15 Temmuz 2011 Cuma

MHP'nin Açmazları (3)

Buraya kadar söylediklerimizi toparlayacak olursak; "sağlam bir ideolojiye sahip olmayan siyasi partiler, halihazırdaki ya da gelecekte gerçekleşmesi muhtemel sorunlar karşısında aciz kalmaya mahkûmdurlar" diyebiliriz. Zira, varlık sebeplerinin ne olduğunu bilemeyenler; "ne için" hizmetlerine talip olduklarını vatandaşlarına izah edemezler!.. 


İşte bu yüzdendir ki, iktidardaki o "özel partiye" bakarak kafası karışan şaşkın muhalefetin o külyutmaz(!) siyasetçileri, muhalefet ettikleri "parti"nin benimseyip uyguladığına kanaat getirdikleri; "küreselleşen(!) dünyadaki "yeni siyaset" anlayışının kodlarını "nihayet"(!) çözmüş olmalılar ki, kendileri de, semt pazarındaki pazarcılar gibi; "..madem onlar şunun yanında bunu bunu veriyorlar, öyleyse biz de bunun yanında size şunu da veriyoruz ey vatandaş!.." tarzında "siyasi promosyon" işlerine girişiyor ve bu "promosyonların" kendilerine "iktidar olma şansı" verebileceğini zannederek, bütün umutlarını bu tarz bir siyasete(!) bağlayabiliyorlar!.. 


Ne ise, başlı başına bir inceleme konusu olacak kadar "garabet" arz eden bu sakat anlayışın üstüne bir çizik çekip, dönelim tekrar asıl konumuza...


Türkiye'de hakikaten vatanı ve milleti için "siyaset" yapmaya soyunanlar şu hususu iyi bilmelidirler ki, bu ülkede birbirleri ile sürekli olarak çatışma içinde olmuş "iki ana gurup" vardır. Bu çatışma da; sanılanın aksine, sağ ya da sol görüşe sahip olanlar arasında değildir. Tam tersine, bu çatışma; çarpık ve teslimiyetçi bir din anlayışının esiri olarak Türkiye Cumhuriyeti ile “hesaplaşmayı” kendileri için “mukaddes(!)” bir vazife olarak görenler ile Türkiye Cumhuriyeti’ni ve onun temel ilkelerini benimsemiş ve kendilerini “Türk” olarak tanımlayıp, bu cumhuriyeti korumak ve kollamakla kendilerini yükümlü hissedenler arasında süregelen bir çatışmadır. Aradaki, kendilerini sağda ya da solda görüp de “cumhuriyetin temel ilkeleri”nden bîhaber bir vaziyette şuraya buraya savrulmuş kimi uçuk kaçıkları bir kenara koyarsak, bu iki gurubun varlığı bariz bir şekilde ortada durmaktadır. Ancak acı olan şudur ki, "cumhuriyet karşıtlığı"nı ortak payda olarak kendilerine yeterli gören kimi liberal solcular ve benzerleri, günahları kadar sevmedikleri "dinciler" ile bu uğurda derhal ittifak yapabiliyorken, kendilerini "cumhuriyet taraftarı" olarak tarif edenler, ortada duran bu apaçık gerçeğe rağmen, birbirlerini hala eski günlerdeki gibi şüpheli gözlerle süzmeye devam edebiliyorlar?!.. Bu büyük "gafletten" en büyük paya farkında bile olmadan talip olan taraf ise ne yazık ki MHP camiası oluyor!.. 


MHP'ye gönül vermiş insanların, genelde "sol"a, özelde ise "CHP"ye karşı  içlerinde taşıdıkları bu soğukluk, "cumhuriyet karşıtlarının" işlerini oldukça kolaylaştırmakta, en kritik karar anlarında, "sağcılık" ve "İslam" kartlarının açılması ile, MHP'liler adeta far ışığına yakalanmış tavşanlar gibi oldukları yerde öylece kalakalmakta ve "konu ne olursa olsun" kendilerini bir anda "sağcı/dinci" cenaha omuz verir bir halde buluvermektedirler. Bu durumun yakın geçmişte yaşanmış örnekleri, bütün canlılığı ile hala hafızalardadır. Bunlardan bir örnek olmak üzere aşağıda nakledeceğimiz olay, anlatmaya çalıştığımız hususları fazlası ile anlatan bir vakıadır ve "ilgililerince" iyi tahlil edilmelidir:


Aşağıda aktaracağımız olayı, Milliyet Gazetesi yazarlarından Melih Aşık, 16 Ekim 2009 tarihli köşesinde "Tuhaf Muhalif!" başlığı ile okurlarına duyururken şöyle diyordu:


"Devlet Bahçeli, özellikle son zamanlarda iktidara karşı son derece sert muhalefet yapıyor. Veya öyle görünüyor. Acaba öyle mi? 

