9 Nisan 2010 Cuma

Kimse kendini kandırmasın

“Zamanının tümünü kendi özçıkarını korumaya zorlanan bir bireyden, çıkarcı olmamasını, fedakarlık yapmasını, kendini unutmasını nasıl bekleyebilirsiniz? Bütün bu bozukluklara dur demek için insanların içindeki görev duygusunu nasıl uyandıracağız?"  diye soruyor Emile Durkheim, "meslek ahlakı" konulu çalışmasında...


Evet, insanlara, en güzel nimetlere dünyada ulaşmanın en kestirme yolu olarak sunulan "Kapitalizm", insanları zamanlarının tümünü kendi kişisel çıkarları için harcamaya zorluyor. Böyle bir sistemde "çıkarcı" ve "bencil" olmamak, sistem tarafından dışlanmak demektir. Mevcut yaşam tarzlarını koruyabilmek, bulunduğu yerden daha aşağı bir konuma düşmemek için ölesiye bir mücadele vermeye zorlanan bir insanda fedakârlık duygusunun gelişmesini nasıl bekleyebilirsiniz? Çoğunluğunun müslüman olduğu sık sık ifade edilen bir ülkenin durumuna bakalım: "Bir beldede tek bir insan dahi aç sabahlamışsa o beldedeki bütün müslümanların imanı tehlikeye girmiştir" diyen bu din değil midir? Komşusunun açlığından bîhaber olanın müslüman sayılamayacağı en bilinen bir şey değil midir? O halde, yüksek duvarlarla çevrili, pahalı güvenlik sistemleri ile donatılmış, özel güvenlikli milyon dolarlık villalarda kendilerini diğer müslüman kardeşlerinden(!) adeta "tecrit ederek" yaşamayı yeğleyenler ve böyle bir yaşantının özlemi içinde helal-haram demeden kendini paralayanlar kimlerdir?


"Zengin olmak istiyorum, bana ne tavsiye edersiniz?" sorusunu yönelttiği Hz. Muhammed'den; "Öyleyse ihtiyaçlarını azalt" cevabını alan müslüman, bu cevaptaki hikmeti ne derece kavrayabilmiştir? İhtiyaçlarının esiri haline gelmiş bir insan modeli "kapitalist sistem"in en çok arzu ettiği şey değil midir? Kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmek ve bu uğurda çalışmak esastır. Ama zenginlik Allah vergisidir ve zengine düşen ise sadece "zekât vermek" değil "infak" etmek, yani ihtiyacından fazla olanı dağıtmaktır. Madem zenginlik bir Allah vergisidir ve bana da zenginlik verilmiştir, o halde "40'ta bir esasına göre zekatımı verdikten sonra lüks ve şaşaalı bir hayatı tercih etmem için önümde hiç bir engel yoktur" diyenlere de şunu hatırlatırım: Zenginlik gibi güzellik ve yakışıklılık da bir Allah vergisidir. Hz. Yusuf son derece yakışıklı bir adamdı. Öyle ki, bir pazarda gezerken sebze doğrayan bir kadın onun yakışıklılığından gözlerini alamamış, elini kesmiş ama farkında bile olamamıştı. Şu halde Hz. Yusuf; "Bende bu yakışıklılık varken dilediğim kadınla günümü gün ederim bu da benim hakkım" demiş midir?

Bu noktada, yakın geçmişimizden bir örnek daha vermek isterim: Adapazarında TOYOTA Fabrikasının temel atma törenine Toyota'nın sahibi Mr. Toyoda'da gelmiş ve rahmetli Sakıp Sabancı da bu vesile ile Emirgân'daki "Atlı Köşk"de Mr. Toyoda şerefine bir ziyafet vermişti. Hiç unutmam, orada gazetecilerden biri Toyoda'ya şu mealde bir soru sormıştu: "Sizin de Japonya'da böyle bir köşkünüz var mı?" Belki de serveti Sabancıl'arı 100'e katlayacak kadar zengin olan bu adamın cevabı yukarda bütün söylediklerimizi özetler bir nitelikteydi. Şöyle diyordu Mr. Toyoda: "Benim evim 45 m2. Yemeğimi eşim yapar, çamaşırlarımı eşim yıkar, hizmetçilerimiz yoktur, özel şöförüm yoktur, işime kendi arabamla gider gelirim..."

İşte işin özeti budur. Onbinlere iş imkânı sağlayan bir dolar milyarderinin hayat tarzı! Anlatılmak, vurgulanmak istenen budur! Ne kadar zengin de olsan hayat tarzın ortalama bir yurttaştan farklı olmamalı. Tevazu sahibi olmalısın, mütevazi yaşamalısın!

...

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.