetinde teknik olarak aşılabilmişti.
Bütün bunlar bir yana, amaca uygun olarak formüle edilen bu titanyum alaşımlı malzemeyi uçak gövdesine uygulayacak perçinleme, bantlama, yapıştırma vb. gibi yeni tür el aletleri de geliştirmek de gerekiyordu. Sadece bu bile başlı başına yeni bir uğraş alanıydı. Ama “Skunk Works” adı konulan Lockeed şirketinin başta ekipbaşı mühendis Kelly Johnson olmak üzere, ekibin diğer mühendis ve teknisyenleri, bu işin de üstesinden gelmeyi başardılar.
Fakat bütün bunlara rağmen, bu uçağın yerde iken yakıt sızdırmasının önüne geçilemedi. Bu da son derece riskli bir durumdu. Jet yakıtlarının yanmaya karşı aşırı hassasiyet göstermeleri ise, bu riskin ana nedeni idi. Bu durum, SR 71’e özel, normal sıcaklıkta yanmaya karşı motorin gibi tepkisiz kalan bir yakıt icat edilerek çözüldü. Çözüldü ama şu şartla ki, uçağa yakıt pist başındayken ve uçağı ancak kalkış yapacak ve belli bir hız ve irtifaya eriştirebilecek bir miktarda konabiliyordu. Uçak ancak bu noktaya ulaştıktan sonra bir tanker uçaktan yakıt almak suretiyle yoluna devam edebiliyordu.
Ayrıca, şunu da not etmek gerekiyor ki, bu uçağın sadece gövdesi için değil, iniş takımları ve motorları için de ciddi miktarlarda titanyum’a ihtiyaç vardı ve bu uçağı seri üretime geçirecek kadar titanyum da Amerika’da mevcut değildi. Bunun üzerine Amerikalılar paravan şirketler kurarak, gerekli titanyumu, titanyumun en bol bulunduğu Sovyetler Birliği'nden temin etmeyi başardılar!.
Bu uçağın motorları da alışılagelmiş jet motorlarından farklıydı. Motorların ön kısmında bulunan hareketli koni, motora giren havayı sıkıştırarak ısıtıyor ve bu sayede, yukarıda bahsettiğimiz motorin benzeri yakıtın patlamasını sağlıyordu. Yani bu motorlar bir nevi dizel motor prensibi ile çalışıyorlardı.
Muazzam bir hız ve irtifaya ulaşabilmeleri sebebiyle bu uçakları kullanabilmek için sadece pilot olmak yeterli değildi, astronot eğitimine sahip olmak da gerekiyordu. (Nitekim, bu uçaklar daha sonra NASA tarafından astronotluk eğitimleri için de kullanılmıştır.)
Aynı anda 155 bin km2’lik bir alanı tarayabilen kamera sistemine sahip olan bu uçaklar, soğuk savaşın sona ermesi ile, ağır işletme maliyetleri nedeni ile 90’lı yılların sonuna doğru görevden çekilmişlerdir.
A. H. Sezgin
***
Resimler:
(*)Kirchoff’un Radyasyon Yasası: (Kısaca) Bir cismin radyasyonu salma ve soğurma yeteneklerinin oranı, cismin şekline bağlı değildir ve bütünüyle siyah renge sahip bir cisim, üzerindeki bütün radyasyonu emer. (A.H.S)
0 yorum:
Yorum Gönder