21 Ağustos 2010 Cumartesi

"Batı Tipi Demokrasi" inadının başımıza açtığı işler (2)

Bir önceki yazımızdan devam edecek olursak; "Çağdaşlaşma" deyince aklına "Batı Medeniyeti" ve bu medeniyeti ortaya koyan "Batı Demokrasileri"nden başka bir şey gelmeyen, her şeyi bilen(!) ama kendi ülkesi hakkında en küçük bir şeyi dahi bilmeye tahammül edemeyen ve ülkelerinde Batı'ya benzemez tavırlar gördükçe cehennemde yaşadıklarını düşünerek kendilerine bu hayatı(!) yaşatan milletdaşlarına olmadık hakaretler yağdırıp lanet okuyan ama çok istedikleri halde bir türlü Batı'ya da ait olamayan entellektüel görünümlü bir gürûhun kopardığı yaygara, ne yazık ki yüzyıldan fazla bir süredir ülkemizde "gerçeklerin sesini" bastırmaya devam ediyor.


Konuya "Devlet Kültürü" penceresinden bakarak ilk çağlara kadar inmek ve konuyu 4 ana başlık halinde ele alan genbilim.com  sitesinin  (http://www.genbilim.com/content/view/1741/86/ ) adresli ve "Türk Devletinin Özellikleri" başlıklı sayfasından yaptığımız "kısmî" alıntılar ile devam etmek istiyoruz.


Halil İnalcık Hocamızın; "İslamiyet öncesi Türk devletlerinde hakimiyet anlayışında “kut” mühim rol oynar. Kağan ünvanını yalnızca Tanrının göndermiş olduğu soy taşıyabilir. Han soyunun kutsal bir menşei vardır"  tespiti ve hemen arkasından merhum İbrahim Kafesoğlu Hocamızın şu tespiti ile karşılaşıyoruz:


1- Teokrasi:


"Türklerde hükümranlığın karakteri “ilahi vazife” anlayışından dolayı “karizmatik” iktidar olarak kabul edilmiştir. Fakat oradaki şu mühim farklara dikkat edilmelidir : Karizmatik hakimiyete bağlı topluluklar umumiyetle dini cemiyetler olduğu halde ; Türk siyasi birlikleri dini vasıf taşımaz peygamberler veya veliler tarafından idare edilen Türk devleti yoktur. Ayrıca Türk hükümdarı insan-üstü varlık da sayılmamaktadır. Hem kendisi hem de halk onun normal bir insan olduğunun farkındadır"


Buna karşılık; "Batı siyasi düşüncesinde “teokrasi” Tanrının egemenliği ya da tanrı adına yürütülen egemenlik demektir. Teokratik devlette yöneticiler, tanrı tarafından görevlendirildiklerini, hatta onun yeryüzündeki gölgesi ve temsilcisi olduklarını söyleyerek otoritelerini güçlendirdiler. Teokratik devlette, yöneticilerin otoriteleri ilahi nitelikli ve sınırsızdır; Tanrıdan başka kimseye karşı sorumlulukları yoktur". (“Devlet Yönetimi”, Osmanlı Dünyayı Nasıl Yönetti ; S.73-74)


2- Sosyallik :


"Hiçbir zaman bir kişinin, ailenin veya bir zümrenin olmayan Türk devleti sosyal bir niteliğe sahiptir. Eski Türk devletlerinde hakan tarafından verilen “şölen” ziyafetlerine herkes katılırdı. Her yıl borçluların borçları ödenir, çıplaklar giydirilir, bey malları yağma edilirdi ki ülkede ne çok fakir ne de çok zengin bir tabaka oluşmazdı. İslam devletlerinde de sosyal dayanışma esastır. İslamiyet çalışmayı, helal kazanmayı, kazancı paylaşmayı, zekât ve sadaka vermeyi emreder. Kimseyi kimseye üstün tutmaz. Bu ilkeler Türk devletlerinin sosyallik özelliğine daha da kristalize etmiştir.



Devrin imkanlarına göre ülke tüm halkın kullanıp faydalanacağı yollar, köprüler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, vakıflar ile imar edilmiştir. Hükümdarlar her daim kendi tebalarını ve mazlum durumdaki tüm insanların haklarını korumuşlardır. Toplumun her kesimi iyi organize olmuştur. Cemaatleşme fikri günlük yaşamda halk arasında var olduğu gibi iş hayatında da sıkı kaidelere bağlı “loncalar” bulunmaktaydı. Toprağın büyük çoğunluğunun mülkiyetinde ve memur-askerlerin denetiminde bulunması köylülerin sömürülmesini engellemiştir


3- Adalet :


Türk devletlerinin ilk dönemlerden itibaren hükümdarlara yüklediği en önemli görevlerden biri iyi yasalar koymak, bu yasaları adaletle uygulamaktır. Çünkü toplum refahı adil bir düzen ile sağlanır. Türk toplumu da bu düzen için elverişlidir ; zira sınıf veya kast esasına dayanmaz. Adalet kavramı eşitliği özünde taşır. Sanık veya davacının sultan veya aciz bir kişi olması sonucu değiştirmez. Osmanlı padişahları, kendilerinin ilahi adalet ve düzenin temsilcileri olduklarını bilirlerdi. Bu nedenle adalet konusunda çok hassas davranırlardı

4- Liyakat :




Türklerde eski dönemlerden itibaren devlet hayatında liyakat önemli bir kavramdır.Tahta çıkacak kağan’ın bilge, akıllı, cesur, kahraman ve yüksek ahlâki değerlere sahip bir kişi olması gerekir. Hükümdar Kut’a sahip olmakla beraber, onun icabına göre hareket etmeli, liyakat göstermesi gereklidir. İslamiyet’ de doğuştan kimseye sıfat, unvan, imtiyaz, istisnai bir şeref hakkı verilmez, toplumda ancak hizmet ve liyakatle mevki, sıfat elde edilir. Türk İslam devletlerinde, yüksek kademelere genellikle medrese çıkışlı değişik mevkilerde liyakat’ ını ispat etmiş elemanlar getirilirdi. Osmanlıda da liyakatını ispat eden herkes, mevki, menşei ne olursa olsun, paşalığa, vezirliğe hatta sadrazamlığa yükselebilirdi.(8) Tarihte kurulmuş Türk devletlerinin burada izah ettiğimiz başlıkların yanında “hukukun üstünlüğü” gelenek, sınıfsızlık” gibi özellikleri de vardır.


Bunlara ek olarak sayın İsmail Hakkı Küpçü'nün şu tespitini de önemli buluyoruz:
 
"Türklerde devlet eliyle köle kullanımı da olmamıştır. Romalılardaki Spartacus isyanı (M.Ö. 73-71), Araplardaki Zenc isyanı (883) gibi köle ayaklanmaları, ABD deki yoğunlukta köle ticareti Türklerde görülmemiştir. Aksine köle olmuş ama kölelikten yükselerek devlet kurmuş Türk liderler vardır. (Mısır’daki Ed-devlet-it Türkiye yani Memlûk Türk Sultanlığı ile Delhi Türk Sultanlığı bunların en büyükleridir.)"

Konuya kaldığımız yerden devam etmek dileği ile...

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.