1 Temmuz 2011 Cuma
MHP'nin Açmazları (1)
Ülkenin içinde bulunduğu durum itibarı ile kendilerine büyük umutlar bağlanan iki muhalefet partisinden biri olan "Milliyetçi Hareket Partisi", şu hali ile kendisinden umulanın ya da beklenenin onda birini bile veremiyor desek bir çok vatandaşa göre, az bile demiş olacağız.
Devlet Bahçeli'nin genel başkanlığı ile beraber MHP'de gözlenen "değişimin" aslında bir gelişmenin eseri değil yeni siyasi konjonktürü okuyamamaktan, ya da kendi ilkelerini yorumlayamamaktan kaynaklanan bir şaşkınlıktan başka bir şey olmadığı artık açıkça anlaşılıyor... Bir bakıma, AKP gibi, dinsel değerleri öne çıkaran bir siyaset anlayışına sahip bir siyasi partinin tek başına iktidar olması, bir muhalefet partisi olarak MHP'nin savunduğu değerlere ne derece sahip çıkıp, onları ne derece benimsediğinin, ya da daha doğru bir deyişle, MHP'yi MHP yapan ilkelerin reel siyaset düzleminde ne derece etkili ve gerçekçi olduğunun anlaşılmasını da sağlamış oluyor. Bununla ne demek istediğimizi daha iyi anlatabilmek için, bu noktadan itibaren konuyu açmaya başlamamız ve karşılaşacağımız gerçekleri bir bir sıralamamız gerekiyor.
Öyle ise başlayalım:
1969 Adana Kongresi ile Milliyetçi Hareket Partisi adını alan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, bu kongrenin sonunda "Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız" sloganı ile "Türk-İslam Ülküsü" benimsemiş ve "Türkçü" bir parti olan CKMP'nin MHP adını alması ile "Tanrı Türk’ü Korusun" sloganı da yerini "Kanımız aksa da zafer İslamın!.." sloganına bırakmıştı... Bundan başka, (cemaat ve şeyhlerin oy potansiyelinden faydalanmak maksadı ile) parti binalarından Atatürk resimleri indirilmeye başlanmış, Alparslan Türkeş, "Türkçü Adsızcı"lar tarafından "utangaç Kemalist" olarak anılmaya başlamıştı. "Türk İslam Ülküsü" ise zamanla "Türk-İslam Sentezi"ne dönüşecek, daha sonra; "Bozkurtlar"ın "Ülkücüler"e dönüşmesi yeterli gelmemiş olacak ki, 1993'de MHP (o zaman MÇP) içinden kopan Muhsin Yazıcıoğlu başkanlığındaki bir gurup Büyük Birlik Partisi'ni kuracak ve bu partiye geçen "Ülkücüler" de "Alperenler" adını alacaktı.
Maksadımız, MHP'nin tarihini yazmak değil bu bilgilerin Türkiye'nin siyasi hayatında ne gibi bir etki yarattığına bakmak olduğu için şimdilik bu kadarı ile yetiniyor ve hemen geldiğimiz şu noktada, MHP'nin siyaseten arz ettiği genel görüntüye bir göz atmak istiyoruz:
Bugün için Türkiye'de siyasete yön veren üç büyük siyasi aktörden biri olan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bugün karşı karşıya kaldığı "değişim(!) baskısı" karşısında "mütereddid" bir halde sendeleyip duran MHP, tam anlamı ile "iki cami arasında bînamaz" bir vaziyet arz etmektedir.
ABD'nin, malûm "11 Eylül" hadisesini bahane ederek bütün dünyaya çektiği; genelde dünyanın, özelde ise Orta Doğu coğrafyasının "yeniden tanzimi"ne dair "ihtarname" ve bu ihtarnamenin bir gereği olarak Türkiye'de kurulduğu anlaşılan ve kurulur kurulmaz da "iktidar olan", "İslamî motiflerle bezenmiş" bir siyasi parti, MHP'nin varlık sebebi olan "Türk-İslam Ülküsü"nün sırtını kolayca yere getirmeye yetmiştir. Zira, (şahsi gözlemlerimiz de dahil olmak üzere) güçlü bir şekilde iktidara gelen AKP'ye oyları ile destek verenler içerisinde, azımsanamayacak miktarda "mütedeyyin MHP'li" oyu ve ondan da daha fazla BBP'li oyu vardır. MHP'ye gitmeyen bu "MHP oyları"nın eksikliği, halihazırda siyaset sahasından "silinmiş" olan DYP ve ANAVATAN partililerin oyları ile tamamlanmış, bu oylara "Baykal faktörü" sebebi ile CHP'ye gitmeyen bir miktar CHP'li oyu, küçük de olsa bir katkı sağlamıştır.
