26 Mart 2010 Cuma
Taş atan çocuklar ve aç yatan çocuklar...
DEVLET ÇÖZÜM “ÖNERMEZ”, “TEDBİR” ALIR!
Sen şunu bunu bahane edip, alenen devlete meydan okuyacaksın, silah alıp dağa çıkacak, askere kurşun sıktığın yetmiyor gibi çocuk, bebek, kadın kız demeden savunmasız insanları dahi vahşice katledeceksin, sonra da şunları bunları istiyorum diyerek devletle pazarlığa oturmayı talep edeceksin. Sana bu gazı verenlerin beslemelerini de arkana alıp ille de devlet ”çözüm” üretsin diye bir de yaygara yapacaksın!
Tabii, emperyalist oyunun bir geleneği de budur; önce taşlar bağlanır, köpekler sonra salınır!
Ne garip bir tecellidir ki, hayatı boyunca hak etmedikleri bir şeye el uzatmaya ne tevessül, ne teşebbüs, ne de tenezzül etmiş, böyle bir durumu akıllarından dahi geçirmemiş ve bunu en aşağılık bir hâl kabul etmiş olanların canları, malları, dişleri ve tırnaklarıyla amansız bir mücadele vererek var ettikleri bu Cumhuriyette, bu mücadeleyi verenlerin çocukları da ne yazık ki halen aç geziyor! Nerede, ne zaman, ne yaptıklarını ve kim olduklarını bile tam mânâsıyla bilemediklerimiz ise sefih bir saltanatın varisleri imişçesine her türlü arsızlığı ve hayasızlığı kendilerine hak biliyor, efendilerine hizmet adına kendi çocuklarını aşağılık bir oyunun figüranları haline getirmekten zerrece utanç duymuyorlar.
Bugün binlerce ailenin elektrik ve suları borç yüzünden kesilmişken, çocukları mum ışığında ders çalışmak zorunda kalmışken, iki güne bir öğünü ya denk getirebiliyor, ya getiremiyorken, bir insanlık faciası olan şu sessiz yığınların durumunu dile getirmemenin dahi bir insanlık suçu olması gerekirken siz kalkıyor “Taş atan çocuklar”ın durumu ile ilgili günlerinizi, saatlerinizi cömertçe harcayabiliyor, bunu ülke gündeminin baş köşesine oturtabiliyorsunuz! Bu mudur aydın namusu, bu mudur insanlık onuru! Bilmiyor musunuz o taşları attıranların kimler olduğunu? Bilmiyor musunuz yeşil kartıyla muayene olup ilaç yazdırdığı sağlık ocaklarını taşlattıranları? Siz bilmiyorsanız bu millet biliyor! Sizlerden ümidini çoktan kesmiş, her zaman olduğu gibi yine o muazzam ve kalenderce sabrı ile bu haksızlığı gidermesini kendi Allah’ından bekleyip duruyor!
Yüzyıllarca itilip kakılmış, ne kadar külfet varsa arsızca üstüne yıkılmış, ancak “ölmeye” adam gerektiğinde hatırlanmış bir milletin evlatlarına layık görülen bu kaderi değiştiren o cesur insanların bıraktıkları o mukaddes mirası hovardaca harcayanlara da bir çift söz söylemeden geçemeyeceğiz: Bir günden bir güne, merak dahi etmediğiniz, çözüm elinizin altındayken üzerinde kafa dahi yormaya gerek bile görmeden bütün meselelerinizi daha dün gırtlağınızı sıkanlara havale ettiğiniz vatanınızın size verdiği makam ve mevkiler sizler için bir hizmet ve şeref makamı olmaktan çoktan çıkmış ve boynunuza geçmiş bir utanç halkası haline çoktan gelmiştir. Milletinizden yüz çevirerek, medet umup sırt dayadıklarınız bugün sizleri bir paçavra gibi buruşturup gözünü kırpmadan çöpe atıyorken üzüntümüz bu “mukadder son”a değil sadece şunadır ki; kiminiz kendi “son”u geciktirmek için altlarındaki günahsız vatan evlatlarını harcıyor, kiminiz ise bu emperyalist gerçekle yüzleşmek cesareti gösteremediği için başını önüne eğerek koca Türkiye Cumhuriyeti’nin şerefinin ayaklar altına alınmasına cılız bir itiraz dahi etme ferasetini gösteremiyor. Yine de buradan şöyle seslenelim ki; geçmişte olduğu gibi bugün de yer yüzünde tek bir Türk kalmış olsa dahi emperyalistlerin korkulu rüyası olmaya devam edecek! İşte bu yüzden diyoruz ki: “Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Görelim bakalım mevlam neyler, neylerse güzel eyler!
