İstikrar diye diye sonunda şifamızı bulduk elhamdülillah!
Vazgeçtik kendi derdimizden de, memleketin; şu gün yirmi dört saat üstümüze üstümüze gelen boğucu, kusturucu, gınalar getirici gündeminden bir türlü kurtulamadık.
Atılanlar, tutulanlar, basılanlar, dosyalar bavullar gırla gidiyor!
Medet Allah, ne güzel kendi derdimize yanıp duruyor, bir taraftan pavyon hesabı misali her ay burnumuza dayanan elektrik, doğalgaz faturalarını yüreğimiz ağzımızda beklerken, diğer taraftan kükreyecek bir kürsü gördü mü kendini zaptedemeyen aslanlar gibi sayın büyüğümüzün kulaklarımızı doldura doldura naralanmasına da kendimizi alıştırmaya çalışıyorduk.
Vazgeçtik, vallahi de tallahi de çoktan vazgeçtik!
Kendisi için sizden bir şey isteyen namert, tek bizim cebimiz boş, sizinkiler dolu olsun!
Gözü olanın gözü, kıskananın da canı çıksın!
Çıksın çıksın da, artık yeterse de yeter olsun!
Tamam anladık, stratejik ortağımız, velinimetimiz, büyük biraderimiz, dünya, hatta Mars ve hatta Venüs durdukça durası, karşı çıkan oldu mu yerden yere vurası, dünya ahret dostumuz
ABD'miz buyuruyorlar ki: "Çocuk ne diyorsa inanacaksın!"
Eyvallah abi, ne demek, emriniz olur!
Siz hiç merak buyurmayın,
biz millet olarak belki bu durumların biraz cahiliyiz amma bizim de kendimizce bir anlayışımız vardır yani...
Şimdi bakın, şöyle bir hikaye anlatırlar bizde;
size de anlatalım da biraz gazabınızı yatıştıralım, siz de biraz rahatlayın, biz de.
Hikaye şu:
Karakuşi'nin hükümleri ülkeye egemen olunca*
Bir zamanlar Kahire’de bir hırsız gözüne kestirdiği bir eve dalarak yükte hafif, pahada ağır her ne var ise bir torbaya doldurur.
Balkondan atlayıp kaçmak isterken, aniden kopan bir tahta parçasına ayağı takılarak aşağıya yuvarlanır.
Soluğu kendine has hükümleri ile bilinen meşhur kadı Karakuşi’nin huzurunda alır.
- “Efendim, ben geçimimi hırsızlıktan sağlayan biriyim. Dün bir eve girip bir şeyler çaldım. Balkondan atlarken, gevşek tahtaya basıp aşağıya düştüm, ayağım kırıldı. Ev sahibinden şikayetçiyim.”
Karakuşi, hemen zaptiyelere seslenir:
- “Derhal ev sahibini bulup getirin.”
* * *
Biraz sonra ev sahibi huzura çıkarılır.
Karakuşi, ev sahibine gözlerini diker:
- “Bre densiz, neden evinin balkonunu gevşek yaparsın da şu zavallı insanın hayatını tehlikeye atarsın. Bunun hükmü nedir bilir misin?”
Eli ayağı birbirine dolaşan ev sahibi, kendince durumu izah etmeye çalışır:
- “Efendim, bu benim değil, kesinlikle marangozun hatasıdır. Ben ona parasını tam ödedim. Fakat o işini eksik yapmış, bitirmeden bırakıp gitmiş.”
Karakuşi, yeniden zaptiyelere döner:
- “Bana derhal marangozu getirin.”
* * *
Çok geçmez, marangoz huzurdadır.
Karakuşi, bu kez marangoza çıkışır.
- “Bre melun, bu adem sana parasını ödediği halde neden işini doğru dürüst yapmaz da, şu zavallı insanın hayatını tehlikeye atarsın?”
Başına gelecekleri anlayan marangoz, kıvrak zekası ile hemen itiraz eder:
- “Efendim, benim bir suçum yok. Yolda üzerinde parlak elbise bulunan bir kadın geçiyordu. Güzelliğine o kadar kapıldım ki çiviyi çakmayı unutmuşum.”
Karakuşi, zaptiyelere ellerini çırpar:
- “Bana derhal şu kadını getirin.”
* * *
Kısa bir süre sonunda kadın bulunur.
Karakuşi, bir kadına, bir üzerindeki parlak kumaşlı elbiseye bakarak kükrer:
- “Bre kadın, neden böyle güzelliğini teşhir edersin de, şu marangozun işine engel olur, şu zavallı insanın hayatını tehlikeye atarsın?”
Kadın, bir kendisine, bir kadıya baktıktan sonra paçayı yırtacak formülü bulur:
- “Efendim, benim güzelliğim Allah’tan geliyor. Ama üzerimdeki parlak elbiseyi diken terzidir. Eğer o elbiseyi çekici yapmışsa benim suçum ne?”
Karakuşi, bir kez daha buyruğu verir:
- “Bana derhal şu terziyi getirin.”
* * *
Terzi apar topar yüce huzura getirilir.
Karakuşi, bu kez terziye kalayı basar:
- “Bre düzenbaz, neden böyle elbiseler dikersin de, şu marangozun işine engel olur, şu zavallı adamın hayatını tehlikeye atarsın.”
Önce eli ayağı titreyen terzi, kem küm ettikten sonra topu kumaş boyacısına atar:
- “Efendim, diktiğim elbiselerin hiçbiri de dikkat çekmez. O elbiseye o çekici rengi veren kumaş boyacısıdır. Asıl suçlu odur.”
Karakuşi, zaptiyelere doğru haykırır:
- “Bana derhal şu boyacıyı getirin.”
* * *
Karakuşi, küplere binmiş vaziyettedir:
- “Bre kefere, neden kumaşları çekici renklere boyarsın da, şu marangozun işine engel olur, şu adamın hayatını tehlikeye atarsın?”
Boyacı, ileri sürecek bir mazeret bulamayınca Karakuşi, hışımla ayağa kalkar:
- “Bu adamı hemen asın. İbret-i alem için cesedini iki gün boyunca teşhir edin.”
Ne olup bittiğini anlayamayan boyacı idam sehpasına çıkarılır. Fakat boyu sehpaya göre çok uzundur.
Cellatlar, vaziyeti Kadı hazretlerine bildirirler.
Karakuşi, meşhur hükmünü verir:
- “Ne yani, suç cezasız mı kalacak? O zaman kısa boylu birini bulun ve onu asın.”
*(İsrafil K. KUMBASAR / YENİÇAĞ GZT. / 24.2.2010)
24 Şubat 2010 Çarşamba
Pardon! Şu aradığınız kısa boylu biri miydi?..
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Şubat 24, 2010
Etiketler: 2. Cumhuriyetçiler, Emperyalist bir argüman olarak "Demokrasi"
Posts Relacionados
0 yorum:
Yorum Gönder