31 Ocak 2012 Salı

Hâlâ mı aynı aymazlık?!..

Bugün bu ülke insanlarının fikren ve zihnen dört bir yana savrulmuş şu hali, yarım kalmış bir "zihniyet devrimi"nin bir neticesidir ve bu ülke için kafa yorduğunu düşünen bir aydın için bu durumun nedenlerini ortaya koymadan çözümler üretmeye girişmek, sonu kaçınılmaz olarak abesle iştigal olacak, verimsiz ve beyhude bir çabadır.


Ne yapmak ve nereye varmak istediğini açıkça anlattığı halde bunu metodolojik bir temele oturtmaya ömrü vefa etmeyen Mustafa Kemal'in geriye bıraktıklarını bir miras olarak görmeyip, gündelik politikaların rüzgârına kendilerini bırakanlar, bir o yana bir bu yana savrula savrula, kendileri ile beraber vatandaşın da başı dönderdiler.


12 Eylül 1980 darbesi ile önündeki engelleri tamamen kaldıran ve nihaî hedefine doğru koşar adım ilerleyen Batı emperyalizmi, bizim; bu, birbirleri ile "demokrasi yarıştıran" aymazlarımız sayesinde, cesaret ve cür'etini, daha da artırma fırsatını bulmuş oldu!..


Batı'nın, kendi tarihsel süreci içinde ortaya çıkmış sınıfları ve bunlar arasındaki çıkar çatışmalarını uzlaştırmak maksadı ile  icat ettiği "çok partili" demokrasiye, tam bir taklitçilikle ve hiç düşünmeden atlayan, "onlar gibi olmakla" bütün dertlerimizden kurtulucağımızı düşünen bu ülkenin bir çok okumuş-yazmışı, bugüne kadar yabancılardan gelen her şeye, her fikre rağbet ettiler de, Allah'ın her millete kolay kolay nasip etmediği Mustafa Kemal gibi bir adamın düşünce ve fikirlerine, her ne hâl ise bir türlü rağbet etmediler!..

Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, onu gram anlama zahmetine katlanmadan, kendilerine kâh "Atatürkçü", kâh "Kemalist" kulpu takarak ortalıkta dolaşanlar, bunu kişiliklerinin bir parçası gibi gösterip, bedavadan ünvan sahibi olabileceklerini zannettilerse de, fazla söze gerek yok, neticesi ortada!.. Kuru bir söylemle makam ve mevkilerini ilelebed koruyabileceklerini düşünenler, altlarındaki halının bir gün aniden çekilebileceğini hesap etmeye gerek bile görmediler!..


Şu geldiğimiz noktada bile, geçmişte yaptıkları hataları, hâlâ değeri takdir edilememiş meziyetler gibi sunmaya çalışmakla vakit geçirenler, bunun yerine, bu milleti birleştirici ve bütünleştirici politikalar üretmenin son derece elzem bir iş olduğuna bir türlü ikna olamıyorlar!..


Emperyalist hücumları, (tek başına da iktidara gelse) bir partinin, "parti" olarak göğüslemesinin bu "saatten" sonra mümkün olamayacağını, bunu sağlamanın tek bir yolu varsa, onun da geniş halk kitlelerini "ortak ve yalın hedefler" çerçevesinde birleştirmek olduğu gerçeğini ise hâlâ göremiyorlar!...


Bunu yapmak yerine, (söylenecek başka hiç bir şey kalmamış gibi) geçmişte bu ülke halkını birbiri ile karşı karşıya getirmiş "söylemleri", aslında "biz o zaman da haklıydık" manasına gelecek şekilde yeniden ısıtıp ortaya sürmek gibi, hangi akla, hangi maksada hizmet ettiği bilinmez bir yola sapıyorlar!.. Yahu, mesele, haklılığınız ya da haksızlığınız ise o ayrıca tartışılır, yalnız zaman o zaman mıdır?!.. 


Hiç olmazsa artık bundan sonrasında hayırlı bir iş yapın: Kökleşmiş önyargıları yeniden tahrik ederek, önünüze daha da kemikleşmiş bir set meydana getirmekten başka bir işe yaramayacak bu söylemlerden medet ummak yerine, gayretinizi biraz da, destek ve onayına muhtaç bulunduğunuz bu milleti anlamaya ve onun nasıl düşündüğünü kavramaya verin!..


Ezmeden, ezilmeden, emperyalist sermayenin ve içeride onunla işbirliği yapanların esareti altına düşmeden insanca ve kardeşçe yaşamak aslî ve asil bir hedef ise, bu hedefe elbette millet de gönlünü koyar. Yeter ki siz onun inanç ve kültüründe zaten mevcut olan ama üstü bilerek örtülmüş değerlerini yeniden gün ışığına çıkararak onları tertemiz bir şekilde ve samimiyetle yeniden milletin önüne koymasını bilin. 


Baştan geçen onca acı tecrübe, "milli terbiye" eksikliğinin ceremesini ziyadesi ile çekmiş olan "müdafaai hukuk" nesline, "milli terbiye"den destek almayan bir "dini terbiye"yenin emperyalizm için kolay yutulur bir lokma olduğunu göstermiş ve onları bu sebeple "milli terbiye" konusunda bilhassa daha titiz davranmaya sevketmişt. Zira, "din", evrensel bir değerler bütünü, "millilik" ise yerel değerler bütünüydü. Bu ince çizgiyi anlamış olan biri, "laiklik" ve "din düşmanlığı" arasındaki ince çizgiyi anlar, ona göre de anlatırdı. Geri kalmışlığın bütün faturasını "din"e çıkartmak kestirmeciliği yerine, bu dini siyaset aracı yapmak üzere bu dine bulaştırılmış olan hurafelerden, bu dini arındırmanın yollarına bakardı. Tıpkı, o muhterem insanın "Elmalılı Tefsiri"ni yaptırarak işe başladığı gibi...


"Bir sosyalist için sınır, bütün dünyadır. Bir muvahhid (tevhid eri ) için de durum aynıdır. Benim memleketim tüm yeryüzüdür. Sınıflar, sınırlar lağv olmalıdır. Lakin bu hedefe ulaşabilmek için öncelikle emperyalizm ile mücadele edilmelidir" diyen yazar Eren Erdem, esası teşkil etmesi gerekenin "emperyalizmle mücadele olduğunu", bu olmadan hiç bir görüş, inanç ve düşüncenin amacına vasıl olamayacağının pek isabetli şekilde altını çizmekle kalmamış, aynı zamanda da birbirilerine hasım gibi duran iki düşüncenin birbirine bu kadar yakınken, nasıl bu kadar uzağa düştüklerinin ve böylece, emperyalizmin işini ne kadar kolaylaştırdıklarının da fotoğrafını çekmiş bulunuyor.

Bundan sonrasında diyeceğimiz şudur: İster dindar olun, ister solcu!.. Ne olursanız olun ama başkalarının değil, bu ülkenin sağcısı, solcusu, dindarı, komunisti olun!.. 

Maksat emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmaksa, bu kadarı bile yeter!..


...





      

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.