MHP yönetiminin, bu hususun ne kadar farkında olup olmadığını anlamak için muhtelif siyasi gelişmeler karşısında takındıkları tavırlarının ne olduğuna bakmak gerekir. Bunlar içinde de en çarpıcı olanı ve en hatırda kalanı, 22 Temmuz seçimlerinden hemen sonra Devlet Bahçeli'nin, yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde -("halkın iradesine olan saygı"sından hareketle ve de kendisine oy veren muhalif vatandaşların "irade"lerini yok sayıp, onlara "saygısızlık etmek" pahasına!..)- AKP'lilerin; diledikleri(!) adayı -(kendilerine danışılmasına gerek olmadan)- cumhurbaşkanlığına aday gösterebileceklerini ve kendilerinin de buna herhangi bir itirazı olamayacağını alelacele ve açıkça beyan edivermesidir. Tayyip Erdoğan'ı bile hayrete düşüren bu durumu fırsat bilen "cemaat" de derhal harekete geçerek "Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül" sloganları ile Kayseri meydanlarına dökülmüş, cumhurbaşkanlığı adaylığını gönlünden geçirdiği halde, Erdoğan'a rağmen bunu nasıl açıklayacağını bilemeyen Abdullah Gül'e de, adaylığını, böylece bir "oldu-bitti"yle açıklama şansı verilmiştir.
Bahçeli'nin bu pasını iyi değerlendiren Abdullah Gül, "halkın kendisine gösterdiği bu teveccühü(!)" karşılıksız bırakamayacağını "derhal" beyan ederek, cumhurbaşkanlığına aday olduğunu "açıklayıvermiş"tir. Abdullah Gül'e böylece "cumhurbaşkanlığı yolunu" açan Devlet Bey, Tayyip Bey'e ise; "Abdullah bey kardeşinin" adaylığını yutkunarak "hayırlamaktan" başka bir şans bırakmamıştır...
Yukarıda verdiğimiz örnekte de görüldüğü üzere, Bahçeli ve ekibinin MHP'yi ,"kavgacı"(!) bir siyaset uslûbundan uzak tutmak ve "demokrasi aşığı bir siyasi parti" olarak tanıtmak uğruna ortaya koyduğu tavır ve tutumlar, "ülke sorunları" ile "emperyalist niyetleri" birbirinden ayırmakta MHP yönetiminin ne kadar "yetersiz" kaldığına açık bir delildir ve bu "kadro"nun, bu "yetersizlikleri" ile MHP'yi ve Türkiye'yi "nerelere" sürükledikleri, kendileri tarafından değilse bile MHP camiası tarafından artık görülmek durumundadır.
Devamı için tıklayınız: MHP'nin Açmazları (2)
Devlet Bahçeli'nin genel başkanlığı ile beraber MHP'de gözlenen "değişimin" aslında bir gelişmenin eseri değil yeni siyasi konjonktürü okuyamamaktan, ya da kendi ilkelerini yorumlayamamaktan kaynaklanan bir şaşkınlıktan başka bir şey olmadığı artık açıkça anlaşılıyor... Bir bakıma, AKP gibi, dinsel değerleri öne çıkaran bir siyaset anlayışına sahip bir siyasi partinin tek başına iktidar olması, bir muhalefet partisi olarak MHP'nin savunduğu değerlere ne derece sahip çıkıp, onları ne derece benimsediğinin, ya da daha doğru bir deyişle, MHP'yi MHP yapan ilkelerin reel siyaset düzleminde ne derece etkili ve gerçekçi olduğunun anlaşılmasını da sağlamış oluyor. Bununla ne demek istediğimizi daha iyi anlatabilmek için, bu noktadan itibaren konuyu açmaya başlamamız ve karşılaşacağımız gerçekleri bir bir sıralamamız gerekiyor.
Öyle ise başlayalım:
1969 Adana Kongresi ile Milliyetçi Hareket Partisi adını alan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi, bu kongrenin sonunda "Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslümanız" sloganı ile "Türk-İslam Ülküsü" benimsemiş ve "Türkçü" bir parti olan CKMP'nin MHP adını alması ile "Tanrı Türk’ü Korusun" sloganı da yerini "Kanımız aksa da zafer İslamın!.." sloganına bırakmıştı... Bundan başka, (cemaat ve şeyhlerin oy potansiyelinden faydalanmak maksadı ile) parti binalarından Atatürk resimleri indirilmeye başlanmış, Alparslan Türkeş, "Türkçü Adsızcı"lar tarafından "utangaç Kemalist" olarak anılmaya başlamıştı. "Türk İslam Ülküsü" ise zamanla "Türk-İslam Sentezi"ne dönüşecek, daha sonra; "Bozkurtlar"ın "Ülkücüler"e dönüşmesi yeterli gelmemiş olacak ki, 1993'de MHP (o zaman MÇP) içinden kopan Muhsin Yazıcıoğlu başkanlığındaki bir gurup Büyük Birlik Partisi'ni kuracak ve bu partiye geçen "Ülkücüler" de "Alperenler" adını alacaktı.
