17 Ağustos 2010 Salı
'Bize bişey olmaz (mı) abi!'
Yanılmıyorsam Falih Rıfkı Atay'dı ve "Zeytindağı" adlı kitabının bir yerinde şöyle yakınıyordu:
"Bir gün, Şam'ın, Halep'in, Beyrut'un elimizden çıkacağını söyleselerdi güler geçerdik. Her şey o kadar çabuk oldu bitti ki, şimdi İstanbul'un bile elimizde kalacağı şüpheli!.."
Bu işler böyledir! Devenin başını çadıra sokmasına bir defa izin verdin mi çadırdan dışarı atılman mukadderdir. İnsan seviyorsa kıskanır! Bu onun doğasındandır. Kıskanan insan ise sevdiğine bir zarar gelir endişesi ile gözünü dört açar, daima uyanık ve hassas olur. Vatanını sevmek de böyledir. Hassasiyetin yoksa kıskançlığın da yoktur, kıskanmıyorsan da sevmiyorsun, umursamıyorsundur! Kaldı ki, mevzuubahs olan vatanın olunca bir de ona olan muhtaçlığını hatırlamalısın. Tabii, insan olanın asıl muhtaçlığının hürriyet ve bağımsız yaşamak ihtiyacı olduğunu biliyorsan! "Yeyip içip, sırtüstü yatarım, başımızdakiler ne diyorsa ben ona inanır, ben ona bakarım" diyenlerdensen şunu hatırlatırım: Hayvan bile, hayvanlığıyla ormandaki yangından içgüdülerinin sesine uyarak kaçıyor; "Nasıl olsa bu yangın bana ulaşamaz!" demiyor. Sen ise, bırak yangını söndürmeyi, ondan kaçmayı bile akıl edemiyorsun, her hâl ve hareketinle; "Nasıl olsa bana kadar gelmez bu yangın" dediğini anlatıyorsun. Baba mirasın "Babalar gibi satılıyor" kılın kıpırdamıyor; ağzını yaya yaya, "Alan sırtına sarıp da götürecek mi sanki!" yavesine nasıl oluyor da bu kadar kolay sığınabiliyorsun?
Toprağına parayı bastırıp alan adamın onu sırtına alıp götürmektense; "Sen buralarda daha halâ ne geziniyorsun ulan pezevenk, hadi yallah!" deyivermeyeceğinden nasıl oluyor da bu kadar emin olabiliyorsun? Kendine ait olmayan düşünceleri nasıl bu kadar kolay sahiplenebiliyorsun? Fikren esir olmanın fiili esaretle sonuçlanacağını nasıl oluyor da bilemiyorsun? Her şeyi biliyorsun, her söze söylenecek bir "laf"ın, her soruna bir çözümün var, dünyanı bitirmişsin, "öğrenmek" gibi bir derdin yok, olmadığı gibi bilmeyenlere de "öğretiyor"sun!. Tıpkı fıkradaki çocuk gibisin. Hani dul kadıncağız okumada gözü olmayan çocuğunu bir zenaat sahibi olsun diye bir demircinin yanına koymuş, oğlan sabahtan gitmiş, akşamına dönmüş ve annesine; ertesi gün işe gitmeyeceğini, çünkü gitmesine gerek kalmadığını, demirciliği öğrendiğini söylemiş ve söylemekle de kalmayıp, demirciliğin ne kadar basit ve kolay bir iş olduğunu anacığına iki dakikada anlatıvermiş. Anacığı ne yapsın, boynunu bükmüş kalmış, bir taraftan da oğlunun zekâsını da içten içe takdir etmiş. Neyse, aradan bir kaç gün geçmiş, demirci bekliyor ki çırağı gelsin ama ne gelen var ne giden! Derken, bir kaç gün sonra çırağın anasına çarşıda denk gelmiş ve merakla sormuş: "Yahu Hatun, nerelerde senin bu oğlan, bir gün geldi, sonra ortadan kayboldu, hani zenaat öğrenmek istiyordu?!..". Bunun üzerine kadın mahcubiyetle karışık bir gururla; "Vallaha Efendi, ben de söyledim git diye amma o gerek olmadığını söyledi; demirciliği öğrenmiş!" Demirci: "Nasıl olur yahu bir günde?!.." deyince kadın; "Vallaha Efendi, önce demiri ocağa sokup körüğü çekiyormuşsunuz, demir iyice kızınca da örsün üstüne koyup döndere döndere çekiçliyormuşsunuz, hepsi buymuş yani..." deyince demirci dayanamamış: "Vay ananı avradını...Kendi bellediği gibi anasına da öğretmiş!"
Bayrağının yanına yeni bir bayrak asılmak isteniyor, gencecik evlatlarının kimi toprağa düşüyor, kimi şerefsizce kurulan tuzaklarda kolunu bacağını, gözünü yitiriyor, sakat kalıyor. Geride bıraktıkları analarının, babalarının cenazelerinde giyecek giyecek kıyafetleri bile yok! Ama olsun değil mi? Borsa rekora gidiyor, değil mi? Tanzanya'ya da vize kalktı, dış itibarımız tavan yaptı, değil mi? Dünün aşiret reisinin ayakları altına Türkiye Cumhuriyeti kırmızı halılar sersin, bundan ne çıkar değil mi? Bu yangının alevi nasıl olsa sana değmeyecek, değil mi? O halde; nasıl olsa bu dünyanı kurtarmışsın, cennetine de zaten ramak kalmış, nasıl olsa namazın rekatına da para yok, eğil eğil kak, nasıl olsa kabul eder değil mi ki zaten Hak!
