30 Ocak 2011 Pazar

"Bir Şans Tanımak..."

Kelimeler, içerdikleri anlamlardan uzaklaştırıldıklarında ve artık onu kullanan insanlar için bambaşka anlamlar ifade etmeye başladıklarında, bir toplumun kıyamet vakti yaklaşmış demektir.

Bir millete ait milli kodları nesilden nesile aktaran genler mahiyetinde olan ve anadilin yapı taşlarını oluşturan kelimeler, içeriklerini kaybettiklerinde, o millete mensup fertler de "milli düşünmek" yeteneklerini kaybetmiş olurlar. Bu zihinsel bozulmanın kapı açacağı tehlikeler ise, esasen başlı başına ele alınması gereken bir yazı konusu olup, bugün meselenin sadece bir cihetine değinmekle yetinmek istiyoruz.

Böyle bir giriş yapmaya duyduğumuz ihtiyacın sebebi ise, epey bir zamandır halkın siyasi kültürüne musallat olmuş bir deyişin, seçimler yaklaştıkça yeniden dillendirilmeye başlamış olmasıdır. Bu deyiş; "bir şans tanımak" olarak ifade edilen ve "bir siyasi partiyi iktidara taşımak için bu defa da ona destek vermek" anlamında kullanılmaya başlanan bir deyiştir. Her işini şansa bırakanların, kendi milli ve şahsi kaderlerine hükmedecek hükümetleri seçmekte bu deyime dayanmaları doğrusu çok da garip değil... Asıl garip olan, bu ifadeyi, okumuş yazmış, görmüş geçirmiş olması gereken koca koca adamların kullanıyor olması...

Devamını gör...

27 Ocak 2011 Perşembe

İktidarı da muhalefeti de aynı bağın koruğu!

Gerek burada, gerekse eş, dost meclislerinde ve muhtelif siyasi ortamlarda dile getirip, dikkat çekmeye çalıştığım ama gariptir ki, her ne hikmetse önemsiz(!)  bulunarak kulak arkası edilen şu meşhur "Bilgisayarlı Seçim Sistemi"miz hakkındaki "muhalif(!)" siyasilerimizin tutumu konusunda, bugüne kadar, ne kadar "iyi niyetle" ve "safça" değerlendirmeler yaptığımı maalesef ki, daha yeni yeni anlıyorum.


Bu sistem hakkında yazılan ve çizilenlerin, muhalif siyasi kanatta yer alan siyasetçilerin kafasında hâlâ bir soru işareti uyandırmıyor olmasını, onların duyarsızlığına ve kapasitesizliğine vererek yaptığım değerlendirmelerin hepsini geri almama sebep olan bir makaleyi kaleme alan değerli gazeteci Fatma Sibel Yüksek'e de, bu vesile ile bir kere daha teşekkür ediyorum. Sayın Yüksek, 23 Ocak 2011 tarihli, "Bu "Ulusalcı" Medya ile "Aydınlık"a Çıkılır mı?" başlıklı makalesinde (http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=9358) diyor ki:

Devamını gör...

16 Ocak 2011 Pazar

“Petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları yönetirsiniz”

Bilim ve teknoloji tekelleri kurarak, bunun hukuki alt yapısını da, sömürüsünü ilelebed sürdürecek şekilde düzenleyip, bir tertip ve düzen içine koyarak, bunu; üçüncü dünya ülkelerinin parlamentolarına, aymaz ya da satın alınabilir yöneticiler vasıtası ile kabul ettiren global sermaye, yıllar öncesinden belirlenmiş rotasında, bütün hızı ile yol almaya devam ediyor.


Dünyanın her köşesinde, yerel çiftçiler tarafından yüzyıllar içinde geliştirilmiş bir çok bitkisel ve hayvansal gıda türünü, patent ve telif hakkı yasaları ile kendi eline geçiren bu tekelci anlayış, dünya milletlerini açıkça haraca bağlamakla kalmıyor, bir çok insanın ekmeğini elinden aldığı gibi, gıdaların doğal yapısını da bozarak, insanlığı; insan sağlığı üzerinde ciddi tehditler oluşturan gıdaları tüketmeye de mecbur ediyor.

Bu konuyu net ve kolay anlaşılır bir şekilde ortaya koyan aşağıdaki makaleyi dikkatlice okumanın, tehdit ve tehlikenin boyutlarının geldiği noktayı daha iyi anlamak bakımından fayda sağlayacağına inanıyorum.

Devamını gör...

12 Ocak 2011 Çarşamba

Kimlerden oy alabiliyorsunuz, mesela?..

Evet, kimlerden oy alabiliyorsunuz? Kimilerinin "Dünya gemisinin kaptanı" diyerek iyi geçinmeye çalıştığı ABD'ye boyun eğenlerden mi, yoksa ona kafa tutabilenlerden mi? Ya da, köleleştirdiğiniz, cariyeleştirdiğiniz, hödükleştirerek, kömüre, makarnaya muhtaç ettiğiniz insanlardan mı? "Haberdar" insanlardan oy alabiliyor musunuz mesela?


Meselenin bam teline basıyor yine Nihat Genç, izlemek gerek...







Devamını gör...

