18 Aralık 2011 Pazar

"Hitler'in Vasiyeti"


İnsanlık aleminin yaşadığı en büyük yıkım olarak kabul edilen ikinci dünya savaşının baş sorumlusu olarak gösterilen Adolf Hitler'in, kendi elinden çıkmış "Kavgam / Mein Kampf" adlı kitabından başka kendisi hakkında kaleme alınmış pek çok kitabın da var olduğu şüphesiz hepimizin malûmudur. Fakat bunların içerisinde üzerinde halen tartışılan öyle "özel" bir kitap daha var ki, bu kitabı okumaya başladığımızda, bu büyük savaşın çıkmasına sebep olarak bize biteviye anlatılıp duran ve yoğun bir medya sağanağı altında bize  ezberletilen nedenleri yeniden gözden geçirmekle kendimizi adeta mükellef hissetmeye başlıyor ve asıl nedenlerin çok daha farklı olduğu ya da olabileceği konusunda ister istemez bir daha düşünmek durumunda kalıyoruz..

Önsözü; “Tarafsız bir kalemden Nazi Almanya'sının tarihi henüz yazılmamıştır" cümlesi ile başlayan ve 2002 yılında orijinal adı "Die Bormann Vermerke / Bormann'ın Notları" olan ve “Hitler’in Vasiyeti” adı altında, Prof. Dr. Kâmil Turan tarafından Türkçeye çevrilerek yayınlanan çok ilginç bir kitap var. 

Kaleme aldığı önsözde Prof. Turan kitabı şöyle tanıtıyor:


“Tarafsız bir kalemden Nazi Almanya'sının tarihi henüz
yazılmamıştır. Dünyanın bir çok memleketlerinde
1933-1945 yılları arasında Almanya'da hükümran olan
3'ncü Reich'ın idaresini inceleyen eserler yayınlanmaktadır. Fakat bunlardan pek azı Nasyonal - Sosyalist düşmanı propagandasından kurtulabilmiş, hemen hemen hepsi "Hitler bir deli idi," peşin fikrini kabul etmiş gibidirler.

1952-1953 yıllarında Avrupa'nın bir çok ülkelerinde
"Bormann Vermerke" (Borman'ın Notları) ismi altında
yayınlanan kitapta, Adolf Hitler tarafından 4 Şubat
1945 tarihinden 2 Nisan 1945 tarihine kadar, bazen
uzun aralıklar vererek, en güvenilir arkadaşı Martin
BORMANN'a tutturduğu 18 nottan oluşmuştur.

"Bir deli," diye kesinlikle reddedilemeyecek kadar
önemli bir ruh ve kafa yapısına sahip olan HİTLER, dikte
ettirdiği bu satırlarda harbin o günlere kadar izah edilemeyen bir çok yönlerini berrak bir ifade ile anlatmaktadır.

Ümitle ümitsizliğin, zafer heyecanı ile yenilgi endişesinin, harbin karanlık günleri ile aydınlık yarınların iç içe anlatıldığı bu notlarda, Almanya'da 12 yıl iktidarda kalan Nasyonal-Sosyalist felsefesinin kurucusu, yürütücüsü ve ruhu olan HİTLER'in dünyasını hiç olmazsa kendi ifadesi ile okumak mümkün olacaktır. Propaganda faaliyetlerinin hissi ve taraflı tesirinden sıyrılacak bir gelecekte, muhakkak ki Üçüncü Reich Almanya'sının tarihi başka bir şekilde yazılacaktır.”


Bormann'ın Berlin'deki sığınakta kaleme aldığı son satırlar...

Evet, hakikaten de, önsözde yazılanlardan da anlaşılacağı üzere, Alman Nasyonal Sosyalizmi üzerine yazılmış kitapların hemen hemen tamamının bir “düşmanlık” hissi altında kaleme alındığını ve adeta bir “düşmanı” anlatır tarzda kaleme alınmaktan kurtulunamadığını derhal fark edersiniz. 


