24 Eylül 2011 Cumartesi

Kuklacının Oyunları ve Pinokyo'nun Halleri


"Hayal kurmak" ve "hayal etmek" çoğu kez aynı anlamda kullanılsa da ikisi de biri birinden farklı kavramlardır. Birincisinde, insanın o an için canı ne istiyorsa onu aklından geçirmesi yeterlidir. İkincisinde ise; (o gün için) gerçekleşmesi fiilen imkânsız olan "niyet ya da emelleri" bir gün gelip gerçek kılmaya yönelik bir "hedef tayini" vardır ve bunun temelinde de mutlaka ki geçerli, tutarlı ve "haklı" gerekçeler olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında, "ülkü" edindiğiniz ve ona ulaşmayı özlemle beklediğiniz şey her ne ise, onun için uzun vadeli ve tutarlı bir eylem içinde bulunuyor olmanız gerekir. Aksi halde, sizin bu niyetinizden haberdar bulunanlar-hele ki, ihtirasları aklının önüne geçmeye meyyal biri iseniz-karşınıza özlediğiniz o fırsatı koyar, koyar ama onun hemen önüne de koca bir çukur kazar da, sizin ondan gözünüzü alamayacağınızı ve o çukuru görmeyeceğinizi iyi bilir. Hülasa, emek vermeden "yemek" olmayacağını ve el eli ile "vuslata" erilmeyeceğini iyi bilmek gerekir!...     
Son zamanlarla hızla tırmanan iç ve dış olayların tozu dumanı içinde her kafadan bir ses çıkarken ve Türk medyasının aklı başında yazarlarına birer ikişer kalemden el çektirilirken, yine de internet üzerindeki mütevazi web sitelerinden seslerini duyabildiğimiz nadir akil kalem erbapları, "akıl sahipleri"ne hitap etmekten-şükür ki-vazgeçmiyorlar. Bunlardan biri olan sayın Fatma Sibel Yüksek'in 24 Eylül 2011 tarihli; "Kuklacının Oyunları ve Pinokyo'nun Halleri" başlıklı makalesini, ben de burada "akıl sahipleri" ile paylaşmayı kendime vazife sayıyorum. Söz, sayın Yüksek'te:   


* * *

Devamını gör...

Kapitalist kriz nedir?

Anti-kapitalist makale ve kitapları ile ses getiren İspanyol felsefeci ve yazar Santiago Alba Rico'nun "Kapitalist Kriz"lere dair yazdığı, kısa ama çarpıcı gerçekleri dile getiren bir makalesi, dünyamızda kim bilir kaçıncı kez yaşanan ekonomik krizleri, sanki hayatın doğal rutininden kaynaklanıyormuşçasına ve adeta "doğal bir afet" imişçesine bizlere sunmaya kalkışarak, kapitalizmin gerçek yüzünü insanlardan saklamaya çalışanların bu gayretlerini mükemmel bir şekilde boşa çıkarıyor. 


Bütün bir insanlığı bir avuç elitin kölesi haline getirmek hedefinde olan kapitalizm, kaçınılmaz krizlerinin çözümü için kendi koyduğu kurallar dışında başka bir çözüm yolu yokmuş gibi davranmaya devam ediyor. Oysa, insanlık artık (liberal) "demokrasi" adı altında "kutsanan" bu soygun düzeninin gerçek demokrasi ile bir ilgisinin olmadığının farkına daha çok varıyor ve "emperyalist soygun"a karşı çıkmanın "demokrasiye karşı çıkmak" demek olmadığını daha iyi anlıyor ve anlatıyor. 


Bundan sonrasında söz, Santiago Alba Rico'da...




Kapitalist kriz nedir? 


Öncelikle kapitalist krizin ne olmadığına bakalım. 

Devamını gör...

22 Eylül 2011 Perşembe

Kana petrol karışınca Libya’ya leş kargaları üşüştü

Yağmaya hücum!.


 Bir gazetenin başığı aynen şu şekildeydi dün: 


“Yes you can!” 


 Utanmadan gaz veriyorlar bir de... “Evet yapabilirsin!” 


Yapamazsan da “no problem”, yaptırırız be abi! 


İsyan nedir, nasıl çıkarılır, kimlerle işbirliği yapılır bir bir anlatır, baktık hâlâ “rolü”nün ne olduğunu kavrayamamışsın, bir de provasını yaptırırız; kostümlü, kostümsüz... 


