Hemen söyleyeyim, yazının başlığı Cengiz Çandar'ın "Rojava'da yeni sayfa - Salih Müslim'in ardından..." adlı yazısından alınmadır.
Çandar, her ne kadar başbakanın bu durumunu PYD ile ilişkilendirse de, bizce başbakanın bu "senkronize olamama" durumu sadece o bahsettiği olayla sınırlı değil! Daha önce, "Taksim olayları, bu kadar hırçınlık niye ve bu ülke nereye gidiyor?" başlığıyla kaleme aldığımız yazımızda da dilimiz döndüğünce izaha çalıştığımız üzere, "başbakan, şimdiye kadar Türkiye'nin milli güvenliğini ilgilendiren olayların hangisiyle senkronize olabildi ki?.." diye artık ciddi ciddi sormak ve sorgulamak gerekiyor!..
Şimdi gelelim asıl konuya:
Kamuoyunun zihnini alıştırmak maksadı ile gündemde çok da öne çıkarılmadan ama daima özenle de gündemde tutulan bir konu var. O da, "Apo" nam katilin affı meselesi!
Mâlum, köprülerin altından çok sular geçti. Onun hakkında şimdiki başbakanca sarf edilen "sayın" ifadesi ile milletin hop oturup, hop kalktığı günlerden Apo'nun barış güvercini olduğu günlere geldik! "AK medya"nın bu neticeyi elde etmekte gösterdiği gayreti ise doğrusu kimse inkâr edemez!
Doğrusunu söylemek gerekirse, bir vatandaş olarak içimizde artık "Apo affedilecek mi?" diye bir kaygı da "hamdolsun" ki kalmadı!
Birileri için bir zamanlar imkânsız olan hayaller öyle bir gerçek oldu ki, bunları görünce "Apo affedilse ne olur, affedilmese ne olur" diyesi geliyor insanın!
Başbakandaki bu "senkronizasyon bozukluğu"nu tespit eden ve yıllardır adeta gönüllü bir "Kürtçü" gibi "görev" yapan Cengiz Çandar, gündemdeki olaylardan yola çıkarak lafı ustaca Apo'nun affı meselesine getiriyor ve başbakanın süregelen bu asenkronik durumuna kendince şöyle bir ayar veriyor:
"Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Salih Müslim ya a PYD ile yapılan görüşmeye ilişkin değerlendirmesi farklı. Cuma günü camii çıkışında gazetecilerin sorularını cevaplandırırken, Salih Müslim'in Türkiye'ye gelişine ilişkin olarak, "Bu konuyla ilgili olarak (Rojava) son gelişmeler ve bu konuda alınan bir karar gereği MİT, kendileriyle gerekli olan görüşmeleri yapıyorlar ve bu görüşmeleri yapacakları ve bu konuda attıkları adımın yanlış, tehlikeli adımlar olduğu noktasında da kendilerine gerekli uyarılar bu noktada yapılacak. Çerçevesi budur." dedi.
İnsan bu sözlerden ne anlar?
Salih Müslim, MİT tarafından "uyarılmak" için Türkiye'ye çağrılmıştır. Attığı yanlış ve tehlikeli adımlar konusunda uyarılmıştır. Bunun dışına bir şey konuşulmamıştır.
Anlaşılan Tayyip Erdoğan, PYD konusunda tam anlamı ile "senkronize" olamamış ya da kendince sebeplerle "iç politika hesapları"ndan ötürü gerçeğe tam uymayan mesajlar vermeyi tercih ediyor. Zira, DİHA'ya (Dicle Haber Ajansı) yaptığı açıklamada, Salih Müslim, "Türkiye'ye Dışişleri Bakanlığı'nın daveti üzerine geldim... Yüzyüze Dışişleri yetkilileri ile görüşmelerim oldu. Görüşmelerimiz iyi ve olumluydu... Rojava'a halkın kendi bölgelerinde denetimi ele geçirmesinin üzerinden bir yıl geçti... Artık bir yürütmenin olması gerekiyor. Geçici de olsa bir yürütmenin olması gerekiyor. Bir düzenin oluşması gerekiyor... Bunu anlattık görüşmelerimizde" sözleri ile neler konuşulduğunu ve kendi tutumlarının ne olduğunu anlattı.