Böyle bir “hissiyatla”  kaleme alınmış eserlerin de o dönemin sağlıklı bir tahlilini sunmaktan uzaklaşacağı ve bilerek-bilmeyerek “karşı cephe”nin bütün yapıp ettiklerini meşrulaştıracağı aşikârdır. Tarafsız bir gözlemle tarihi anlatmak, her iki tarafı da bütün önyargılardan arınmış bir dikkatle dinlemek ve sonucu okuyucunun takdirine bırakmakla ancak mümkün olur. Aksi halde, kendisini taraflardan birisi ile özdeşleştirerek tarih yazmaya soyunmak, tarih yazmak değil, olsa olsa bir “propaganda malzemesi” ortaya koymak olur. İşte bu kitap da en azından bize bütün bu olan bitenleri bir de Hitler’in kendi ağzından dinleme fırsatı veriyor.



Kitapta bu zamana kadar pek dillendirilmemiş, çok ilginç görüşler var. Hitler, Churchill’in fazlası ile Yahudi etkisi altında olduğunu ve bu yüzden de kendi yapmak istediklerini bir türlü kavrayamadığını söylüyor ve şöyle devam ediyor:

“Doğuya saldırmak, komünist çıbanını deşmekle, 
batılılar nezdinde bir iyi niyet tepkisini uyandırmak 
ümidini besliyordum.

Onlar iştirak etmedikleri hâlde, bu hareketlerimle,
Batı'nın zehirden arınması işini üzerimize
alarak, onlara bir temizlik imkânı veriyorduk. Fakat
bu uyurgezerlerin iyi niyetli bir insan hakkında
besledikleri kin, onların muhafazakârlık duygularından
daha kuvvetlidir. Yahudi hâkimiyetinin Churchill
devri İngilteresinin üzerindeki kudretini küçümsemiştim.
Aynı İngilizler Nasyonal Sosyalizmi kabul
etmektense yanılgılar içinde yıkılıp gitmeyi tercih
ediyorlardı. Onlar şöyle böyle gösteriş kabilinden
bir Yahudi düşmanlığı gütmemizi kabul edebilirlerdi.
Fakat Dünya'daki Yahudi kudretini temeline kadar
yıkmak azmimize gelince, kâfi derecede sağlam mideleri
olmadığından, onlar bunu hazmedemezlerdi.”

* * *

Hitler, 1930’lu yıllardaki dünyanın siyasi durumunu ise şöyle görüyor:

“Kudret itibariyle, XXI 'ncu asrın başında yalnız
Avrupa söz konusu olabilirdi. Asya'nın büyük imparatorlukları ölüm uykusuna benzeyen bir 
uykuya gömülmüşlerdi.

Yeni Dünya, Avrupa'nın eskiden meydana
gelmiş bir parçasından başka bir şey değildir
ve hiç kimse haklı olarak yeni istiklâle kavuşmuş on
üç İngiliz kolonisinin muhteşem kaderini önceden
göremezdi. (ONÜÇ KOLONİ: A.B.D. yi birleşerek 
kuran ilk on üç İngiliz Kolonisi.) On üç, -Ben ki 
hurafeye inanmam- bu rakam beni öyle olmaya 
sevk etmekte idi. 

Dört milyon nüfuslu bu yeni devlet yüz yıllık bir 
zaman içinde ölçüsüz bir şekilde büyümüş ve 
XX'nci asrın başında Dünya'nın en kuvvetli devleti 
haline gelmişti...(..)

Büyük harpte yıpranan Avrupa, üstünlüğünü 
yitirmişti. Onun öncülük rolünü artık kimse 
tanımıyordu. Avrupa hâlâ dünyanın çekici bir 
noktası olmakta devam ediyor, ama önemini 
gittikçe kaybediyordu. Birleşik Amerika Devletinin,
Rus-Asya İmparatorluğu denen devin ve nihayet
Doğan Güneş İmparatorluğunun kudretinin
meydana gelişi ölçüsünde Avrupa önemini gittikçe
kaybediyordu.”