Bize hepsi uyar! 


Dünkü gazetelere bakılırsa, uymuş da zar: Libyalı muhalifleri Türk özel harekâtçılar eğitiyormuş. “Hedef” ülkeye “gazeteci” kılığında sızdıktan sonra, “isyancı adayları”nın “koç”luğuna başlamışlar: Teknik, taktik... Muhalif ordusu Türkiye’de 


Birkaç gün önce Arslan Bulut da yazdı: Suriyeli muhaliflerin rol dağılımının yapıldığı yer de Türkiye! 


Bu iddianın sahibi genç bir AKP’li! 

Devamını gör...

21 Eylül 2011 Çarşamba

Tasmalı Kölelik !

SAKSON KÖLELERİ!





Sakson köleleri, boyunlarında efendilerinin adının yazıldığı tasmaları taşırlarmış. Ki, sahibinin kim olduğu belli olsun, ona göre muamele görsün! 

Saksön köleliği, milattan önce 3. yüzyıldan itibaren biliniyor. Avrupa kıtasının eski kavimlerinden olan saksonlar Germen asıllıdırlar. Bugünkü Almanya’nın Saksonya eyâletine ad veren bir kavimdir. Ren ile Elbe nehirleri arasında, M.Ö. 3. yüzyıldan beri bulundukları biliniyor. Mîlâttan sonraki ilk yüzyıllarda bölge dışına taşarak, Britanya Adasına, yâni İngiltere’ye gittiler. Britanya Adasının her tarafına yayıldılar; güney ve güneydoğu kısmına hâkim olup sömürge hâline getirdiler. Denizlerde korsanlık yaptılar. Sekizinci yüzyılda dörde bölünüp, parçalandılar. Zulüm, onları da tarih sahnesinden sildi.

Devamını gör...

18 Eylül 2011 Pazar

Maksat "Kürtçülük" olsun!..

Türkiye'de "aydın" olmak, "namuslu" olmak anlamına gelmiyor.


Önemli olan, "insan hakları" denince akıllarına Türklerden başka herkes gelen, "hayvan hakları" dahil, her türlü hakka saygılı olduklarını göstermek için büyük gürültüler koparmaktan sakınmayan "Türkiye'nin bu aydınları(!)", nedense; bırakın "Türk"ün adını ağızlarına almayı, "kimliğinden vazgeçmedikçe" onun varlığına dahi tahammül edemediklerini her fırsatta ortaya koymayı mutlak bir "gereklilik" olarak görüyorlar!..


Bir kaç istisna hariç olmak üzere, içlerinde bir çoğu "marksist/leninist vb." (ve aynı zamanda da kemalist(!)) olan ve dillerinden düşürmedikleri "halkların kardeşliği" sloganı ile, bu ülkenin "kaynaşmış" insanlarını ayrı ayrı tarif etmeyi bir marifet sayarak emperyalizmin ekmeğine yağ süren bu saftirikler, yıllardır sürdürdükleri bu aymazlıklarının ülkeyi ne hale getirdiğine dahi aldırmadan, aynı aymazlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. "Ezilenlerin yanında olmak", onların lügatinde, "ezen Türk"ün karşısında olmakla aynı anlama geliyor. Bunun binlerce örneğinden biri, daha doğrusu en sonuncusu "Emrah Gezer davası"...

27 Aralık 2009'da vuku bulan olayla ilgili "Kürtçe şarkı tartışmasından cinayete.." başlığı ile verilen haber şöyle:


"Ankara'da Çankaya ilçesinde Emrah Gezer adlı genç, arkadaşının doğum gününü kutlamak amacıyla eğlendiği bir barda, Kürtçe şarkı söylediği için tartıştığı Özel Harekat polisi tarafından 3 kurşun ile öldürüldü. Olayın görgü tanıkları, polis memurunun Gezer"i hedef seçerek ateş ettiğini iddia etti. Olay, polis tutanaklarına da “Kürtçe şarkı yüzünden çıkan olay” şeklinde geçti. Diyarbakır"ın Silvan ilçesi nüfusuna kayıtlı 29 yaşındaki Emrah Gezer, 1994 yılından beri yaşadığı Ankara"da söylediği Kürtçe şarkı nedeniyle öldürüldü. İddialara göre olay şöyle gelişti: Emrah Gezer, 27 Aralık"ta Ankara"nın Çankaya ilçesine bağlı Kavaklıdere semtinde bulunan bir barda arkadaşının doğum günü partisine katıldı. Geç saatlere kadar burada eğlenen Gezer, canlı müziğin sona ermesinden sonra arkadaşlarına Kürtçe şarkı söyledi. 

