MASKELİ BALO…
Turgut Özal... Aydın Güven Gürkan... Erdal İnönü... Süleyman Demirel... Bülent Ecevit... Necmettin Erbakan... Alpaslan Türkeş... Hüsamettin Cindoruk... Yıldırım Akbulut... Tansu Çiller... Mesut Yılmaz... Erkan Mumcu... Murat Karayalçın... Devlet Bahçeli... Deniz Baykal... Abdullah Gül... Recep Tayyip Erdoğan...
Bu isimleri tanıyorsunuz. 1980'li yılların başından beri Türk siyasal yaşamının belli başlı figürleri bu kişiler... Siyasi arenadaki kapışma, Türkiye'de bölünme ve «liderden» başka bir şey üretmedi bugüne kadar... 12 Eylül, Türk siyasal yaşamının üzerinden buldozer gibi geçti, partileri kapattı, siyasetçileri yasakladı, kör topal giden sözde «demokrasiye» de bir deli gömleği giydirdi. 12 Eylül'den bugüne kadar kurulan belli başlı partilerin isimlerini saymak bile, siyasal yaşamın nasıl bir çukurda debelendiğini göstermeye yeter...
ANAP, MDP, HP, HDP, SODEP, CHP, DSP, SHP, DYP, DP, RP, FP, SP, AKP, MÇP, MP, MHP, BBP, HEP, DEP, DEPAR, DTP...
Say sayabildiğin kadar... Eksiği var, fazlası yok bu listenin...
Parti ve liderden bol bir şey var mı Türk siyasetinde?
Oysa 30 yıldır uygulanan program, aynı program... Ve bir kaşık suda fırtına koparan, sürekli didişen, bölünerek çoğalan Türk siyasal hayatının vazgeçilmez unsuru partilerimiz, emperyalizmin Türkiye'ye dayattığı programın ana çizgileri konusunda mükemmel bir uyum içindeler...
Emperyalizmin Cumhuriyet Devrimi'nin kazanımlarını tasfiye eden, Türkiye'yi bir yarı sömürge durumuna düşüren programının temelini, ülkemizin kapitalist dünya sistemi içinde yer almaya devam etmesi oluşturuyor. Bu bağlamda ABD ve AB ile ilişkiler her şeyin üzerinde bir öneme ve önceliğe sahip... Hiçbir partinin ABD ve AB ile ittifak ve ekonomik-siyasal bütünleşme hedefli ilişkilere kökten bir muhalefeti yok! AB'ye tam üyelik bütün partilerin ana hedefi ve programlarının değişmez amacı... ABD ile «stratejik ortaklık» 30 yıldır değişmeden uygulanan bu emperyalist programın sorgulanamaz maddesi...
Bu yaklaşımın ekonomik ayağını dünya kapitalist sistemiyle bütünleşme, bu bağlamda da liberal iktisat politikalarının uygulanması oluşturuyor. O zaman partiler arasındaki farklar ne olursa olsun dış borç yoluyla sömürülme, özelleştirmeler yoluyla kamu varlıklarının talan edilmesi, her tür koruma önleminden ve desteklerden vazgeçerek ekonominin dışa açık hale getirilmesi değişmez parametreler olarak ortaya çıkıyor. Liderler kavga edebiliyor, partiler didişiyor, ama IMF ile Dünya Bankası hepsinin ortak paydası... Türkiye ekonomisini bu emperyalist odaklar denetliyor ve yönetiyor. Sonuç, sürekli bir ekonomik bunalım, işsizlik, gelir dağılımı dengesizliği, sefalet ve dışa bağımlılık...
