Siyaseten, bugünlerde Türkiye hakkında çokça telaffuz edilen "bölgesel güç" söylemleri, kimi emeksiz-yemek heveslilerini heyecanlandırsa ve onlara eski imparatorluk rüyaları gördürse de, el eli ile gerdeğe girilmeyeceği gerçeği ortadadır. Türk milletine olmadık rüyalar gördürmeye kalkmadan önce konu ile ilgili aşağıdaki değerlendirmeleri okumak ve anlamak gerekir.
Türkiye'nin Bölgesel Güç Olma Hesapları
Toplam Gayri Safi Yurtiçi Hasıla değeri itibarı ile dünyanın ilk 20 ekonomisi içinde yer aldığından beri, kişi başına değer, gelir bölüşümü ve beşeri kalkınma indekslerindeki yerini göz ardı ederek bunu istiyor.
Onun için de birileri, bunlara ilaveten toplumsal ve siyasi sorunları da hesaba katarak, zaman zaman “siz önce evinizin içini düzeltin” diyiveriyor. Tabii değme güçlerin veya super güçlerin, hatta bu uyarıda bulunan pek ülke yetkililerinin de önce evlerinin içine bakması gerek. Oysa hak etsin veya etmesin birçok ülke, küresel veya bölgesel bir güç olmaya öykünüyor. Tabii Türkiye de.
Güney Kore dururken Türkiye Neyine Güveniyor?
Böyle bir iddiaya kaynak israf etme hevesi de yok. Ekonomik büyümesi çok daha sürdürülebilir durumda. Çünkü dayandığı sınai büyüme, dünya pazarlarında at oynatan 27 marka ile beslenmekte.
Biz de Samsun var. Ama Samsung yok. Ne bir Kia’mız, ne de Daihatsu’muz var. Ben tam marka yaratmaya hevesleneceğiz derken, biz mesnedi nahif bir güç gösterisine gönül koyduk.
Ancak, halkımız acaba kendini Orta Doğu ile ne kadar özdeşleştiriyor, Türkiye’yi Orta Doğu’nun bir parçası olarak görüyor mu, görmüyor mu bunu bilmiyoruz. Bütün bunların ötesinde, Orta Doğu zaten iyi tanımlanmış bir bölge değil.
Evet, kültürel benzerlik, en azından Türkiye’nin özellikle Güney Doğu Anadolu bölgesi için geçerli. Ama bunu her bölge için ne söylemek mümkün değil. Birçoğumuzun kalbi hala Balkanlar’da atar. Orta Doğu’da değil.
Din birliği mi? Bölgede bulunan her ülkenin kendi içinde din ayrışırken, insanları bölerken, din Türkiye ve Orta Doğu için ortak bir payda olarak kabul edilebilir mi?
Ama Türkiye, önce sıfır sorun ve başarısı tartışılır arabuluculuk girişimleri, sonra, kendi yarattığı ve/veya taraf olduğu “dipsiz ambar” Orta Doğu sorunları ile kurduğu ünsiyet nedeni ile bir bölgesel güç olma iddiası taşır görünümde.
Türkiye 2005 yılından itibaren özellikle Orta Doğu ve hatta onun uzantısı olarak düşünebileceğimiz Kuzey ve Sahra Altı Afrika’da ekonomik, sosyal ve siyasi faaliyetlere taraf olmaktadır. Afrika yardımlarının insani ve siyasi etkileri azımsanamaz ve çok değerlidir. Neyse ki koşullar Kuzey Afrika yani Magrib’de fazla ileri gitmesine fırsat vermedi.
Zaten kendisi bir bölgesel güç olma iddiasında bulunan Mısır’da nerede durması gerektiğini birileri telkin etti de böylece “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmadık”. Israrları, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de az daha krize sürükleyecekken, neyse ki sağduyu galip geldi de eski bir gemi ile doğal gaz aramayı sorun etmekten vazgeçtik.
İşte orada hala, kendisi canavarlaşmış bir ülkeye karşı “tek dişi kalmış canavar” gibi hareket ederken, kendi ülkemizi yangından korumak değil, yangına körükle gitmek, mesnedi nahif bir güç iddiası değil de nedir? Üstelik bir de bunu Sünni-Alevi ideolojik ayırımı temelinde uygulamaya çalışmak üstümüze vazife midir?
Sınırlar dolayısı ile bu ölçüt Türkiye için her zaman geçerli olan bir ölçüttü. Bence, bölgesel güç iddiası açısından Türkiye için bir iddia destekleyici işleve sahip değil. Tam tersine, Türkiye, güç iddiası dozunu arttırdıkça, açık ve gizli bir biçimde komşularının tahrik ettiği terör ile güvenlik gündemini daha da kapsamlı tutmak, buna kaynak ayırmak ve başta genç insan olmak üzere kaynak yitirmek durumunda kalıyor.
Türkiye bölgesel güç iddiası açısından, yine kendisi gibi “kerameti kendinden menkul” birçok ülke ile kıyasıya rekabet etme durumundadır.
Evet, İran petrol ve Doğal gaz zenginidir. Ama O da bir Güney Kore değildir. Mısır ve şimdi kim kazanırsa kazansın yıllarca kendini toparlayamayacak olan Suriye de Türkiye için her zaman rakip olmuşlardır.
Bunlar bileğini Osmanlı’nın bile bükemediği İran hariç, eski Osmanlı topraklarında bulunan ülkeler olup, siyasileri iddiayı bıraksa, halklar tarihi deneyimlerle izin vermez. Nitekim Suriye ve Lübnan’da(Mısır için de geçerli) etkin Ermeni azınlıklar, muhtemel Türkiye niyetlerine, siyasi ve askeri kesimleri dışında tepki vermektedir.
Kurduğu ve kuracağı iktisadi ve ticari ilişkileri, rasyonel düzeyde tutmaktan öte bir amaç için kullanmasın. Çünkü hepsi yüzüne patlar.
Bundan sonra iletişim ve haberleşme sektörlerinde yabancı yatırımcı olarak bize kim güvenir?
Güvenilmeyen ülke bölgesel güç olur mu?
Onun şirketine güvenilir mi? “Özeli siyasileştirmek”, şimdi geleceğe iyi bir yatırım mı?
Peki ya biz siyasi çatışma sırasında hayatı felç edebilecek yabancı yatırımcıya güvenir miyiz?
Ulusal menfaatlerimiz bunu gerektiriyordu. Biz Bağdat’tan dönmesin diye Irak işine bulaşmadık.
Şimdi risk yanlış hesabın, Şam’dan, Halep den dönmesi.
Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU / TASAM
KAYNAK: http://www.acikistihbarat.com/haberkategori.aspx?id=10163&katID=8
0 yorum:
Yorum Gönder