En önemlisi de, "görüşmelerde karşılıklı bir anlayış olduğunu" vurgulayarak yaptığı şu ekleme: "Türk yetkililer 'bu sizin hakkınızdır' dediler..."
Salih Müslim'in bu çarpıcı açıklaması ile "görüşmelere" ilişkin Ankara'nın ortaya koyduğu tavrın ne olduğu konusunda Aslı Aydıntaşbaş'ın dünkü Milliyet'teki şu satırları örtüşüyor:
"Salih Müslim'in sürpriz İstanbul ziyaretinde, Ankara tarafından verilen en temel mesaj, Suriye'ye bakışımızda 'Kürt fobisi yok' oldu. Daha yakın zamana kadar, 'Kırmızı çizgilerimiz' edebiyatı tarafından şekillenen Türk dış politikası, bugün artık Irak ve Suriye'eki Kürt varlığını Türkiye'nin bir hinterlandı gibi görme eğiliminde. Yine de, Suriye'deki iç savaşın dolu dizgin devam ettiği günlerde, Ankara'nın kamuoyunda 'PKK'nın Suriye uzantısı' diye anılan PYD'nin liderini İstanbul'a davet etmiş olması, güvenlik ve diplomaside sahiden yeni bir sayfa açıldığının işareti..."
Bu arada, "Suriye'ye bakışımızda Kürt fobisi yok" mesajını, "Rojava-PYD ve 'Devlet'in kronik Kürt allerjisi" başlıklı yazıma gönderilmiş bir tür "düzeltme" olarak "olumlu" biçimde algılıyorum.
Madem, artık Irak ve Suriye'deki Kürt varlığı, bir "tehdit algılaması" konusu olmaktan çıkıp, "Türkiye'nnin hinterlandı" olarak görülüyor, o takdirde Kürtlerin en büyük parçası olan Türkiye'nin Kürtlerini de buna uyan bir bakış açısıyla değerlendirmek şart oluyor.
Yani, bir yandan Kürtlerin temel haklarını bir an önce yasal güvenceye almak, binlerce Kürt tutukluyu serbest bırakmak zorunlu hale geliyor.
Yani, Abdullah Öcalan fotoğraflı bir cep telefonu taşıyan Salih Müslim'i Türkiye'ye davet etmiş ve onunla bölgenin geleceğini tartışmaya başlamışsanız; Abdullah Öcalan'ın mevcut tutukluluk durumunu izah etmek güçleşiyor..."
Yani özetle ve görüldüğü üzere, mevzubahs olan "Kürt meselesi" olunca; Türk'ten, Kürt'ten binlerce insanın vahşice canına kıymış olan bir caninin işlediği suçlar bile "Rojava devrimi" (Batı Kürdistan anlamına geliyormuş...) şerefine(!) görmezden gelinmeli, işlediği suçlardan yargılanıp (idam cezası olmadığı için mecburen) müebbet hapse mahkum edilmiş biri, sanki henüz mahkum olmamış da halen tutuklu imiş-ve hâttâ yeniden yargılansın-gibi bir algı yaratmalı ve onun "tutukluluk durumunu izah etmek" gibi bir absürdlüğü gündeme taşımalı ve böylece onu yeniden yargılamanın yolunu açılmalı...
Peki, bu olur mu olmaz mı?
Bu soruya kulağınıza aşina gelecek bir deyişle cevap verelim:
Liberal solculardan ve Kürtçülerden ne yağdı da onu AKP kabul etmedi ki...
0 yorum:
Yorum Gönder