Liyakat dendiğinde layık olmak, yani ehliyyet, ehliyyet dendiğinde yeterlilik, yeterlilik dendiğinde istihkak, (ehliyyetli olanın kazandığı ve hak ettiği şey) ve istihkak dendiğinde de meharet (ustalık, beceriklilik) ve (ehliyetliler topluluğuna) mensubiyyet (alakalı bulunuş) anlaşılır... Bütün bu kelimelerin zorunlu sonucu ise "mesuliyyet", yani "sorumluluktur".
Görüldüğü üzere bu kelimelerin hepsi birbirine silsile yolu ile bağlıdır ve biribirinden doğmuş kelimelerdir. Öyleyse, gelin şimdi buradan hareketle bir çıkarımda bulunalım:
Bir "hak"kın kullanılabilmesi için hak sahibi olmak gerektiğine göre, önce hak sahibi olmak isteyenin o hakka sahip olup olamayacağına dair bir "liyakat" sorgulaması yapmak gerekecektir. Yani basitçe, araba kullanmak için sürücü belgesine sahip olduğunun belgelenmesi gibi...
Peki, toplu yaşamanın bir gereği olarak hakların kullanımında ve hakların sınırlanması hususunda rüşd dahil, kanunlar yolu ile bir çok kriterler konup bunlara göre önce liyakat ve ehliyyetler belirlendiğine göre, bir devletin yani o devleti teşkil eden milletin geleceğini belirleme hakkına talip olanlarda aranacak ehliyyet ve liyakatın kriterleri nedir?
Bu kriterler bizde (erkek ise) askerliğini yapmış olmak, en az ilkokul mezunu olmak, yüz kızartıcı bir suçtan mahkum olmamak vb. gibi kriterlerden ibarettir.
Peki bu "talipli" neye talip olmaktadır?
Devlet yönetimine ve bunun için gerekli olan kanunların çıkarılmasına, hülâsa; yasama ve yürütme "yetkisi"ne...
Üniversiteden mezun olmuş bir insandan iş başvurusu esnasında bile bir yığın "referans" istenirken ve tecrübesi olup olmadığı beklenirken "liberal anayasalar"da, ya da "anayasal liberalizm"de "seçilme hakkı" kriterleri neden bu kadar alabildiğine "sade" ve "basit" tutuluyor?
"Özgürlüklerle dolu" olduğu ile övünülen bir anayasa bir "traktör şoförü" ile bir "otobüs şoförü"nü özel kanunlarla ayırır ve sınıflarken "yasama ve yürütme" gibi iki büyük ve hayati konuda görev almaya talip olanlarda neden bu kadar "hassas" olma gereği duymuyor ki?
Yoksa "liberal anayasalar" bu yasama ve yürütme işini "herkesin" talip olabileceği kadar sıradan ve basit bir iş olarak mı görüyor, ya da bu iş gerçekten bu kadar basit de biz mi bilmiyoruz?
Bu sorunun cevabı aslında gayet açık ve liberal bir anayasa için gayet tutarlı.
Çünkü, pratik olarak uygulamalarını da gördüğümüz üzere, talimata göre "el kaldırıp, el indirme" işinden
ibaret bir "vekillik" için ehliyyet ve liyakat haliyle çok da gerekli olmuyor! Liberal bir demokrasi ve onun anayasası için önemli olan şey "talimat kabul eden ya da etmeye hazır olan", ülkesini küresel sisteme entegre etmeye "hevesli" ve "becerikli" parti başkanlarıdır. Bunlardan gayrısı ise dolgu malzemesidir ve şeklî şartları yerine getirmek üzere lazım olan zevattan ibarettir.
Bu durumda; sistemin ne suçu var, o zaman "halk düzgün adamlar"ı seçsin öyleyse denebilir. Şayet bunu diyecek kadar saf değilseniz seçtiklerinizin sizin seçiminize sunulanlardan ibaret olduğunu zaten biliyorsunuz demektir. Bağımsız aday olmak isteyenlerden adaylığını 6.000 Tl.ye yakın bir bedel almadan kabul etmeyen serbest rekabetçi(!) "sistem", böylece size "paran kadar demokrasi" demiş olmaktadır. Eh, bir partiden aday olmanın "bedeli" gözönüne alındığında bu kadarcık bir tutara itiraz olmamalı herhalde, öyle değil mi?!..
Liberal demokratik süreçleri inceleyerek konuyu daha da detaylandırmak elbette mümkün, fakat yine de biz bu kadarını söylemekle yetinmiş olalım ve buraya kadar söylediklerimizle bu türden bir "demokrasi"nin hangi amaca hizmet ettiği gerçeğini es geçenler için son olarak şunu söyleyelim:
"Memleketin bunca sorununu" çözmekte başarısız olduğu gerekçesi ile şikayet ettikleri "iktidar partisi"nin artık gitmesi ve yerine başka bir "sistem partisi"nin gelmesi gerektiğini düşünenler, içine "düşürüldükleri" bu fasit dairenin farkına varıp buna bir itiraz getirmedikçe "sistem" nihai hedefine doğru hızla ilerlemeye devam edecek ve kendilerinin de bugün "sorun" olarak dillendirdikleri hususları bir hayat biçimi olarak kabullenmekten başka bir çareleri kalmayacaktır!..
Sözün özü: Liyakat sahibi olmayanın "seçme hakkı" yoktur. Kendisi adına başkaları tarafından alınan kararları "onaylamayı" bir lütuf olarak kabul edip kendisinin adam yerine konduğunu sanarak teselli bulmak ve bunu "demokrasi sanmak" hakkı ise vardır. Zira, sistem partilerini sahiplenerek ve her seçim zamanı sandık başına gidip önüne getirilenlere oy vererek buna "layık" olduğunu fazlası ile ispat etmiştir!..
0 yorum:
Yorum Gönder