25 Ağustos 2013 Pazar

İngilizler İstanbul'u neden terketti?

Osmanlıcı/İslamcı geçinen malûm tayfa, gün geçmiyor ki, bu milleti millet eden değerleri tahrif etmek, onları yok saymak için yeni bir yalan uydurmasın! 

İşi; "kurtuluş savaşı gibi bir savaş zaten hiç olmadı ki?.." boyutuna kadar taşıma cür'eti gösteren bu güruh, meydanın o kadar boş, insanımızın da yalanın bu denlisine bile inanıp, kanacak kadar saf ve salak olduğuna herhalde artık iyice kani olmuş olmalı ki, hesapsız kitapsız, delilsiz ispatsız sallayıp durmaya devam ediyor!..

Bunların son yalanlarından biri de özetle şöyle:

"Madem Atatürk savaşı kazandı, öyleyse İngilizler İstanbul'u niçin savaşmadan, öyle kolayca terkettiler? Çünkü, Atatürkle aralarında gizlice anlaştılar. Mustafa Kemal, İngilizlere bir takım sözler ve teminatlar verdi. Onlar da ikna oldular ve alacaklarını almış olmanın huzuru içinde çekip memleketlerine gittiler!.." vs. vs...

Tabii burada, sırf  Müslüman(!) oldukları için mağdur edilmiş adamlar görüntüsü veriyorlar diye bunların yalan söylemeyeceğini düşünen, iyi niyetli, fakat araştırıp-soruşturma özürlü vatandaşlara da seslenmeden geçmemek lazım.

Geçenlerde, internette gezinirken güzel bir söze rastladım. Orada düşünürün biri insanlara şöyle sesleniyordu: "Bu devirde cahil kalmak, artık bir tercih meselesidir!.."

Yalan da değil hani!

Çünkü, internet üzerinden yapılacak küçük bir "karşılaştırmalı-araştırma" dahi bunların yalanını açığa çıkarmaya yeter, tek şartla ki, siz yalana kanmaya teşne biri olmayın!

Şimdi geçelim konumuza:

İngilizler, İstanbul'u neden terketti?


Son zamanlarda bâzı çevreler, İngilizlerin 1.Dünya Savaşı sonunda Mondros Ateşkes Anlaşmasına dayanarak, İstanbul’u 1918 den 1923’e kadar işgal etmişken, neden savaşmadan Ankara Hükümetine teslim ettiği konusunda kafa karıştırmağa devam etmektedir. İngiltere’nin Türklere İstanbul’u bırakmasına âdeta hayıflanan bu çevreler, Millî Mücadele’nin danışıklı bir döğüş olduğunu îmâ etmektedir. Ne yazık ki; milletimizin bâzı evlâtları da bu yalanlara inanmaktadır. 

Türk Milletinin İstiklâl Savaşı’nda işgalci devletlere ve onların yerli iş birlikçisi Rum ve Ermenilere karşı 7’den 70’e insanıyla, ülkemizin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine yürüttüğü şanlı mücadele yok sayılmakta, kan ve ateşten geçerek vatanı düşmandan kurtaran kahramanlarımız hakkında duyduklarımız, okuduklarımız “hamaset edebiyatı” diye küçümsenmektedir.

Bu îmâları yapanların, bir gerçeği aramaktan ziyade, düşmanın propagandasına âlet oldukları aşağıda anlatacağımız şu târihî olay ve gerçeklere dayanmaktadır;

a) Mustafa Kemal, 18 Eylül 1922’de Anadolu’daki Yunan ordusunun kesin olarak yok edildiğini bildirdi. Aynı gün, İtilâf Devletleri komutanları Türk kuvvetlerinin Boğazlardan geriye çekilerek İstanbul’un ve Boğazların tarafsızlığına saygı göstermelerini istedi. İngiliz ordusu Londra’dan yedek kuvvet isteyerek savaşa hazırlandı. Ancak İngiliz Ordusu Genelkurmayı yılın bu mevsiminin “sahra harekâtı için uygun olmadığını, doğa koşullarına alışkın Türkler karşısında İngiliz askerlerinin daha çok zahmet çekecekleri” yolunda bir rapor verdi. İngiliz kabinesi gerekirse Çanakkale’de Türklere karşı direnme kararı verdi ve Yunanlıların doğu Trakya’da kalabilmeleri için Fransız ve İtalyanlardan yardım istedi. Ancak; 19 Eylül’de Fransızlar Çanakkale Boğazı’ndaki mevzilerini terk ederek İngilizleri Türkler karşısında yalnız bıraktılar.

Türk askerleri 24 Eylül 1922’de, Boğaz bölgesine girdiler, İngilizlerin çekilme isteklerini kabul etmediler. Her an çatışma başlayabilirdi. İngiliz kabinesi konu üzerinde fikir birliği içinde değildi. İstanbul’da İtilâf devletleri komutanı Harrington’da kendi askerlerinin Türklere ateş açmalarını engelledi, kabineyi gereksiz bir serüven konusunda uyardı ve Mustafa Kemal’e bir çatışma çıkmadığı takdirde isteklerini bir barış konferansında elde edebileceğini bildirdi. Onun uyarları sonunda Yunan donanması 27 Eylül’de İstanbul’dan ayrıldı. İngiliz kabinesi Yunanlıları Trakya’da Meriç nehri gerisine çekilmeye zorlama kararı aldı. Yunanlılar çekilmeye başladılar. Böylece; bunalım atlatılmış oldu. Misak-ı Millî artık gerçekleştirilmiş sayılırdı. İngiltere bu durumda bir müdahaleyi göze alamazdı. Türk İstiklâl Savaşı hedefine erişmişti.11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Ateşkes Konferansı'nda İtilâf Devletleri Trakya’yı Türklere teslim edecek, İstanbul’un da içinde olduğu Boğazlar bölgesi için nihaî anlaşma imzalanana kadar beklenecekti. (1)

