8 Kasım 2019 Cuma

"Talat Albayıma dedim ki..."

Memlekete dair veriler, ülkenin dengesinin her alanda hızlı bir bozulmaya doğru gittiğine şahitlik ediyor. Mesela bunlardan biri de kitap yazma "merakı". O kadar ki, “Kitap yazmaya heves eden vatandaş sayısı, kitap okuyan vatandaş sayısını ha geçti, ha geçecek!.” desem, eminim ki, çok ileri bir iddiada bulunmuş olmayacağım.

Sıradan vatandaşların bu "trend"e kendilerini kaptırmaları hadi bir nebze de olsa hoş görülebilir; fakat aynı “gürûh” içerisine “akademik personelin” de dahil olduğunu görmek, insanın içinde gerçekten derin yaralar açıyor.

Son dönemde siyasi tarihe dair önemli eserler veren Yusuf Hakan Erdem’in el’an okumakta olduğum “Tarih – Lenk” kitabında denk geldiğim bir pasaj, tam da az evvel bahsettiğim yarayı deşecek cinsten!

İki “akademisyenimiz” (adlarını vermeyeceğim, kitabı yazdıkları zaman biri doçent, biri prof. imiş. Herhalde şimdiye kadar biri çoktan ordinaryus prof. dr., diğeri de prof. dr. olmuştur!. Merak eden yazdıkları kitabın adını internete girerek, kim olduklarını öğrenebilirler..) 2015 yılında “Bilinmeyen Osmanlı” adı altında bir kitap yayınlamışlar. Ve bu kitap halen “çok satanlar” listesinde imiş!

Hakan Erdem, işte 528 sayfalık bu “sıvama ciltli” kitabın 265. sayfasından bir alıntı yaparak, onu şu şekilde değerlendiriyor:

 * * *

Talat Albayıma dedim ki...

Şöyle çerez türünden bir tabakla açılış yapalım; Talat Paşa'yı bilirsiniz. Duymayan varsa onlar da bu çeyrek milyon satan tarih yoksatarı sayesinde duydular ama bakın ne duydular. Önce soruyu alıntılayalım, bir kardeşimiz merak etmiş 158. soruda soruyor: 

"Sultân Abdülhamid'in şahsiyeti, ailesi ve zamanındaki mühim olaylar hakkında kısaca bilgi verir misiniz?"

İnsan hiç kendinde olan bilgiyi saklar mı? Saklamaz, verir. Efendiler de kapsamlı bir cevap verirken beyan buyuruyorlar:

1890 yılında bir kısım Harbiye ve Askeri Tıbbiye talebelerinin teşebbüsü ile gizlice kurulan İttihâd ve Terakki Cemiyeti, II. Abdülhamid'in azlini gaye edinen bir hareket idi...Ermenilerin ortaya attığı Kızıl Sultân iftirası, bunlar tarafından da kullanılmaya başlandı.

Daha sonra anlatacağımız gibi, İttihadçı Prens Sabahaddin Bey, Abdülhamid'in Ermeni katili olduğunu söyleyecek kadar azıttı. III. Ordudaki Ta'lât Bey Enver Bey, Niyazi Bey ve benzeri genç subayları da arasına katan İttihâd ve Terakki Cemiyeti, kazandığı gücü teröre transfer edecek kadar dengeyi kaybetti.

Ben şimdi İttihatçılar güçlerini nereye nasıl transfer etmiş oralara hiç karışmam. Sadece olgu düzeyindeki bariz cehalet örneklerine bakarım.

1. Muhteremler, Osmanlı padişahları bir üstleri tarafından bulundukları yere atanmış olmadıkları için azl edilmez hal' edilir.

2. Prens Sabahaddin belki her şey ve bu meyanda bir Jön Türk'tü, ama asla İttihatçı değildi. Ömrü İttihatçılarla didişmekle geçen bir kişiye söylenecek şey mi bu?

3. Talat Bey subay mı imiş? Fesuphanallah, ne münasebet? Sonradan paşa olduğunu biliyoruz ama Osmanlı'da sivil paşalar olduğunu da biliyoruz. İttihat ve Terakki triumvirinin sivil kökenli tek üyesi olan Talat demek subaymış!

Abdülhamid de herhalde bu genç subayların rahatsızlığını bir türlü kavrayamadığı için gitti.

...

Kitapta daha buna benzer ne haltlar var! Ve işin daha felaket tarafı, halen “üretilmekte olan” bu Çin işi çakma Osmanlıcılar da işte bu gibi adamların verdiği “bilgiler ışığında” figuranlık ediyorlar!..

Yazık, yazık, çok yazık!..

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.