13 Eylül 2012 Perşembe
Siyasette çap meselesi...
Şu, son zamanlarda ardı ardına gelen terör saldırılarına ve felaketlere bakınca insan hakikaten derin bir yeis içine düşmekten kendini alamıyor.
Fakat bütün bu olup bitenler karşısında sorumlu ve yetkili şahısların bu hadiseleri değerlendirme yetenek(!)lerini görmek, içinizdeki derin üzüntüyü resmen dehşetli bir çöküntü duygusuna dönüştürmekte gecikmiyor!
İnsan psikolojisi böyle durumlarda haliyle kendisine metanet aşılayacak, soğukkanlılığını koruyabilen, aklıbaşında sözler edebilen ve karşı tedbirler alabilen birilerini arıyor. Ve şüphesiz ki, kimin devlet adamı, kimin tüccar-siyasetçi olduğu da özellikle böyle zamanlarda ortaya çıkıyor!
Ve zannederim ki, birilerinin yakın zaman önce diline doladığı ve adına "çap" denilen bu "adamlık ölçüsü" böyle zamanlarda çok daha fazla gündeme getirilmeye ihtiyaç duyuyor! Öyle afra tafra ile bağıra çağıra başkalarının çapına laf etmekle de iş bitmiyor. Çapları ancak çapsız adamlara hükmetmeye yetenlerin kağıttan kuleleri, gerçeklerle yüzleşmek zorunlu hale geldiğinde işte böyle yıkılıveriyor!
Kiminin dili sürçmüş oluyor; "sayın Öcalan aldığı kellelerin hesabını veriyor" diyerek zamanında dili sürçen en baştakine nazire yaparcasına; "Bu memleketi kazanırken çok şehitler verdik. Kaybederken de mutlaka şehitlerimiz olacaktır" diyor, kimi emri altında vatani görevini yapan 25 delikanlının şehadeti ile neticelenen bir felaketi sözümona soruşturmaya giderken oranın valisi ile hediyeleşebiliyor! O "sayın" vali, yine de sağolsun görevini ihmâl etmiyor ve şehitleri "partiler" halinde memleketlerine kısa zamanda postalamayı başarıyor!
Tabi bütün bunlar en son olayların ortaya çıkardığı son potlar!
Yoksa bildiğimiz kadarı ile bu memleketin mahkemelerinde "siyasi parti kurmak suretiyle siyasi iktidarı devirmeye teşebbüs"(!)ten kimi insanlar hakkında dava açmış savcılar ve bunu kabul etmiş hakimler bile var!
"Özell yetkili mahkemeler"de hukuk adına yapılan uygulamalardan ise bahsetmek bile artık abes! Bu gidişle bu karar ve uygulamaların yakın gelecekte yeni davalara "emsal" teşkil etmesine bile artık şaşılmaz! Bunlar da işin bir başka boyutu!
Şimdi dönelim geri gündemdeki meselemize...
Elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin: Şunlardan hangisi daha vahim:
Bu felaketler mi, yoksa bu felaketler karşısında kabak gibi ortayan çıkan bu çapsızlıklar mı?
Burada bu felaketleri hazırlayan nedenleri tartışmıyorum. Şunun için ki, birileri çıkıp da çaptan bahsediyordu ya, işte bu felaketlerin nedenlerini şuraya buraya bağlayabilir ve bir şekilde kendisini bu işin sorumluluğundan sıyırmaya çalışabilir ve neticede işi boğuntuya da getirebilir! Ama bu "sonuçlar" karşısında sergilenen bu tavrın tevil götürür hiç bir yanı yoktur. Ataların dediği gibi: "Zırva tevil götürmüyor!" Yani, millet huzurunda sergilenen bunca zırvalığın izah edilebilecek ve bundan kaytarılabilecek hiç bir yönü bulunmuyor!
* * *
Evet, bir gün gelir, hükm-i ilahi gereği her şey hakettiği yeri işte böyle bulur, "lider görünümlü" olmak da artık para etmez olur! İşinin ehli adamlarla çalışmayı kendi egolarına yediremeyenler işte böyle üçüncü sınıf adamların elinde oyuncak olur, çapsızlardan müteşekkil bir şakşakçılar güruhu ile yola çıktıklarının farkına varmadan "ben neymişim" diyenler işte böyle rezi olurlar!..
Belki bu konu daha genel anlamı ile; "siyasette insan kalitesinin önemi" gibi bir başlık altında da değerlendirilebilirdi.
Fakat burada daha doğru olan ve üzerinde dikkatle durulması gereken asıl ince nokta, bir siyasi anlayışın kendine çektiği insanlardaki "çap"ı nasıl bu kadar birbirine denk olacak şekilde eşitleyebildiğidir. Ya da, yoksa şöyle mi demeli: Çapları birbirine denk olanlar demek ki uzun zamandır bir parti çatısı altında birleşmek ihtiyacında idi de birileri bu ihtiyacı görüp de öyle mi harekete geçti?
Çapları üç aşağı beş yukarı belli olanların ülke sorunlarına el attıklarında ortaya nasıl bir sonuç çıktığı meydanda olmaya meydanda da, bugünkü konumuz "çap" meselesi olduğu için konuya bir dilek ve temenni ile nokta koyalım:
Bu konunun uzmanı olanlar umarız bir gün bu ilginç konuyu derinlemesine ele alırlar ve çarpık bir tarih anlayışından beslenen yoğun bir kinin nasıl bir siyasi harekete dönüşebildiğini ve bu sözde siyasi anlayışın hangi sebep ve saikler altında bu derece "muhteşem"(!) ve "yekpare" bir ekip ortaya koyabildiğini bize izah edebilirler...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Perşembe, Eylül 13, 2012
Etiketler: Türkiye'de Siyaset ve Siyasi Kültürümüz
Posts Relacionados
0 yorum:
Yorum Gönder