10 Şubat 2010 Çarşamba

ET FİYATLARI YÜKSELİYORMUŞ

Çok garip bir ülke olduk. Sanki her haberi bir şok, her olayı ise beklenilmez ve umulmaz bir durum gibi algılıyor ve sanki olan bitende bizim hiç bir dahlimiz yok da, her şey kendiliğinden bizim aleyhimize çalışıyormuş gibi bir panik hali yaşıyoruz. Bu durumun en son yansımalarından biri de "et fiyatları tırmanışta!" haberi.


Çok da fazla uzun olmayan bir zaman önce; dünyada temel gıda maddeleri konusunda kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olmakla övünürdük. 12 Eylül ihtilâli'nin bu millete hediye(!) ettiği Özal Hükümetleri ile birlikte giderek bu vasfımızı kaybettik. Ziraî üretimin horlanması ve "yurtiçinde pahalıysa(!) dışarıdan ucuza getirtirim" politikası siyasi iradeye hakim olmuş, bu durum her ne kadar popülist ve pragmatik bir politika görüntüsü vermiş olsa da kazın ayağının hiç de öyle olmadığı düşünen akıllara kısa sürede malûm olmuştur.


Ekonomik meseleleri siyasi olaylardan soyutlayarak ele alırsanız yanılırsınız. 1980 sonrası gelişen siyasi olayları inceleyen dikkatli bir göz PKK terörü ve hayvancılık politikaları arasındaki örtülü bağlantıyı derhal görür. 1980'lere kadar Türkiye'nin et deposu olan doğu Anadolu'nun, bu tarihten sonra bu vasfını giderek kaybetmesi bir tesadüf değildir. 1985 yılından itibaren, önce bilinçli bir şekilde hayvancılığı geliştirmek adına Ziraat Bankası'na kredi muslukları açtırılmış, %22 faizli ve yıl sonu anapara + faiz ödemeli krediler, o güne kadar hiç görülmemiş bir kolaylıkla (özelikle; 5.000.- 10.000.TL aralığında) çiftçiye verilmiş ancak kredilerin daha yılı dolmadan hükümet emri ile kredi faizleri önce  %34'e, bir kaç ay sonra da %38'e çıkarılarak Türk çiftçisi, tefecilerin bile tevessül etmekten ar edeceği bir faiz tuzağına düşürülmüştür. Bu tuzak bununla da kalmamış, eş zamanlı olarak, bir taraftan da Romanya, Polonya vb. ülkelerden canlı ve karkas et ithâlatı serbest bırakılarak, çiftçinin elindeki hayvan varlığının değerinin düşmesi sağlanmış, zarar etmesi ve yer ile yeksan olması adeta garanti altına alınmıştır. Bir taraftan da Irak ve İran'dan Türkiye'ye canlı küçükbaş hayvan sokulmasına da göz yumulmuştur.


Ne ilginçtir ki, bir taraftan bu politikalar yürütülürken, diğer taraftan da PKK, terör eylemlerine hız vermiş, mezra ve meralarda hayvancılıkla geçimini sağlayan vatandaşları canından ve malından etmiştir. Yüzyıllardır babadan oğula bu yolla geçinegelmiş ve ülke ekonomisine katkıda bulunmuş bu insanlar terör nedeni ile ellerindeki hayvanlarını yok pahasına satıp, Diyarbakır'ın, Van'ın, Batman'ın varoşlarına sığınmak zorunda bırakılmışlardır. İşini ve varlığını kaybetmiş bu çaresiz insanların çocuklarının terör örgütünün eleman ihtiyacı için en elverşli kaynaklar olmasına da fırsat verilmiştir.


Bugün ette çalan alarm zillerinin kısa bir süre sonra diğer tarımsal ve sınaî ürünler için de çalması mukadderdir.  Çünkü artık Türkiye "üretemeyen", yüksek faizle borç bulup onunla ihtiyaçlarını ithâl eden ve ödeyemeyeceği kadar borca batırılmış bir ülkedir. Bilhassa temel gıda maddelerinin yurtiçinden teminin sürekli mümkün kılınması aynı zamanda stratejik bir gereklilik iken bu hususu hiçe sayar bir davranış içinde olunmasının acaba adı nedir? Toprağı ile geçinemez hale düşürülmüş köylüyü şehre göçe mecbur eden bir ekonomi politikasının hedeflediği bir siyasi amaç var mıdır, yok mudur? Daha iyi koşullar bulduğunda fabrikasını ya da iş yerini başka bir yere kolaylıkla taşıyabilme imkânı bulunan bir sanayici ya da tacir yanında köylünün durumu nedir? O aynı zamanda bir taraftan toprağını beklerken aynı zamanda da vatanı beklemiş olan bir insan değil midir? Onun "efendiliği" de sakın bu noktadan geliyor olmasın?

Hasılı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin elinde avucunda ne varsa satılmış, vatandaşıyla arasındaki ilişki tüccar/müşteri ilişkisine indirgenmiş, devlet bütün vatandaşları için bir "baba" iken,  artık sadece bir zümrenin her türlü heva ve hevesinin emrine tahsis edilmiş bir müstahdem derekesine düşürülmüştür. Anavatan Partisi, üstlendiği misyonu başarıyla tamamlamış ve siyaset sahnesindeki rolü bitmiş ama oyun bitmemiştir.


...

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.