Sen şunu bunu bahane edip, alenen devlete meydan okuyacaksın, silah alıp dağa çıkacak, askere kurşun sıktığın yetmiyor gibi çocuk, bebek, kadın kız demeden savunmasız insanları dahi vahşice katledeceksin, sonra da şunları bunları istiyorum diyerek devletle pazarlığa oturmayı talep edeceksin. Sana bu gazı verenlerin beslemelerini de arkana alıp ille de devlet ”çözüm” üretsin diye bir de yaygara yapacaksın!
Tabii, emperyalist oyunun bir geleneği de budur; önce taşlar bağlanır, köpekler sonra salınır!
Ne garip bir tecellidir ki, hayatı boyunca hak etmedikleri bir şeye el uzatmaya ne tevessül, ne teşebbüs, ne de tenezzül etmiş, böyle bir durumu akıllarından dahi geçirmemiş ve bunu en aşağılık bir hâl kabul etmiş olanların canları, malları, dişleri ve tırnaklarıyla amansız bir mücadele vererek var ettikleri bu Cumhuriyette, bu mücadeleyi verenlerin çocukları da ne yazık ki halen aç geziyor! Nerede, ne zaman, ne yaptıklarını ve kim olduklarını bile tam mânâsıyla bilemediklerimiz ise sefih bir saltanatın varisleri imişçesine her türlü arsızlığı ve hayasızlığı kendilerine hak biliyor, efendilerine hizmet adına kendi çocuklarını aşağılık bir oyunun figüranları haline getirmekten zerrece utanç duymuyorlar.
Bugün binlerce ailenin elektrik ve suları borç yüzünden kesilmişken, çocukları mum ışığında ders çalışmak zorunda kalmışken, iki güne bir öğünü ya denk getirebiliyor, ya getiremiyorken, bir insanlık faciası olan şu sessiz yığınların durumunu dile getirmemenin dahi bir insanlık suçu olması gerekirken siz kalkıyor “Taş atan çocuklar”ın durumu ile ilgili günlerinizi, saatlerinizi cömertçe harcayabiliyor, bunu ülke gündeminin baş köşesine oturtabiliyorsunuz! Bu mudur aydın namusu, bu mudur insanlık onuru! Bilmiyor musunuz o taşları attıranların kimler olduğunu? Bilmiyor musunuz yeşil kartıyla muayene olup ilaç yazdırdığı sağlık ocaklarını taşlattıranları? Siz bilmiyorsanız bu millet biliyor! Sizlerden ümidini çoktan kesmiş, her zaman olduğu gibi yine o muazzam ve kalenderce sabrı ile bu haksızlığı gidermesini kendi Allah’ından bekleyip duruyor!
Yüzyıllarca itilip kakılmış, ne kadar külfet varsa arsızca üstüne yıkılmış, ancak “ölmeye” adam gerektiğinde hatırlanmış bir milletin evlatlarına layık görülen bu kaderi değiştiren o cesur insanların bıraktıkları o mukaddes mirası hovardaca harcayanlara da bir çift söz söylemeden geçemeyeceğiz: Bir günden bir güne, merak dahi etmediğiniz, çözüm elinizin altındayken üzerinde kafa dahi yormaya gerek bile görmeden bütün meselelerinizi daha dün gırtlağınızı sıkanlara havale ettiğiniz vatanınızın size verdiği makam ve mevkiler sizler için bir hizmet ve şeref makamı olmaktan çoktan çıkmış ve boynunuza geçmiş bir utanç halkası haline çoktan gelmiştir. Milletinizden yüz çevirerek, medet umup sırt dayadıklarınız bugün sizleri bir paçavra gibi buruşturup gözünü kırpmadan çöpe atıyorken üzüntümüz bu “mukadder son”a değil sadece şunadır ki; kiminiz kendi “son”u geciktirmek için altlarındaki günahsız vatan evlatlarını harcıyor, kiminiz ise bu emperyalist gerçekle yüzleşmek cesareti gösteremediği için başını önüne eğerek koca Türkiye Cumhuriyeti’nin şerefinin ayaklar altına alınmasına cılız bir itiraz dahi etme ferasetini gösteremiyor. Yine de buradan şöyle seslenelim ki; geçmişte olduğu gibi bugün de yer yüzünde tek bir Türk kalmış olsa dahi emperyalistlerin korkulu rüyası olmaya devam edecek! İşte bu yüzden diyoruz ki: “Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Görelim bakalım mevlam neyler, neylerse güzel eyler!
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Cuma, Mart 26, 2010
Etiketler: Emperyalist bir argüman olarak "Kürtçülük", Milli Güvenlik Meselelerimiz
Posts Relacionados
0 yorum:
Yorum Gönder