7 Ocak 2011 Cuma

"Unsur-u hakimi Türk olan bu vatanda Türklerle tevhidi mukadderat etmek"

Yukarıdaki tanımlama, Mustafa Kemal Paşa'nın; 2 Şubat 1923, İzmir İktisat Kongresi öncesinde söylediği: “… Unsur-u hakimi Türk olan bu vatanda Türklerle tevhidi mukadderat etmiş sadık bazı unsurlarımız vardır ki, bilhassa Yahudiler, bu millete ve bu vatana sadakatlerini ispat ettiklerinden, şimdiye kadar müreffehen imrar-i hayat etmişler ve bundan böyle refah ve saadet içinde yaşayacaklardır” sözlerinden alınmış bir tanımlamadır ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni var eden iradenin ortaya koyduğu "Müdafaa-i Hukuk" ideolojisinin, Türkiye toprakları üzerindeki "Milli Hakimiyet" anlayışının ne olduğuna dair açık bir delil mahiyetindedir.

"Unsuru hakimi Türk olan bu vatanda Türklerle tevhidi mukadderat etmek", yani: "Hakim unsuru Türk olan bu vatanda yaşayan ve Türklerle kader birliği etmiş diğer sadık unsurlar..."

Bu kadar açık ve net!


Şimdi, dışardan aldıkları destekle, ayrı bir "millet" olduklarını öne sürerek, bu vatan toprakları üzerinde "iki dilli bir kamu yönetimi"ne dayalı ve öncesinde federatif bir yapılanma, sonrasında ise kendi başına, sözde bağımsız bir devlete dönüştürülmesinin ilk adımı olarak planlandığı açık olan "özerklik" taleplerini dillendirenler, bu cumhuriyet kurulurken "diğer unsur" olarak dahi tanımlanmadıkları halde, eğer kendilerini halen "diğer unsurlardan biri" olarak görüp bunda ısrar ediyorlar ve-bu konudaki düşüncelerini ifade eden malûm beyanlarına da istinaden-böylece kendilerini, kendi elleri ile "...diğer sadık unsurlar" tanımlamasının dışına çıkarmış oluyor iseler, bu defa bu cumhuriyet, diğer “sadık unsurlar”ın gösterdiği “sadakatı” kendilerinden de bekler!.. Bu sebepten, böyle bir talebi(!) dillendirmeden önce bu hususu iyi bilmeleri gerektiğini ve söz konusu taleplerinin bir "hak" çerçevesinde ele alınabilecek ve "hukuk konusu" edilebilecek bir “talep” olamayacağını kendilerine hatırlatmak isteriz.

Nasıl ki bu devlet, hükmü altında bulunan topraklarda yaşayan yurttaşlarına, tesis ettiği hukuki nizam çerçevesi içinde adalet ve şefkatle hükmetmeyi "milli hakimiyetinin" bir gereği olarak kendine vazife saymış ise, kendi varlığını ve ülkesinin bütünlüğünü alenen tehdit edenlere karşı "milli egemenlik hakkı"na dayanarak, her ne pahasına olursa olsun, böyle bir tehdidi ortadan kaldırmayı da bir o kadar kendine vazife saymıştır!.. Durumu bu vesile ile kendilerine hatırlatmış olurken, ayrı bir devlet olarak yeryüzünde varlık gösterebilmenin çağlar boyunca değişmeyen koşulunun ne olduğunu hatırlatmaya ise gerek dahi görmüyoruz!..

Kaldı ki, demokrasi ve kişi hürriyetlerini, bir başkasının varlığına kast etme fırsatı olarak anlayan ve devletin içinde bulunduğu durumu bir zaaf olarak kabul edip, bunu fırsat bilerek, memleketin bir parçası üzerinde yaşayan halkı, tehdit, korkutma ve yıldırma ile tahakküm altına alıp, onlar üzerinde başka bir egemen bir gücün emrinde "mahalli bir saltanat kurmak" hevesinde olanların bu heveslerini tatmin etmek, ne bu devletin, ne de bu devleti idare eden gelip geçici hükümetlerin üzerine vazife değildir!..

Bir milletin hukukuna ve maneviyatına yapılan bu kadar aleni ve saygısızca saldırıya dayanak yapılmak istenen ve sözde insanî değerlere dayalı haklar olarak öne sürülen bu gerekçelerin gerçek mahiyetini kamuoyunun dikkatine sunarken, bu saldırıların bedelinin ne olacağını hakkıyla takdirden ne Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, ne de Türk milletinin aciz olmadığını “ilgililerine”, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Türk olmanın verdiği yetki ile böylece ilânen duyurmuş oluruz!..


.

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.