Hukukçu, Eğitimci ve Yazar sayın Salih Altun bey, 2011'de yaşayıp, gördüklerimizi, (kendi deyimi ile "öğrendiklerimizi") pek güzel bir şekilde özetlemiş. Yazısını: "Herkese, açık bir göz, mühürlenmemiş bir gönül; gideni aratmayacak bir yeni yıl dilerim" diyerek bitiren sayın Altun'a bu güzel dilekleri için teşekkür ederek, "olan, biteni" bir daha hatırlamakta fayda var deyip, makalesini okumaya başlayalım:
2011’DE NELER GÖRDÜM, NELER ÖĞRENDİM
*Siyaset makamının yüksek mevkilerinde oturanların, dün “Postal yalayıcı, cebine pasaport koymasaydık Kuzey Irak’an dışarı çıkamazlardı.”dedikleri Barzani ve Talabani’yi kırmızı halı kenarında hizaya geçerek karşıladıklarını ,aile fertleriymiş gibi “KAK”,”MAM”(ağabey,amca)sıfatlarıyla kucakladıklarını,
”Libya’da Natonun ne işi var?” diyenlerin, canları sıkıldıkça Esad ailesine aile boyu gece oturmasına gidenlerin Atlantik ötesinden esen rüzgarların etkisiyle birden Kaddafi’ye Esad’a sırt çevirip cephe aldıklarını gördüm.
*Bu ülkede tutarlılığın, sözünde durmanın hiçbir işe yaramadığını özellikle siyasette bir yere gelebilmek için gayet esnek bir omurgaya sahip olmanın; daha iyisi omurgasız olmanın gerekli hatta zorunlu olduğunu öğrendim.
*Başbakanın hastalığı ve sporda şiddet yasasının veto edildiği günlerde iktidar cenahında yer alan anlı şanlı zatların danslarını, kıvırmalarını ibretle seyrettim. Saflarını ne kadar da kolay değiştirdiklerini sonra kolayca eski saflarına dönüp hiçbir şey olmamışçasına yer tuttuklarını gördüm.
*Yıllarca her yılbaşı “Ekrana çıksın çıkmasın.” tartışmalarına malzeme olan ünlü dansözümüz Nesrin Topkapı’yı boş yere göklere çıkardığımızı, onun dans konusunda bu zat-ı muhteremlerin tırnağı bile olamayacağını öğrendim.
*Polis Akademisi ,TUS KPSS,ÖSYM sınavlarında organize biçimde soruların çalındığını, belli kişilere dağıtıldığını devletin başındakilerin hemen olaya el koyduklarını ve kısa zamanda olayların faillerini bulup yargı önüne çıkaracaklarına söz verdiklerini; ancak kısa zamanda tatmin olduklarını bu nedenledir ki bu güne kadar hiçbir şey yapmadıklarını gördüm.
*Soru çalmanın, kendi adamlarına dağıtmanın hırsızlık sayılmadığını, kul hakkı yemek olmadığını bir tür CİHAD olduğunu; bu sebeple bırakın günahı, sevap bile sayıldığını öğrendim.
*“Soykırım oldu olmadı.” tartışmaları sırasında, Fransa’nın çoğaltılarak rulo haline getirilmiş Kanuni Sultan Süleyman fermanlarıyla bombardıman edilip geri püskürtüldüğü şanlı günün gece yarısında “Emekli İntibak yasası” için toplanan milletvekillerinin, vatandaşın ilaca ödeyeceği katkı payını artırırkenonu faturasını yine kendisinin ödediği ilaçla uyutup kendi emekli aylıklarını % 100 artırdıklarını gördüm.
*Türk filmlerinin adı haksız yere kötüye çıkmış ,gazoza ilaç atan figürü Nuri ALÇO’ların aslında hayatın her safhasında ve devletin her kademesinde de mevcut olduklarını, en umulmadık yerde ansızın karşımıza çıkabileceklerini öğrendim.
*Durmadan ”Aziz milletim!” diye söze başlayanların; her fırsatta “Kürt, Gürcü, Laz, Çerkez” dediklerini ;ama her nedense bir türlü “TÜRK” diyemediklerini gördüm.