Devamını gör...

14 Eylül 2011 Çarşamba

"Bu iş federasyonla hâllolur" mu?

Akşam gazetesinde yazan Gürkan Hacır, geçen günkü köşe yazısında yakınlarda vefat eden Mihri Belli ile vefatından kısa bir süre önce yaptığı bir röportajdan bahsediyor ve bu röportaj sırasında "Kürt meselesi"ne de değindiklerini ve Belli'nin; "bu iş federasyonla hallolur ve bölünme filan da olmaz" dediğini söylüyor. 


Bunu söylerken de bunun "aklıselim"in bir gereği olarak böyle olacağını (ya da olması gerektiğini) vurguluyor.

Biz de diyoruz ki; peki; "aklıselim" bir şekilde düşünelim ve şu "federasyon" işine bir bakalım. "Federasyon" bu işi çözebilir mi, çözemez mi, bir bakıp görelim ve bu işe de, daha önce altını çizdiğimiz "Anadolu coğrafyası"nın konumunu ele alarak başlayalım. 

Bugün, sadece coğrafi konum itibarı ile bile Anadolu yarımadası, üzerinde "Türk mevcudiyeti" bulunduğu sürece, ikinci bir  "milleti" taşıyacak bir mahiyette değildir. 


Özellikle bölgenin "doğusu"nda, -"özerklik" adı altında dahi olsa- ayrı bir "statü" verilmiş bir bölgenin varlığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için kısa zaman içinde "zayıf karın" haline gelecektir..

Devamını gör...

11 Eylül 2011 Pazar

Kabil'in Sinemaları

Zaman zaman tv haberlerinde, (o da ya El Kaide, Taliban ve Usame bin Ladin adı ile birlikte geçmek şartı ile) varlığından haberdar olduğumuz, bunlar da olmasa çoktan aklımızdan çıkmış olan Afganistan hakkında, çok da bir merak içinde olduğumuz söylenemez.  


Bugün,  küresel hegemonik gücün denetiminde, Hint okyanusu üzerinden Orta Asya içlerine kadar uzayan bir yolun geçiş güzergâhı üzerinde, önemli bir konumda bulunan Afganistan ile ilgili bütün tarihi avantajlarımızı cömertçe bir kenara atıp ondan vazgeçtiğimiz günden beri, başından bin türlü bela eksik olmayan Afganistan ve Afgan halkı, hâlâ normal bir günlük hayat düzenine geçme mücadelesi veriyor. 


Bugün, bu anlamda, bize başkent Kabil'deki günlük yaşamdan bir kesit sunan Jonathan Saruk'un bu bir dizi fotoğrafını, biz de; "Kabil'in Sinemaları" başlığı altında sizlerle paylaşıyoruz.

Devamını gör...

7 Eylül 2011 Çarşamba

Russia-2045 Projesi


1940 yılında, ilk kez Amerikalı Profesör Norbert Wiener tarafından, bir "uçaksavar projesi" çalışması sırasında ortaya atılan "sibernetik" kavramı, Wiener'in 1948 yılında yazdığı "Hayvanlarda ve İnsanlarda Sibernetik veya Kontrol ve İletişim" adıyla yayınladığı kitabıyla bütün dünyaya yayılmıştı. 


Bu kavram, teknik cihazlarda ve insan dahil diğer bütün yaşam formlarında sinyal iletişimi, bu sinyallerin ayarlanması ve düzenlenmesine dair çalışmaları içermektedir. 


Daha sonraki çalışmalarla, "Cyborg" adı verilen, "yarı canlı-yarı makina formları" oluşturma aşamasına gelen sibernetik bilimi, bugün çok daha ileri bir noktaya ulaşmak üzere. "Russia-2045" adı verilen proje, emsallerinden çok daha farklı bir noktadan hareket ediyor. Çağlar boyunca "ölümsüzlüğü" arayan insanoğlu, bunun çaresini, hep "mevcut bedenin ömrünü uzatmakta" aramıştı. Fakat "Russia-2045" projesi, bu bakış açısını radikal bir şekilde değiştiriyor ve konuya çok daha farklı bir noktadan yaklaşıyor. Nasıl mı? 

