16 Ocak 2011 Pazar

“Petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları yönetirsiniz”

Bilim ve teknoloji tekelleri kurarak, bunun hukuki alt yapısını da, sömürüsünü ilelebed sürdürecek şekilde düzenleyip, bir tertip ve düzen içine koyarak, bunu; üçüncü dünya ülkelerinin parlamentolarına, aymaz ya da satın alınabilir yöneticiler vasıtası ile kabul ettiren global sermaye, yıllar öncesinden belirlenmiş rotasında, bütün hızı ile yol almaya devam ediyor.


Dünyanın her köşesinde, yerel çiftçiler tarafından yüzyıllar içinde geliştirilmiş bir çok bitkisel ve hayvansal gıda türünü, patent ve telif hakkı yasaları ile kendi eline geçiren bu tekelci anlayış, dünya milletlerini açıkça haraca bağlamakla kalmıyor, bir çok insanın ekmeğini elinden aldığı gibi, gıdaların doğal yapısını da bozarak, insanlığı; insan sağlığı üzerinde ciddi tehditler oluşturan gıdaları tüketmeye de mecbur ediyor.

Bu konuyu net ve kolay anlaşılır bir şekilde ortaya koyan aşağıdaki makaleyi dikkatlice okumanın, tehdit ve tehlikenin boyutlarının geldiği noktayı daha iyi anlamak bakımından fayda sağlayacağına inanıyorum.


14 Ocak 2011


"Henry Kissinger henüz 1970 yılında “petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları yönetirsiniz” sözü ile bu alandaki uzun vadeli planı açık bir şekilde ortaya koymuştu. İnsanlar Kissinger’ın bu sözünü o dönemlerde petrol üretim sahalarının kontrolünü amaçlayan geleneksel emperyal yöntemlere benzer, dünyanın belli başlı gıda üretim alanları üzerine yöneltilmiş bir tehdit olarak algıladılar. Ancak, geçen zaman gösterdi ki uygulanacak olan metod çok farklı idi. Bu metodu kısaca özetlemek gerekirse:




ÖNGÖRÜ DEĞİL REALİTE


1. Tohum ve bitkilerin genetiği ile oynayarak bunların kendi üretikleri tarım ilaçlarına dirençli hale getirilmesi. Tabiat Ana’nın armağanı olan bu doğal ürünlerin genetiğini değiştirerek sanki yeni bir icat yapılmış gibi patentinin alınması.


2. Üreticilerin bu tohum ve ilaçları kullandıkları takdirde böcek ve yabani ot gibi zararlılardan kurtulacağı, gübre, ilaçlama gibi şeylere ihtiyaç duymacaklarının söylenmesi. Ürün ve karlarının artacağı şeklinde vaatler verilerek kandırılması.


3. Laboratuar ortamında üretilen ve kendi firmalarının ilaçlarına ihtiyaç duyan tohumlar vasıtası ile tekel oluşturarak üreticinin tercih hakkının elinden alınması.


4. Üreticiye imzalatılan anlaşmalar aracılığı ile üretim hakkının kısıtlanması (tohum saklama vs.).


5. ‘Patentli’ bu tohumları ‘izinsiz’ kullananlara kanuni ve kanun dışı yaptırımlar uygulanması.


6. Etrafında ne varsa yok eden bu tohumların gerekirse illegal yöntemler ile yayılması.


7. Nihayetinde ise yeryüzündeki bütün bitki ve tohumların patentlenerek gıda üzerinde evrensel bir hegemonya kurulması.


Bu yazılanların hiçbiri bir öngörü değil maalesef. Hepsi şu an dünyanın her köşesinde uygulanmakta olan ve kimi yerde nihai amacına ulaşmış birer realite. Özellikle Latin Amerika ülkeleri bu sinsi plana yenilmiş ve teslim olmuş durumdalar. Örneğin Paraguay ve Brezilya, ülkelerinde yetiştirilen her ton soya fasulyesi için dünyada bioteknoloji sektörünün %90’ını elinde bulunduran Monsanto firmasına lisans ücreti ödemektedir. (Bu firmanın ülkemizde 10’un üzerinde ofisi bulunmaktadır).