*Bazı gazetecilerin ana muhalefet partisi liderini: ”Kürt niye demiyor?” diyerek ipe çekmeye çalıştıklarını; onun da kendini: ”Kürt demiyorum ama Türk de demiyorum. ”diyerek savunduğunu gördüm.
*Özel olarak oluşturulan mahkemelerin“ bölücü terörist olduklarını, Apo’nun talimatıyla geldiklerini, pişman olmadıklarını” açıkça söyleyenleri “Yok yok! Siz aslında pişmansınız ama bilmiyorsunuz.” diyerek serbest bıraktığını, “Dereler bizimdir vermeyiz, Parasız eğitim İsteriz.” diyenleri ise “Siz aslında teröristsiniz ama farkında değilsiniz.” diyerek aylarca tutuklu yargıladığını gördüm.
*İdare edenlerimizin fedakarca gayretleri sayesinde(!) bu ülkede “KÜRT” demenin demokratlığın, insanseverliğin göstergesi olduğunu, alkışlandığını; buna karşılık “TÜRK” demenin suç olduğunu, ırkçılık, faşistlik sayıldığını ,Türk olmanın bir tür ikinci sınıf vatandaş olmak anlamına geldiğini öğrendim.
*Adına gazeteci denen bazılarının “İnternete, basına sansür uygulanmalı” dediğini, gazeteci geçinenlerin meslektaşlarını savcılara, polise ihbar ettiklerini; gazete patronlarının siyasi iradenin önünde esas duruşa geçip yazacakları ve yazamayacakları konusunda onlardan emir aldıklarını gördüm.
“Ben gazetecilik yapacağım.” diye direnen birkaç inatçı keçi, çağdışı dinozor dışında bu ülkede gazetenin ve gazetecinin kalmadığını öğrendim.
*Her yıl olduğu gibi bu yıl da bir din adamının çıkıp -her türlü kültürel yozlaşmaya karşı biri olarak benim de kısmen katıldığım bir düşünceyi dile getirdiğini-Noel Baba üzerinden yılbaşı kutlamalarını eleştirdiğini, bunun aslında Hıristiyanlara benzemek olduğunu söylediğini gördüm.
*Çok beklememe karşılık, açıkça söyleyemeseler de yılbaşına düşman olduklarından hiç kuşku duymadığım anlı şanlı ,ekrana sevdalı din adamlarının; üç kuruşluk çıkar uğruna İtalyanca ad takarak mobilya, İngilizce ad takarak gıda, giyim ürünü, site içi lüks daire satan dini bütün iş adamlarını nedense hiç eleştirmediklerini; bu kişilere :”Yaptığınız günahtır, aslında Hıristiyanlara özenmektir. Kime benzemeye çalışırsanız onlardansınız.” demediklerini, diyemediklerini de gördüm.
*Kutsal dinimizin, bu tür din adamlarının eliyle fukarayı, garibanı hizaya getirmek için kullanıldığını; buna karşılık zenginlerin, güç sahiplerinin önünde, onların çıkarına göre hizaya sokulduğunu, onları rahatsız etmeyecek biçimde düzenlendiğini; fakirlere, gariplere kitaba uymaları telkin edilirken zenginler ve güçlüler söz konusu olduğunda kitabın onlara uydurulduğunu öğrendim.
*Bir muhalefet partisi liderinin, Türkiye’yi böleceğinden neredeyse emin olduğu, bölücülerle aynı safta olmakla suçladığı iktidar partisi, iç karışıklıklardan ötürü dağılacak; yeni hükümet kurmak konusunda sorumluluk alması gerekecek diye ödünün patladığını; beğenmediği mevcut iktidarın uzun ömürlü olması için adeta dua ettiğini gördüm.
*Bu ülkede iktidar hedefi ,devlet yönetme iradesi ve iddiası olmayanların bile siyaset yapabileceklerini hem de bayağı oy alabileceklerini …….
Ve bilseniz daha neler neler öğrendim.
0 yorum:
Yorum Gönder