19 Ağustos 2011 Cuma

"Kürtçüler" bunu bir daha düşünmeli!..

"Kürtçü" düşüncenin peşine düşenler ve bunların yardakçıları, Türkiye Cumhuriyetinden daha ziyade, Kürtlerin başına sardıkları belanın büyüklüğünün bilmem ki ne kadar farkındalar?!.. 


Meselenin son derece uzağında, kendi hallerinde hayat mücadelelerini sürdürmeye çalışan insanların bile yüreğinde nihayet keskin bir nefret hissi uyandırmayı becerebilmiş olan bu aymazlar, her gün "konuk" edildikleri televizyon kanallarında "görüş" belirttiklerini zannederek, bu milletin gözünün içine baka baka, sözde "haklı" davalarının mücadelesini verdiklerini iddia ediyorlarsa, hemen söyleyelim; çok yanılıyorlar!.. 


Ha, bir de bunlara yancılık yapan sözde "liberal-sosyalist-sosyaldemokrat" bir güruh var ki, bu Kürtçüler bir gün deseler ki; "biz bugüne kadar anladık ki yanlış yapmışız, o "sorun" dediğimiz şey "Kürt Sorunu" değil başka bir sorunmuş!.." Bunlar, ellerinden oyuncağı alınmış çocuklar gibi ağlayıp, zırlayarak bunların paçalarına yapışırlar ve: "Hayır, vallahi de tillahi de sizin böyle bir sorununuz var!.." diyerek bunları yeniden bu işe ikna etmeye çalışırlar!.. Bu da ayrı bir mesele!..


Her ne ise, yeniden konumuza dönecek olursak; bunlar hakikaten çok yanılıyorlar, zira şu ülkenin en sade insanının yüreğinde bile en sonunda bir "kazık yemişlik hissi" uyandırmayı başarabildiler!.. Çünkü, "ne verilse daha fazlasını isteyen" bir arsızlıkla ve "istekleri" yerine gelmedikçe yakmaya, yıkmaya ve öldürmeye devam edeceklerini söyleyenlerin bu küstahlıklarını, epey bir müddettir sükunetlerini ve soğukkanlılıklarını muhafaza etmeye çalışarak izleyen bir büyük kitle, artık  kendilerinin "keriz" yerine konulduğunu düşünüyor!..  



Maksatlarının "hak hukuk" mücadelesi yapmak değil bu vatandan "toprak" koparmak olduğu, daha ta başından belli olan bu gürûhun kopardığı bu yaygara ve sebep olduğu bunca yıkım ve felaketlerin hesabını sormak duygusu, giderek yüreklerde en öncelikli bir duygu haline geliyor. Bu durum ise, bilsinler ki, doğası gereği içinde (maazallah) çok daha vahim gelişmeleri, sanıldığından çok daha kısa bir zaman içinde, çok daha yakın bir noktaya çekebilecek bir potansiyel barındırıyor!.. 


Şimdi, bu hatırlatmayı yaptıktan sonra, gelelim bu "Kürtçü"lerin heva ve heveslerini tatmin etmelerinin ne derece mümkün olup olmadığı meselesine:


Bu husus öyle bir husustur ki, onun ne olduğunu kavramak için sanılanın aksine öyle uzun boylu analiz-sentez işlerine girişmeye gerek yoktur. Az biraz bir tarih bilgisi ve jeopolitik hissiyatı olan birinin Türkiye haritasını önünüze koyarak şöyle bir bakması bile bu işin imkansızlığını ortaya koymaya yeter!.. İşte bu noktada biz de bu "Kürtçü"lere ve bunların yandaşlarına, günümüzün moda deyimi ile "tersine mühendislik" (reverse-engineering) yaparak şunu soruyoruz:


"Eğer şu an, devlet(!) kurmayı çok arzuladıkları o topraklarda, bugün hali hazırda bir "Kürt devleti" var olsa idi, Türkiye Cumhuriyeti, geri kalan toprakları üzerinde tutunabilir miydi?!.. Bu coğrafya ve bu jeo-politik buna imkân, fırsat ve izin verir miydi?!.."


 Bu öyle bir durumdur ki, "bana ne" diyemezsiniz!.. Zira, eğer yukarıdaki durum vaki olmuş olsa idi, bugün Türkiye Cumhuriyeti hala var olma mücadelesinin en temel şartı olan; güvenlikli bir coğrafi sınıra ulaşmak için bütün varlığını ortaya koymuş bir şekilde, halen top yekûn bir "ölüm-kalım" savaşı içinde kanını döküyor olurdu. Şundan bir pay çıkarın ki, Lozan'da bile bir neticeye ulaştırılamayarak "belirsizlik içinde bıraktırılmış" bir Irak-Türkiye sınırı, bugün bile Türkiye Cumhuriyeti için bir hayat-memat meselesi halinde orta yerde duruyor ise, bundan daha ötesinin Türkiye için ne anlama geleceğini ve kalkıştığınız ve cür'et ettiğiniz şeyin hangi bedellere denk düştüğünün hesabını, varın biraz da siz yapın derim!..





0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.