3 Ocak 2012 Salı
Tamam, AKP gitsin...de?!..
"Yapay" olduğu konusunda bir tereddüt taşımadığımız ülke gündemlerine takılıp kalmaktansa, bu gündemleri yaratan kaynağın ne olduğuna kafa yormayı, öteden beri daha gerekli buluyoruz. Bu anlamda da, kafamızı karıştırmaya ve zihnimizi bulandırmaya yönelik her şeyi bir geriye alıp, ısrarla altını çizmeye ve öncelik vermeye çalıştığımız başka bir husus var.
Daha önce de "HÜRRİYET VE İTİLÂF PARTİLERİ" başlığı altında yayınladığımız makalede dikkat çekmeye çalıştığımız üzere; bugün şu bütün olup bitenlerden kafası bir şey almayan, bu gidişatı hayra yormayanlar, acaba "AKP gitsin" diye kafa yordukları kadar "peki, yerine kim gelsin"in cevabına kafa yoruyorlar mı?
Bu soruya cevap olacak ipucu; "başka bir alternatif mi var sanki" yakınmasıyla zaten kendini göstermektedir.
Kendini Atatürkçü, milliyetçi, ulusalcı olarak tanımlayanların muhalif oldukları siyasi düşüncenin karşısında kendi konumlarını net olarak ortaya koyamamaları, karşı siyasi görüşün "alternatifsiz"liğinin en büyük teminatı olmaktadır. Öyle ya, takipçisi olduğunuzu iddia ettiğiniz fikrin sizdeki tezahürü nedir, insanlar önce bunu görmek istiyor!..
Kısacası, "ah, nerede o eski güzel günler!.." modunda "nostaljik" tiratlar atarak "cumhuriyetin sadık bekçileri" olunamayacağı gerçeğini artık görmek gerekiyor.
Bu noktada, bunların içlerinden kendilerine sorduklarını, biz açıktan kendilerine soralım: Bütün olan biteni bir "demokrasi mücadelesi" olarak görmek gerektiğini ve bizden bu durumun "milli irade"nin bir tercihi olduğunu unutmamamızı isteyen kimi hinlerin sözlerini huşû ile dinleyenler acaba size niye kulak vermiyorlar?
Onlara kızmadan önce dönüp kendinize bunu da bir sorun; acaba niye?!..
Onların kulaklarında mı bir sorun var, yoksa siz mi kulak verilmeye değecek bir söz söyleyemiyorsunuz?!..
Şurası muhakkak ki, savunduğu fikirle ruhen ve bedenen hemhâl olamamış bir insanın ya savunduğu fikir "fikir" değildir, ya da o insan o fikrin adamı değildir!..
"Milli iradeye saygılı olmak gerek" diyenlerin tuzağına düşenler unutmasınlar ki, kendini uçurumdan atmak da bir iradenin eseridir!..
Hakikatte ise bu mesele, ne "demokrasi"ye, ne de "milli irade"ye karşı bir mücadele meselesidir. Mesele, başka bir "irade"nin elinde bir silah haline dönüştürülen "saygın kavramları" o iradenin elinden almak meselesidir!..
Böyle bir durumda, ilk önce karar verilmesi gereken şey şudur; "hür, bağımsız ve refah içinde yaşamak" mı, yoksa "güçlü" görünenlerin talepleri doğrultusunda, sürekli ve "tek taraflı bir vericilik" ve "vazgeçişlerle" eriyerek yok olmak mı?
Unutmamalı ki, bu soru bundan 90 yıl önce de sorulmuş ve "ya istiklâl, ya ölüm!" kararına varılmıştı.
Bu hatırlatmalar ışığında, bugünkü duruma bakarak en başta sorulması gereken soru şudur:
Hemen her günü büyük ve sarsıcı gündemlere sahne olmuş, her biri diğerinden vahim olaylara şahit oluna oluna geçirilmiş 10 yıllık bir dönem içinde, bu duruma itiraz ettiklerini iddia eden muhalefet partileri elle tutulur, gözle görülür ne yapmışlardır?!.. Her biri başlı başına "olağanüstü tedbirler" gerektiren bunca vehamet karşısında hiç bir ciddi yapılanma içine giremedikleri gibi, kendilerine umut bağlayanları üst üste sükûtu hayale uğratmak ve böylece onları siyaseten pasifize etmek dışında başka hangi başarıya imza atmışlardır?!..