Maksadımız, MHP'nin tarihini yazmak değil bu bilgilerin Türkiye'nin siyasi hayatında ne gibi bir etki yarattığına bakmak olduğu için şimdilik bu kadarı ile yetiniyor ve hemen geldiğimiz şu noktada, MHP'nin siyaseten arz ettiği genel görüntüye bir göz atmak istiyoruz:
Bugün için Türkiye'de siyasete yön veren üç büyük siyasi aktörden biri olan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bugün karşı karşıya kaldığı "değişim(!) baskısı" karşısında "mütereddid" bir halde sendeleyip duran MHP, tam anlamı ile "iki cami arasında bînamaz" bir vaziyet arz etmektedir.
ABD'nin, malûm "11 Eylül" hadisesini bahane ederek bütün dünyaya çektiği; genelde dünyanın, özelde ise Orta Doğu coğrafyasının "yeniden tanzimi"ne dair "ihtarname" ve bu ihtarnamenin bir gereği olarak Türkiye'de kurulduğu anlaşılan ve kurulur kurulmaz da "iktidar olan", "İslamî motiflerle bezenmiş" bir siyasi parti, MHP'nin varlık sebebi olan "Türk-İslam Ülküsü"nün sırtını kolayca yere getirmeye yetmiştir. Zira, (şahsi gözlemlerimiz de dahil olmak üzere) güçlü bir şekilde iktidara gelen AKP'ye oyları ile destek verenler içerisinde, azımsanamayacak miktarda "mütedeyyin MHP'li" oyu ve ondan da daha fazla BBP'li oyu vardır. MHP'ye gitmeyen bu "MHP oyları"nın eksikliği, halihazırda siyaset sahasından "silinmiş" olan DYP ve ANAVATAN partililerin oyları ile tamamlanmış, bu oylara "Baykal faktörü" sebebi ile CHP'ye gitmeyen bir miktar CHP'li oyu, küçük de olsa bir katkı sağlamıştır.
MHP yönetiminin, bu hususun ne kadar farkında olup olmadığını anlamak için muhtelif siyasi gelişmeler karşısında takındıkları tavırlarının ne olduğuna bakmak gerekir. Bunlar içinde de en çarpıcı olanı ve en hatırda kalanı, 22 Temmuz seçimlerinden hemen sonra Devlet Bahçeli'nin, yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde -("halkın iradesine olan saygı"sından hareketle ve de kendisine oy veren muhalif vatandaşların "irade"lerini yok sayıp, onlara "saygısızlık etmek" pahasına!..)- AKP'lilerin; diledikleri(!) adayı -(kendilerine danışılmasına gerek olmadan)- cumhurbaşkanlığına aday gösterebileceklerini ve kendilerinin de buna herhangi bir itirazı olamayacağını alelacele ve açıkça beyan edivermesidir. Tayyip Erdoğan'ı bile hayrete düşüren bu durumu fırsat bilen "cemaat" de derhal harekete geçerek "Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül" sloganları ile Kayseri meydanlarına dökülmüş, cumhurbaşkanlığı adaylığını gönlünden geçirdiği halde, Erdoğan'a rağmen bunu nasıl açıklayacağını bilemeyen Abdullah Gül'e de, adaylığını, böylece bir "oldu-bitti"yle açıklama şansı verilmiştir.
Bahçeli'nin bu pasını iyi değerlendiren Abdullah Gül, "halkın kendisine gösterdiği bu teveccühü(!)" karşılıksız bırakamayacağını "derhal" beyan ederek, cumhurbaşkanlığına aday olduğunu "açıklayıvermiş"tir. Abdullah Gül'e böylece "cumhurbaşkanlığı yolunu" açan Devlet Bey, Tayyip Bey'e ise; "Abdullah bey kardeşinin" adaylığını yutkunarak "hayırlamaktan" başka bir şans bırakmamıştır...
Yukarıda verdiğimiz örnekte de görüldüğü üzere, Bahçeli ve ekibinin MHP'yi ,"kavgacı"(!) bir siyaset uslûbundan uzak tutmak ve "demokrasi aşığı bir siyasi parti" olarak tanıtmak uğruna ortaya koyduğu tavır ve tutumlar, "ülke sorunları" ile "emperyalist niyetleri" birbirinden ayırmakta MHP yönetiminin ne kadar "yetersiz" kaldığına açık bir delildir ve bu "kadro"nun, bu "yetersizlikleri" ile MHP'yi ve Türkiye'yi "nerelere" sürükledikleri, kendileri tarafından değilse bile MHP camiası tarafından artık görülmek durumundadır.
Devamı için tıklayınız: MHP'nin Açmazları (2)
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Cuma, Temmuz 01, 2011
Etiketler: Türkiye'de Siyaset ve Siyasi Kültürümüz
Posts Relacionados
0 yorum:
Yorum Gönder