NAHHH!!!...
"Bir gün, Şam'ın, Halep'in, Beyrut'un elimizden çıkacağını söyleselerdi güler geçerdik. Her şey o kadar çabuk oldu bitti ki, şimdi İstanbul'un bile elimizde kalacağı şüpheli!.."
Bu işler böyledir! Devenin başını çadıra sokmasına bir defa izin verdin mi çadırdan dışarı atılman mukadderdir. İnsan seviyorsa kıskanır! Bu onun doğasındandır. Kıskanan insan ise sevdiğine bir zarar gelir endişesi ile gözünü dört açar, daima uyanık ve hassas olur. Vatanını sevmek de böyledir. Hassasiyetin yoksa kıskançlığın da yoktur, kıskanmıyorsan da sevmiyorsun, umursamıyorsundur! Kaldı ki, mevzuubahs olan vatanın olunca bir de ona olan muhtaçlığını hatırlamalısın. Tabii, insan olanın asıl muhtaçlığının hürriyet ve bağımsız yaşamak ihtiyacı olduğunu biliyorsan! "Yeyip içip, sırtüstü yatarım, başımızdakiler ne diyorsa ben ona inanır, ben ona bakarım" diyenlerdensen şunu hatırlatırım: Hayvan bile, hayvanlığıyla ormandaki yangından içgüdülerinin sesine uyarak kaçıyor; "Nasıl olsa bu yangın bana ulaşamaz!" demiyor. Sen ise, bırak yangını söndürmeyi, ondan kaçmayı bile akıl edemiyorsun, her hâl ve hareketinle; "Nasıl olsa bana kadar gelmez bu yangın" dediğini anlatıyorsun. Baba mirasın "Babalar gibi satılıyor" kılın kıpırdamıyor; ağzını yaya yaya, "Alan sırtına sarıp da götürecek mi sanki!" yavesine nasıl oluyor da bu kadar kolay sığınabiliyorsun?
Toprağına parayı bastırıp alan adamın onu sırtına alıp götürmektense; "Sen buralarda daha halâ ne geziniyorsun ulan pezevenk, hadi yallah!" deyivermeyeceğinden nasıl oluyor da bu kadar emin olabiliyorsun? Kendine ait olmayan düşünceleri nasıl bu kadar kolay sahiplenebiliyorsun? Fikren esir olmanın fiili esaretle sonuçlanacağını nasıl oluyor da bilemiyorsun? Her şeyi biliyorsun, her söze söylenecek bir "laf"ın, her soruna bir çözümün var, dünyanı bitirmişsin, "öğrenmek" gibi bir derdin yok, olmadığı gibi bilmeyenlere de "öğretiyor"sun!. Tıpkı fıkradaki çocuk gibisin. Hani dul kadıncağız okumada gözü olmayan çocuğunu bir zenaat sahibi olsun diye bir demircinin yanına koymuş, oğlan sabahtan gitmiş, akşamına dönmüş ve annesine; ertesi gün işe gitmeyeceğini, çünkü gitmesine gerek kalmadığını, demirciliği öğrendiğini söylemiş ve söylemekle de kalmayıp, demirciliğin ne kadar basit ve kolay bir iş olduğunu anacığına iki dakikada anlatıvermiş. Anacığı ne yapsın, boynunu bükmüş kalmış, bir taraftan da oğlunun zekâsını da içten içe takdir etmiş. Neyse, aradan bir kaç gün geçmiş, demirci bekliyor ki çırağı gelsin ama ne gelen var ne giden! Derken, bir kaç gün sonra çırağın anasına çarşıda denk gelmiş ve merakla sormuş: "Yahu Hatun, nerelerde senin bu oğlan, bir gün geldi, sonra ortadan kayboldu, hani zenaat öğrenmek istiyordu?!..". Bunun üzerine kadın mahcubiyetle karışık bir gururla; "Vallaha Efendi, ben de söyledim git diye amma o gerek olmadığını söyledi; demirciliği öğrenmiş!" Demirci: "Nasıl olur yahu bir günde?!.." deyince kadın; "Vallaha Efendi, önce demiri ocağa sokup körüğü çekiyormuşsunuz, demir iyice kızınca da örsün üstüne koyup döndere döndere çekiçliyormuşsunuz, hepsi buymuş yani..." deyince demirci dayanamamış: "Vay ananı avradını...Kendi bellediği gibi anasına da öğretmiş!"
Bayrağının yanına yeni bir bayrak asılmak isteniyor, gencecik evlatlarının kimi toprağa düşüyor, kimi şerefsizce kurulan tuzaklarda kolunu bacağını, gözünü yitiriyor, sakat kalıyor. Geride bıraktıkları analarının, babalarının cenazelerinde giyecek giyecek kıyafetleri bile yok! Ama olsun değil mi? Borsa rekora gidiyor, değil mi? Tanzanya'ya da vize kalktı, dış itibarımız tavan yaptı, değil mi? Dünün aşiret reisinin ayakları altına Türkiye Cumhuriyeti kırmızı halılar sersin, bundan ne çıkar değil mi? Bu yangının alevi nasıl olsa sana değmeyecek, değil mi? O halde; nasıl olsa bu dünyanı kurtarmışsın, cennetine de zaten ramak kalmış, nasıl olsa namazın rekatına da para yok, eğil eğil kak, nasıl olsa kabul eder değil mi ki zaten Hak!
NAHHH!!!...
0 yorum:
Yorum Gönder