* * *
Bizlere gelince...
Vatandaş olarak artık öyle bir noktadayız ki, bunca olan biten karşısında elinden hiç bir şey gel(e)meyen bir muhalefetin bu "oyunun" bir parçası olduğunu bile artık düşünmeye başlar olduk!..
Bütün bunlar vesilesi ile şu da net olarak ortaya çıkmıştır ki, Türk aydınları, Türk milletinin ilerisine geçememiş ve ona önderlik edecek seviyeye ulaşmayı başaramamıştır!..
Bir milleti derleyip toparlayacak olanlar, (adları siyasetçi de olsa) fikir önderleridir ve bugün Türkiye, bunca okumuş yazmışına rağmen böyle bir "önderlik"ten mahrum bir durumdadır!.. Aksi olsaydı, Türkiye zaten böyle bir "kilitlenme" yaşamazdı!..
* * *
Şunu da söylemeden geçmeyelim ki, bedel ödemekten daima kaçınarak ve daima sakınarak, fikirsiz ve ruhsuz bir şekilde sürekli yakınarak bir şey yaptığını zannedenlerin ve aynı dertten muzdarip oldukları halde bir araya gelmek gibi bir beceriye sahip olmayanların -böyle bir ihtiyaç içinde de bulunmayanların-"aydın" sayıldığı bir ülke, demokrasiyi ve bağımsızlığı ne kadar hak ediyorsa Türkiye de o kadar hak ediyor!..
Ülke çapında bir "milli kongre" çağrısı yapıp, orada bütün meseleleri ortaya koyup, bunların çözümü konusunda müşterek kararlar almak yerine, tamamı "yakınmalardan" ibaret derlemelerle kitaplar yazıp, konferanslar düzenlemekte ısrar etmenin adı nedir?..
Kaldı ki, gidişat, bu aydın(!)larımızın, artık bu "alışkanlık"ları ile vedalaşmak zorunda kalacakları günün çok da uzakta olmadığını ortaya koymakta!.. Hiç bir şeyi görmüyorlarsa, bari bunu görseler!..
Bizden söylemesi!..
Daha önce de "HÜRRİYET VE İTİLÂF PARTİLERİ" başlığı altında yayınladığımız makalede dikkat çekmeye çalıştığımız üzere; bugün şu bütün olup bitenlerden kafası bir şey almayan, bu gidişatı hayra yormayanlar, acaba "AKP gitsin" diye kafa yordukları kadar "peki, yerine kim gelsin"in cevabına kafa yoruyorlar mı?
Bu soruya cevap olacak ipucu; "başka bir alternatif mi var sanki" yakınmasıyla zaten kendini göstermektedir.
Kendini Atatürkçü, milliyetçi, ulusalcı olarak tanımlayanların muhalif oldukları siyasi düşüncenin karşısında kendi konumlarını net olarak ortaya koyamamaları, karşı siyasi görüşün "alternatifsiz"liğinin en büyük teminatı olmaktadır. Öyle ya, takipçisi olduğunuzu iddia ettiğiniz fikrin sizdeki tezahürü nedir, insanlar önce bunu görmek istiyor!..
Kısacası, "ah, nerede o eski güzel günler!.." modunda "nostaljik" tiratlar atarak "cumhuriyetin sadık bekçileri" olunamayacağı gerçeğini artık görmek gerekiyor.
Bu noktada, bunların içlerinden kendilerine sorduklarını, biz açıktan kendilerine soralım: Bütün olan biteni bir "demokrasi mücadelesi" olarak görmek gerektiğini ve bizden bu durumun "milli irade"nin bir tercihi olduğunu unutmamamızı isteyen kimi hinlerin sözlerini huşû ile dinleyenler acaba size niye kulak vermiyorlar?
Onlara kızmadan önce dönüp kendinize bunu da bir sorun; acaba niye?!..
Onların kulaklarında mı bir sorun var, yoksa siz mi kulak verilmeye değecek bir söz söyleyemiyorsunuz?!..