10 Ocak 2011 Pazartesi

YENİ NESİL SENSÖRLÜ-ÇİPLİ İLAÇLAR YOLUYLA İNSANLARI KONTROL

Dini imanı, allahı kitabı, "para" olan, menfaati olmadan adım atmayan, fakiri fukarayı, öksüzü yetimi zaten takmayan, takmadığı gibi bunları, soyulacaklar ve yolunacaklar listesinde hep en başa koyan global emperyalist sermaye, çağın teknolojik imkânlarından sonuna kadar faydalanarak kurduğu sömürü düzenini, yeni boyutları ile sürdürmeye devam ediyor.

Bu vurgun sisteminin en gözde sektörlerinden olan "sağlık sektörü", şüphesiz ki, en çok "ağız sulandıran" sektörlerin başında geliyor. İşte, bir taşla "kuş sürüsü" vurmaya alışık bu tröstlerin, çok yakın bir gelecekte; "teknoloji insanlığın hizmetinde" şiarı ile insanlığa "sunacağı/dayatacağı" muhakkak olan ilaç(!) konusundaki yeni konseptleri!

YENİ NESİL SENSÖRLÜ-ÇİPLİ İLAÇLAR YOLUYLA İNSANLARI KONTROL

Devamını gör...

7 Ocak 2011 Cuma

"Unsur-u hakimi Türk olan bu vatanda Türklerle tevhidi mukadderat etmek"

Yukarıdaki tanımlama, Mustafa Kemal Paşa'nın; 2 Şubat 1923, İzmir İktisat Kongresi öncesinde söylediği: “… Unsur-u hakimi Türk olan bu vatanda Türklerle tevhidi mukadderat etmiş sadık bazı unsurlarımız vardır ki, bilhassa Yahudiler, bu millete ve bu vatana sadakatlerini ispat ettiklerinden, şimdiye kadar müreffehen imrar-i hayat etmişler ve bundan böyle refah ve saadet içinde yaşayacaklardır” sözlerinden alınmış bir tanımlamadır ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni var eden iradenin ortaya koyduğu "Müdafaa-i Hukuk" ideolojisinin, Türkiye toprakları üzerindeki "Milli Hakimiyet" anlayışının ne olduğuna dair açık bir delil mahiyetindedir.

"Unsuru hakimi Türk olan bu vatanda Türklerle tevhidi mukadderat etmek", yani: "Hakim unsuru Türk olan bu vatanda yaşayan ve Türklerle kader birliği etmiş diğer sadık unsurlar..."

Bu kadar açık ve net!

Devamını gör...

3 Ocak 2011 Pazartesi

YABANCI SERMAYEYLE KALKINMA OLUR MU?

Bir önceki gün, sayın Kudret Ulusoy'un; Güney Kore'nin kalkınmasına dair makalesini sizlerle paylaşmıştım. O makale ile bağlantılı olarak bugün de "Yabancı Sermaye ile kalkınma olur mu" başlıklı makalesini sizlerle paylaşıyor ve Türkiye'nin kalkınma konusundaki sıkıntısını, dönderip dolaştırıp, "sermaye yetersizliği"ne ve dolayısıyla da "yabancı sermaye"ye olan mecburiyetine bağlayanlara ithaf ediyorum.

3 Ocak 2011

Mazide ve bilhassa Tanzimat Devri’nden sonra ecnebi sermayesi memlekette müstesna bir mevkiye malik oldu. Ve ilmi manasıyla denilebilir ki, devlet ve hükümet ecnebi sermayesinin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştır. Artık her medeni devlet gibi yeni Türkiye’de buna muvafakat edemez. Burasını esir ülkesi yaptırmayız.”

Mustafa Kemal ATATÜRK

Devamını gör...

2 Ocak 2011 Pazar

Bir Kalkınmanın Anatomisi

Bir kaç gün önce, Odatv haber sitesinde, önemli bir makale yayınlandı. "Ülke Kaynaklarını İzleme ve Koruma Derneği" Başkanı sayın Kudret Ulusoy tarafından gönderilen makalede, Güney Kore'nin, hiç bir dış yardım almadan ve coğrafyasından kaynaklanan bir çok olumsuzluklar da dahil olmak üzere, bir çok güçlüğü kendi imkânları ile nasıl yendiğinin ibret verici hikayesi, kulaklara küpe olacak bir mahiyette. Buyrun, bir ülke kendi milli birliğinden aldığı güçle nasıl kalkınır, okuyun.

Eski Yugoslavya örneğinde olduğu gibi geçmişte komünist ülkelerle de iş birliği yapan IMF’nin kalkınma reçetelerine karşı en sert tepki yine ekonomilerini merkezi planlama ile yöneten ülkelerden gelmişti. Bu ülkelerden Kuzey Kore IMF reçetelerine gerek kalmadan 1960’lı yıllara gelindiğinde kendi kendine yeterli, disiplinli ve üretken bir iş gücüne sahip iyi yönetilen ve yolsuzlukların olmadığı endüstrileşmiş bir ekonomi kurarak, o yıllarda Japonya dışında tüm Asya ülkelerinden ileride olduğunu göstermişti.

Devamını gör...
 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.