Programın üçüncü ayağını genelde emperyalist Batı, özelde ise ABD ile uyumlu askeri ilişkiler kurmak, küreselleşmenin askeri hedeflerini gerçekleştirmesi için destek sağlamak ve jandarmalık oluşturuyor. Bu bağlamda NATO üyeliği sorgulanamaz bir yere ve öneme sahip... Birbirine söylemedik şey bırakmayan partiler ve liderler, Türk askerinin Afganistan'dan Kosova'ya, Lübnan'dan Somali'ye kadar emperyalizme jandarmalık etmesi konusunda müthiş bir anlayış birliği içindeler... 1991'den 2003'e kadar Türkiye'de konuşlandırılan ve bugün Türkiye'nin güneyinde ortaya çıkan kukla devletin koruyucusu ve yaratıcısı olan Çekiç Güç'e gerçekten karşı olan yok! Muhalefetteyken ileri-geri birkaç söz söyleyenler de iktidara gelince Çekiç Güç'ün görev süresinin uzatılması için «paşa, paşa» onay vermedi mi? Bu bağlamda askeri bürokrasinin tavrı da değişmiyor. MGK kanalıyla Türk siyasal yaşamında söz sahibi olan yüksek askeri bürokrasi, emperyalizmin dayatmaları ile uyum içinde varlığını sürdürüyor.
Sonuçta siyasal sahnede, perdenin önünde bir kör dövüşüdür gidiyor. Parti ve liderden bol bir şey yok. Her kafadan bir ses çıkıyor. Perdenin arkasında ise 30 yıldır uygulanmakta olan emperyalist yıkım programının devamı yönünde mükemmel bir uyum var. Sadece liderler ve partiler değişiyor, ama söylem ve eylem hep aynı... «İkinci Sevr» süreci tıkır tıkır işliyor!
Örneğin Özal, Demirel, Çiller, Yılmaz, Gül, Erdoğan çizgisinde gelen merkez sağ anlayışın AB ve ABD ile ilişkiler konusundaki yaklaşımları farklı mı? Hangisi AB'ye tam üyeliğe karşı? Hangisi dış borç ödemesi yoluyla sömürülmeye, Dünya Bankası ve IMF'nin baskı ve denetimine, Türkiye ekonomisinin «Nasreddin Hoca'nın türbesi» misali korumasız ve açık bir hale sokulmasına, özelleştirme adı altında ulusal varlıkların talan edilmesine karşı? Hangisi NATO'ya ve Çekiç Güç'e «hayır» diyebildi?
Aynı sorular 12 Eylül'den beri Aydın Güven Gürkan, Erdal İnönü, Bülent Ecevit, Murat Karayalçın, Deniz Baykal liderliğinde varlığını devam ettirmeye çalışan merkez sol için de sorulabilir. Örneğin bu liderlerin hepsi ayrılıkçı Kürt milliyetçiliğine ve PKK'ya karşı... Ama ayrılıkçı Kürt milliyetçiliği ve PKK'yı gizli ya da açık olarak destekleyen AB'ye ve ABD'ye hepsi sıcak ve dost!
Kısacası, Türkiye'nin egemenliğini ve bağımsızlığını her geçen gün daha da yok eden, artık Cumhuriyet'in varlığını bile tartışmaya açan, ülkemizi bağımlı bir yarı sömürge haline sokan bu emperyalist programın 30 yıldır uygulanabilmesi için onlarca lider ve parti yaratıldı, zamanla yıprananlar ve maskesi düşenler sahneyi terk ederken, aynı malzemeden üretilmiş olan yenileri piyasa sürüldü ! Bu «maskeli balo» bugün de tüm hızıyla sürüyor, kör dövüşü hız kesmeden devam ediyor.
Bugün AKP ve Erdoğan'a karşı gösterilen muhalefetin bir benzeri, 1990'larda Tansu Çiller'e karşı da yürütülmüyor muydu? 1980'lerde eleştirilerin odağında olan ANAP ve Özal değil miydi? Sonuçta Özal gitti, Tansu geldi, o gitti Tayyip geldi! «Kuklalar» değişti, ama «kuklacı» hep aynı... Oyun ise, hep aynı oyun...
Halkımız «kuklalara» değil de «kuklacıya» karşı çıktığında, işte o zaman tünelin ucu görünecek! Yoksa bu «maskeli balo» daha uzun yıllar sürecek gibi görünüyor. Tabii ortada bir Türkiye kalırsa...
Serdar Ant / heddam.com / 23.11.2009
0 yorum:
Yorum Gönder