İşte o makale:

Devamını gör...

6 Eylül 2011 Salı

İsrail, yardım gemilerini böyle durduracak

İsrail'in, epey bir zamandır, bölgedeki konumunu muhafaza etmek ve güçlendirmek için konvansiyonel çatışmalara gerek bırakmayacak teknolojilere yöneldiği
gözlenmekte. 


Daha önce duyurduğumuz üzere, İran'ın nükleer çalışmalarını silahlı bir saldırı ile durdurmak yerine, yeni bir bilgisayar virüsü geliştirerek bundan yararlanması, bunun ilk işaretlerinden biriydi. "Israel Defense" dergisinin 4 Eylül 2011 tarihli haberine göre, bu türden bir çalışma da, bu defa Gazze'ye yardım götüren gemiler konusunda yapılıyor. 


Haber şöyle:   


"İsrail Savunma Bakanlığı, Gazze'ye yaklaşacak büyük gemileri, Mavi Marmara örneğinde de olduğu gibi, herhangi bir askeri harekete, bombalamaya ya da gemileri batırmaya gerek kalmadan onları daha açık denizdeyken durduracak bir teknoloji geliştirilmesi için bir kaç yabancı ve yerli güvenlik firmasından teklif istedi. 


"Israel Defense" dergisinin internet sitesinde; "Mission Impossible" başlığı altında verilen haberde, "bu gemileri batırmaya ve zor kullanarak gemilere çıkıp onları durdurmaya ya da ateş açarak ya da sualtı bomba ve benzeri patlama cihazlarına ihtiyaç kalmadan durdurmanın en iyi yolu, onların motorlarını durdurmaktır" deniliyor.

Devamını gör...

5 Eylül 2011 Pazartesi

"İsrail Doğu Akdeniz'de Sahibini Bile Isırmıştı"

Bugünlerde malûm, İsrail ve Türkiye arasında oldukça soğuk rüzgârlar esmekte.
                                                                                               "Bölgenin ağabeyliği" rolüne soyunmayı "geç kalınmış bir iş" olarak gören büyüklerimiz, yılların "açığını" tez zamanda kapatmaya kararlı görünüyorlar!..


"Komşularla sıfır sorun" politikasının, politika değil bir hayâl olduğu gizlenemez olunca, bilhassa iç politika bakımından verimli bir malzeme olan "İsrail'e haddini bildirme işi" yeniden gündeme alınmış görünüyor.


Öyle ya, bir taraftan İran'a karşı "füze kalkanı projesi" gerçek olurken, hemen bunun arkasından şimdi de Karadeniz sahillerimizde 
konuşlandırılacak NATO Radar Sistemleri dayatılmaya başlandı bile!..


İsrail ile her alanda çıkar birliği içinde olan ABD'nin istekleri adeta emir kabul edilirken, İsrail'e kafa tutmak da neyin nesidir diye sormaktan doğrusu insan kendini alamıyor!..


Bir de şu var; "BOP Projesinin eşbaşkanlarından biri de biziz" diyen sayın Başbakanımız, "diğer eşbaşkanın" İsrail olduğunu nasıl unutur ki?!.. 


Eğer gerçekten "eşbaşkanlıklar arası"nda bir sorun varsa, bunun kaygısını; bunlara bu görevi veren "büyük patronları" çeksin diyeceğiz ama bu işin "faturası"nın da (her zaman olduğu gibi) bize çıkacağı neredeyse mukadder olduğundan, ister istemez burada durup, kafayı bir kaşıma ihtiyacı duyuyoruz.. Gerçi, bu türden "yüksek politikalara" aklımız ermez. Ermediği için de, önce sayın hükümetimize Karacaoğlan'dan iki mısra okuyarak bu konuyu noktalayalım ve arkasından da asıl konumuza, geçmişte yaşanmış önemli bir olayı aktarmaya geçelim.


Şöyle diyor Karacaoğlan:

Devamını gör...