Şurası muhakkak ki, savunduğu fikirle ruhen ve bedenen hemhâl olamamış bir insanın ya savunduğu fikir "fikir" değildir, ya da o insan o fikrin adamı değildir!..
"Milli iradeye saygılı olmak gerek" diyenlerin tuzağına düşenler unutmasınlar ki, kendini uçurumdan atmak da bir iradenin eseridir!..
Hakikatte ise bu mesele, ne "demokrasi"ye, ne de "milli irade"ye karşı bir mücadele meselesidir. Mesele, başka bir "irade"nin elinde bir silah haline dönüştürülen "saygın kavramları" o iradenin elinden almak meselesidir!..
Böyle bir durumda, ilk önce karar verilmesi gereken şey şudur; "hür, bağımsız ve refah içinde yaşamak" mı, yoksa "güçlü" görünenlerin talepleri doğrultusunda, sürekli ve "tek taraflı bir vericilik" ve "vazgeçişlerle" eriyerek yok olmak mı?
Unutmamalı ki, bu soru bundan 90 yıl önce de sorulmuş ve "ya istiklâl, ya ölüm!" kararına varılmıştı.
Bu hatırlatmalar ışığında, bugünkü duruma bakarak en başta sorulması gereken soru şudur:
Hemen her günü büyük ve sarsıcı gündemlere sahne olmuş, her biri diğerinden vahim olaylara şahit oluna oluna geçirilmiş 10 yıllık bir dönem içinde, bu duruma itiraz ettiklerini iddia eden muhalefet partileri elle tutulur, gözle görülür ne yapmışlardır?!.. Her biri başlı başına "olağanüstü tedbirler" gerektiren bunca vehamet karşısında hiç bir ciddi yapılanma içine giremedikleri gibi, kendilerine umut bağlayanları üst üste sükûtu hayale uğratmak ve böylece onları siyaseten pasifize etmek dışında başka hangi başarıya imza atmışlardır?!..
* * *
Bizlere gelince...
Vatandaş olarak artık öyle bir noktadayız ki, bunca olan biten karşısında elinden hiç bir şey gel(e)meyen bir muhalefetin bu "oyunun" bir parçası olduğunu bile artık düşünmeye başlar olduk!..
Bütün bunlar vesilesi ile şu da net olarak ortaya çıkmıştır ki, Türk aydınları, Türk milletinin ilerisine geçememiş ve ona önderlik edecek seviyeye ulaşmayı başaramamıştır!..
Bir milleti derleyip toparlayacak olanlar, (adları siyasetçi de olsa) fikir önderleridir ve bugün Türkiye, bunca okumuş yazmışına rağmen böyle bir "önderlik"ten mahrum bir durumdadır!.. Aksi olsaydı, Türkiye zaten böyle bir "kilitlenme" yaşamazdı!..
* * *
Şunu da söylemeden geçmeyelim ki, bedel ödemekten daima kaçınarak ve daima sakınarak, fikirsiz ve ruhsuz bir şekilde sürekli yakınarak bir şey yaptığını zannedenlerin ve aynı dertten muzdarip oldukları halde bir araya gelmek gibi bir beceriye sahip olmayanların -böyle bir ihtiyaç içinde de bulunmayanların-"aydın" sayıldığı bir ülke, demokrasiyi ve bağımsızlığı ne kadar hak ediyorsa Türkiye de o kadar hak ediyor!..
Ülke çapında bir "milli kongre" çağrısı yapıp, orada bütün meseleleri ortaya koyup, bunların çözümü konusunda müşterek kararlar almak yerine, tamamı "yakınmalardan" ibaret derlemelerle kitaplar yazıp, konferanslar düzenlemekte ısrar etmenin adı nedir?..
Kaldı ki, gidişat, bu aydın(!)larımızın, artık bu "alışkanlık"ları ile vedalaşmak zorunda kalacakları günün çok da uzakta olmadığını ortaya koymakta!.. Hiç bir şeyi görmüyorlarsa, bari bunu görseler!..
Bizden söylemesi!..
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Salı, Ocak 03, 2012
Etiketler: Milli Birlik Yazıları
Posts Relacionados
0 yorum:
Yorum Gönder