İnsan Hakları Komisyonu Üyesi CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin anlatıyor:


“Bizim komisyonumuzun yasasına göre başkanlık divanı üyelikleri partilerin oy oranına göre dağıtılır. Buna göre başkan ile bir başkan vekilinin AKP’den, diğer başkan vekilinin bizden, kâtip üyeliğinin MHP’den olması gerekir. Ama MHP, iki dönemdir AKP ile kapalı kapılar arkasında anlaşıyor... Onların oy desteğiyle bizim hakkımız olan başkan vekilliğimizi gasp ediyor. Çarşamba günü yenilenen seçimde de aynı şeyi yapınca dayanamadım... Sizin muhalefetiniz sanaldır, fasafisodur, diyerek toplantıyı terk ettim. Ha, hemen söyleyelim; komisyonumuzdaki AKP - MHP işbirliği sadece seçimlerimizle sınırlı değil. Gündemimize gelen bütün konularda AKP’liler ne yönde oy kullanırsa MHP’liler de aynı yönde oy kullanıyor...
"


MHP'nin bu "eğilimi" o kadar bariz bir hal alıyor ki; o günlerde "avaztürk" adlı internet sitesinde yazan Müyesser Yıldız, 12 Nisan 2010 tarihli makalesinde, bu aynı "yara"ya parmak basıyor ve makalesini: "CHP Lideri Baykal dahi AKP’ye karşı ortak hareket etme çağrısında bulunup, “Bize oy vermeniz şart değil, yeter ki AKP’yi desteklemeyin” dediğini hatırlatsam, acaba birileri “titreyip, kendine döner” mi ki?" sözleri ile noktalıyordu...


12 Haziran 2011 seçimlerinde; "ne MHP, ne de CHP'nin tek başına iktidar olamayacağını gören bir çok MHP'li seçmenin, muhtemel bir CHP/MHP koalisyonundan ürkerek AKP'ye yöneldiği" gerçeği ile Yargıtay ve Danıştay gibi, henüz iktidarın eline geçmemiş "son iki yüksek mahkeme"ye yapılmaya çalışılan operasyona, "sırf CHP ile yan yana görünmemek uğruna" MHP'nin verdiği destek, manidar bir şekilde birbirleri ile bakın nasıl örtüşüyor:    


"‘Yargıtay ve Danıştay’a yeni daire açılması’ ile ilgili tasarıyı durdurmak için başka çare kalmadığını gören CHP’li Adalet Komisyonu üyeleri (5 milletvekili), böylesine hayati bir tartışmada AKP’li üyelerin “konuşma sürelerini 5 dakikayla sınırlandırması üzerine” Komisyondan topluca istifa etmişler. “Bir parti grubunun tümüyle çekilmesi halinde Komisyon’un yeni üyeler seçilinceye kadar çalışamaması” gibi bir kural olmasına rağmen MHP’li üyelerin desteğiyle çalışmaya devam edilmiş.(Oysa ‘HSYK üyelerini kendilerinin seçeceği referandum sonrasına kadar’ bu kurulun çalışmaları Adalet Bakanı ile müsteşarının katılmamasıyla nasıl engellenmişti.)


MHP’nin bu hatası tarihe geçecek ve hiç unutulmayacak bir hatadır. Ülkenin “bireysel ve siyasi yanlış kararları, yanlış adımları önleyebilecek, denetleyebilecek tüm yüksek mahkemeleri” iktidarın emrine girdiğinde MHP dahil her parti, her görüş, her vatandaş güvenliğini tümüyle yitirmiş olacaktır."* 


* * *

Bir tarafta "Türk-İslam Sentezi" ile kafası karıştırılmış ve böylece cumhuriyetin "laiklik ilkesi" ile karşı karşıya getirilerek yönü şaşırtılmış Türk milliyetçileri(!), öte yanda "MHP"yi belirli bir çizgide tutmaya memur edilmiş kimi "görev adamları", diğer bir tarafta MHP'nin bu haline kafa yormaya gerek bile görmeyen ve olur ya "hasbelkader" MHP bir "koalisyona" ortak olur, ya da bir belediye başkanlığı elde eder ise oradan "cep doldurmayı" ümitle bekleyen ve bu nedenle de kendilerine bu işlerinde mani olabilecek kimseleri daha baştan MHP'ye yaklaştırmamakla kendini görevli sayan kimi MHP "gedikli"lileri(!).. 


Daha söyleyecek çok şey varsa da, bu kadarının meramımızı anlatmaya kâfi geleceğini ümit ederek, Fatma Sibel Yüksek hanımefendinin 15 Eylül 2010 tarihli Kent Gazetesinde yazdığı makalesindeki; 

""Cemaat ve AKP, MHP tabanında oyun çevirdi; sinsice partinin altını oydular" saptaması bu aşamada dertlere çare olmayacaktır. Sorunun daha derinde olduğu anlaşılıyor. AKP ve cemaatin MHP tabanında sinsi bir çalışma yapmış olduğunu kabul etsek bile, takdir edilsin ki ortada bir zaaf olmasaydı böyle bir çalışma başarılı olamazdı."

satırlarını "son sözümüz" olarak buraya alalım ve gerisini de, kendilerine sürekli olarak "biz niye birleşemiyoruz" diyen soran "Türk Milliyetçileri"nin takdirine bırakalım... 



----------------------------------

*(Ruhat MENGİ / VATAN GZT. / 31 Ocak 2011)


  

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.