4 Eylül 2011 Pazar

Mustafa Kemal Filistin Cephesinden Kaçtı mı? (2)

Yazı dizimizin bu üçüncü bölümüne başlamadan önce kısa bir "kronolojik" hatırlatma yapmakta fayda görüyoruz:

Mustafa Kemal, 7 Mart 1917'de karargâhı Diyarbakır'da bulunan 2.Ordu Komutan Vekilliliğine atandıktan sonra Hicaz Kuvveyi Seferiyesi Komutanlığına getirilmek istenmiş, ancak bunu kabul etmeyince 5 Temmuz 1917'de Yıldırım Orduları Grubu emrinde bulunan Halep'teki 7.Ordu Komutanlığına atanmıştı. Mustafa Kemal 20 Eylül 1917'de 7. Ordu Komutanı sıfatıyla, İstanbul'a; memleketin ve ordunun durumunu açıkça ortaya koyan bir rapor gönderdi ve görüşlerinin dikkate alınmamış olması sebebi ile de 6 Ekim 1917'de de, 7. Ordu Komutanlığı'ndan istifa ettiğini bir yazı ile Enver Paşa'ya bildirdi. Akabinde de, 15 Ekim 1917'de, 2. Ordu komutanı sıfatı ile izinli olarak İstanbul'a döndü.

9 Aralık 1917'de İngilizler Kudüs'ü işgal ettiklerinde, M. Kemal, veliaht Vahdettin'in "yaver"i olarak ona Almanya seyahatinde eşlik ediyordu. 

(Bunun özellikle altını çizdik ki, bugün Kudüs'ün elimizden çıkmasından Mustafa Kemal'in sorumlu olduğu yalanına inanan maalesef bir çok insan var!..) 

Devamını gör...

2 Eylül 2011 Cuma

Mustafa Kemal Filistin cephesinden kaçtı mı?

("I. Dünya Savaşını bize kaybettiren büyük hatamız!.." başlıklı yazımızda, Filistin Cephesi'ndeki bozgunu hazırlayan nedenlere değinmiş ve Mustafa Kemal'in bu bozgunu, İngilizlerle anlaşmış(!) olduğu için bilerek(!) sağladığı iddialarının geçersizliğini ortaya koyan tarihi gerçekleri "Mustafa Kemal Filistin cephesinden kaçtı mı?" başlığı altında ortaya koyacağımızı söylemiştik. İşte bugün, bu konuya, kaldığımız yerden devam ediyor önce iddiaları ve sonra da Mustafa Kemal'in "kaçtığı" iddia edilen Filistin Cephesinin o günkü durumunu ortaya koyarak işe başlamak istiyoruz.


* * *


Milliyetçi muhafazakar kesim tarafından "üstad" olarak kabul edilen Necip Fazıl Kısakürek, "Dedektif X" mahlası ile makaleler yazdığı "Büyük Doğu" dergisinin 8 Eylül 1950 tarihli, 25. sayısının 3. sayfasında, "Filistin cephesinin çöküşü"nü 19 madde halinde ele aldığı bir makale var. Bu türden iddialara dayanaklık etmesi ve referans(!) gösterilmesi bakımından, bu 19 maddelik "iddia"yı buraya alıyoruz:


"1 — Birinci Cihan Harbinde İmparatorluğun çöküşü, Filistin cephesinin birdenbire yıkılmasiyle olmuştur.


2 — Evet, Birinci Cihan Harbinde Filistin cephesi birdenbire yıkılmış; bu cephe üzerinde her şey, müthiş bir bozgun ve misilsiz bir panik kasırgasiyle altüst olmuş ve neticede bu iş, bütün felâketler bilançosunun yekûn hattını çekerek Türk vatanının istilâsına ve Mondros esaret senedinin imzasına kadar götürmüştür.


3 — Acaba Filistin cephesinin âni çöküşü, 4 küsur yıllık Birinci Cihan Harbinin her gün üstüste yığılan faciaları sonunda zuhura gelmiş tabii bir netice midir; yoksa bununla beraber ve bilhassa bundan kuvvet alarak araya giren bir kast ve menfi irade mahsulü müdür???


4 — Biz, bütün bir tarih seyrini değiştirecek kadar mühim bu sualin cevabını şöylece veriyoruz ki, imparatorluğu birdenbire dize getiren Filistin cephesinin çöküşü, üstüste yığılı facialar neticesinde, fakat bu faciaların kötü akıbetini biraz daha uzatmanın pekâlâ mümkün bulunduğu bir anda, bulanık şartlardan kuvvet alarak araya girici bir kast ve menfi irade neticesi olarak meydana gelmiştir. Yani, imparatorluğun, o günkü Türk vatanının çöküşünü çabuklaştırıcı bir kast ve menfi irade karşısındayız. Artık siz bunun mânasına ne isim verirseniz veriniz!

Devamını gör...
 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.