Bu târihi olaylardan da anlaşılacağı üzere; Türkler, İngilizlerin her bakımdan yanlarında oldukları, destekledikleri, yardım ettikleri, birlikte Türklere karşı savaştıkları Yunanlıları savaş meydanlarında yenmişler ve savaşmak üzere İngiliz ve Fransızların işgal ettikleri Boğaz bölgesine girmişlerdir. Fransızlar kaçmış, İngilizler Türklerle bir savaşı göze alamamışlardır.

b) Böyle bir müdahele yapamayan İngiltere’nin aynı dönemde başka sorunları vardır. Birinci Dünya Savaşı’nda 908.371 askeri ölen ve yüz binlerce askeri kayıp olan İngiltere asker toplama ve savaşa sürme yönünde güçlükler yaşamaktadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan ekonomik ve askeri bakımdan yıpranmış olarak çıkan İngiltere kamuoyu savaş istememektedir.(2)

c) İngiltere bu dönemde kontrol ettiği Mısır, Afganistan ve İrlanda ile sorun yaşamaktadır.

ç) Aynı dönemde Hindistan Müslümanları da Hindistan’da İstanbul’un işgalini protesto eden büyük gösteriler düzenlemektedir. İngiltere daha büyük menfaati olan Hindistan’ı bu yüzden kaybetmekten korkmaktadır.

d) İngilizlerin, 1922’de Türklerle savaşı göze alamamalarının en önemli nedenlerinden biri de Mustafa Kemal’in daha 1920’de İtalyanlarla, 1921’de ise Ankara Antlaşması’yla Fransızlarla anlaşarak, İngilizleri yalnız bırakmasıdır. Uluslararası alanda yalnız kalan İngilizler de şanslarını çok fazla zorlamamışlardır.(3)

e) İstanbul’daki tek işgal kuvveti İngilizler değildi. İngilizlerin İstanbul’u tek başına ilhakı, diğer devletlerle rekabet yüzünden de mümkün değildi.

f) İngiliz belgeleri Mustafa Kemal’in baş düşman ilân edildiğinin sayısız örnekleriyle doludur. Mustafa Kemal, en güç günlerde bile Milli Misak’tan ödün vermeyi reddetmiştir. 

Yukarda sıraladığımız târihî olaylardan anlaşılacağı gibi; İngilizlerin İstanbul’dan çekilmesini gerektirecek bir sürü sebep varken, bunları göz ardı edip, işin altında bir kumpas arama iyi niyetle açıklanamaz. Bize göre; bunun altında İstiklâl Savaşı’nı küçültme ve Milli Mücadele’nin kumandanlarını itibarsızlaştırma düşüncesi bulunmaktadır. Bu da düşmanın tezlerini kabul etmek veya en hafif tabirle “düşmanın ekmeğine yağ sürmektir.”



Kaynakça;

Stanford J.Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, E Yayınları,1983, İstanbul
Sina Akşin, Türkiye Tarihi, Çağdaş Türkiye, Cem Yayınevi,1990, İstanbul
Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları,İnkilap, 2010,İstanbul


Zeki Önsöz


https://www.facebook.com/photo.php?fbid=684084841620019&set=a.408722532489586.108533.408719405823232&type=1&theater

4 yorum:

Unknown dedi ki...

Çok zorlama bir yazı olmuş. İngiliz adamlarını bırakıp vazifesini tamamlayıp bando eşliğinde gitti. bir sürü fotoğraf var. hiç yüzlerinde bir üzüntü emaresi yok. adamlar şen şakrak güle oynaya gitmişler.

A. Hüsnü Sezgin dedi ki...

Gitmeyip de ne yapacaklardı? Ortada onlar için "gitmemek" gibi bir alternatif daha mı vardı? "Gitmeme denemesini" İzmir'de yaptılar ve donanma komutanları bizzat Mustafa Kemal Paşa'nın ağzından gereken cevabı aldı ve 24 saat içinde taslarını taraklarını, donanmalarını toplayıp, İzmir'i terk ettiler! Yazılanlarda bir zorlama yok da, asıl sıkıntı, bu gerçekleri kabul etmekte zorlanan sizin vicdanınızda. Öyle olmasa ve dediklerinize gerçekten inanıyor olsaydınız, yorumunuzun altına adınızı rahatlıkla yazabilirdiniz en azından. Geçiniz!..

Unknown dedi ki...

Karşılıklı anlaşma var ne olmasını bekliyirdun

A. Hüsnü Sezgin dedi ki...

Bir önceki yoruma verdiğim cevap, sizin için de geçerli. "Anlaşma var" diyen, o anlaşma her ne ise onu bulur ve belgesini ortaya koyar! Bunu yapamadığı halde, hâla bu konuda ısrarcı olanın söyledikleri ise, o kişinin iftiracı olduğunu ortaya koyar! Daha fazla söze gerek var mı?!..

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.