PARAGUAY DA MASAYA OTURDU


Brezilya 1997 yılında genetiği ile oynanmış tohumlara izin veren ilk ülke olmuş ve sadece on yılda Monsanto firmasına ait genetiği ile oynanmış ve yine ayni firmanın ürünü olan ülkemizde de satılmakta olan Round Up adlı tarım ilacına dayanıklı soya fasulyesi ekili alanların toplamı 40 milyon hektarı aşmıştır. Bu ürünlere izin vermeyen komşu Paraguay’a bu tohumlar Paraguaylı yetkililerin de dile getirdiği gibi Monsanto’nun teşviği ile illegal bir şekilde sokulmuş ve hızla yaygınlaştırılmıştır. Paraguay’a arka kapıdan sokulan bu soya fasulyelerini Avrupa Birliğine ihrac eden Paraguay, birliğin Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’a (GDO) getirdiği etiketlenme zorunluluğu nedeni ile firma ile masaya oturmak zorunda kalmış ve topraklarında yetiştirilen her ton soya fasulyesi için Monsanto’ya para ödemeyi kabul etmiştir.


Bilindiği üzere mısır tohumu tarih öncesi dönemlerde Orta Amerika’nın yerli halkları tarafından ehlileştirilmiş Aztek ve Maya uygarlılıkları tarafından çeşitlendirilmiştir. Meksika’da bizdeki ekmek gibi kutsal sayılan ve yoksul halkın temel gıda ve gelir kaynağı olan mısırı korumak için bilinçli köylü ile devlet çok direnmiştir. Ancak “tohum terörü” yine illegal yöntemler ile ülkeye sızmış ve Meksika’nın NAFTA’ya (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) katılması ilke ülkenin gardı büyük ölçüde düşmüştür. 10.000 yıldan fazla bir süredir tamamen doğal yöntemler ile mısır üreten ve dünyanın mısır rezervi olan ülkenin en ücra köşelerinden alınan numuneler üzerinde yapılan araştırmalarda dahi geleneksel mısıra doğal olmayan genlerin sızdığı tespit edilmiştir.


Meksika’nın NAFTA’ya dahil olmasından sonra ise Amerika Birleşik Devletleri Meksika’da satılan Amerika menşeili genetiği değiştirilmiş tohumları (Monsanto olarak okuyunuz) sübvanse ederek bu tohumların piyasada bulunan diğer doğal tohumlardan çok daha ucuza satılmasını sağlayarak zaten yoksul olan bu halkı kendi geleneksel tarım metotlarını terk etmeye teşvik etmiştir.


WIKILEAKS’E GİRDİ


Okyanus’un diğer yanında serbestçe at koşturan Monsanto ve piyasanın geri kalan %10’unu elinde bulunduran figüran firmalar sıra Avrupa’ya gelince ise sert duvara tosladılar. Avrupa’da aleyhlerinde açılan sayısız davayı kaybeden biyoteknoloji firmaları ve destekçileri ise pes etmiş değiller. Wikileaks belgelerinde de ortaya konduğu üzere Monsanto’nun genetiği ile oynanmış MON-810 mısırı ve benzeri ürünlerine başta Fransa olmak üzere yasak koyan Avrupa Birliği ülkelerine ‘askeri tarzda ticari baskı” uygulanması gerektiği ve misilleme yapılması gerektiği belirtilmiş. Benzer şekilde bu tarz ürünlere karşı olan Papa ve Vatikan nezdinde lobi faaliyetleri yapılmasını salık veren bu kripto ile Amerika Birleşik Devletlerinin bu alandaki rolü net bir şekilde ortaya çıkmıştır.


Gündemimize yıldırım gibi girip çıkan GDO’ların ve henüz pek girmemiş olan patentleme ve tohum tekelinin kısa hikayesi işte böyle. Görüldüğü üzere konu bir komplo teorisi değil ve sadece bizlerin değil bütün insanlığın ve gezegenimizin geleceğini tehdit eden belki de en büyük tehlike.

 K. Murat Yıldız
Odatv.com

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.