Bu noktadan sonra Hitler, İngiltere’nin (kendince) yapması gereken en doğru işin ne olması gerektiğini şu satırlarla anlatıyor:

“Şayet kader ihtiyarlayan ve nesilleri kuruyan 
İngiltereye yarı Amerikalı, ihtiyarlamış ve 
Yahudileşmiş, Churchill denen bu başbakan yerine, 
yeni bir Pitt ihsan etseydi, İngiltere'nin gelenek halini 
almış olan denge politikasını gayet iyi bilen Pitt'in 
idaresi altında, bu memleket bambaşka bir ölçüde, 
dünya ölçüsünde, ortaya çıkardı. İngiltere Avrupa'da rekabetleri muhafaza edeceğine, onlara sebebiyet vereceğine ve tahrik edeceğine, hiç olmazsa 
Avrupa'nın birleşmesine sesini çıkartmayacaktı. 
Birleşmiş bir Avrupa'nın müttefiki olacak, böylelikle 
dünya meselelerinde hâkem rolünü muhafaza 
edecekti.”

Hitler’in “Pitt” diye bahsettiği zat ise; 1759-1806 yılları arasında yaşamış ve İngiltere'nin en genç başbakanı olarak tarihe geçmiş, Büyük İhtilâlin (1789 Fransız ihtilali) ve Birinci Napoleon'un azılı düşmanı olan William Pitt'dir.

Yani, Hitler, "ilk başta İngiltere’ye karşı bir düşmanlık içinde olmadığını, tam aksine İngiltere’nin başında Churchill yerine daha aklı başında (Pitt gibi) ) bir devlet adamı olsa idi, Almanya’nın Avrupa kıtasını birleştirerek ABD ve Sovyet imparatorluğu karşısına Avrupa’nın üçüncü bir güç olarak çıkmasına karşı çıkmaz ve İngiltere de “hakem rolünde” (ve tabii ki, kendisine fazlası ile yeten dünya çapındaki sömürgeleri ile) etkili bir devlet konumuna kavuşabilirdi” demek istiyor ve bu durumda da kendilerini bir “Avrupa imparatorluğu” kurmasının mevcut dünya konjonktörü bakımından “zaruri” olduğunu söylemiş oluyor.

“İngiltere, Avrupa’ya yakın ama Avrupa’dan ayrı bir ada devleti olarak dünya üzerinde bu kadar yer ele geçirip sömürge edinmiş iken bizim de Avrupa kıtasına hakim olmamıza ses çıkarmamalı idi” şeklinden başka türlü anlaşılmayacak ve bu anlamda bir “serzeniş” de içeren bu sözlerinin arkasından, “Churchill yönetimindeki” İngiltere’ye ve onu seçen “İngiliz halkı”na duyduğu öfkeyi şu sözlerle  açığa vuruyor:

“Mukadder bir zamanda Churchill'in başbakan 
olması, İngiltere ve Dünya için cezanın Yüce Tanrı tarafından tayin edilmiş olduğunu göstermektedir. 

Büyük Britanya'nın  dejenere olmuş ileri gelenlerine Churchill çok gerekli  bir adamdı. Sınırsız bir imparatorluğun ve Avrupa'nın kaderinin tayini, ne yazık ki bu yaşlı artist simsarına kısmet oluyordu. 

İleri gelenlerinin dejenere olmasından dolayı, 
insanın İngiliz halkının kâinat üzerinde kurduğu 
hâkimiyeti temsil eden değerlerden şüphe edesi 
geliyor. Şahsen ben, bu değerlerin hâlâ 
yaşadıklarından şüphe ediyorum. Zira İngiliz 
halkının, şeflerinin yanlış hareketlerine cevap teşkil 
edecek hiç bir direnişi olmadı. Halbuki İngiltere'nin 
yeni ve faydalı bir yola kahramanca atılmasına 
yarayacak çok sayıda fırsat ortaya çıktı.

İngiltere şayet isteseydi, 1941 yılının sonunda
harbe son verebilirdi. (..) İngiltere kendileri için bir 
gelenek halini almış olan bir barış antlaşması yapabilirdi.
Fakat Yahudiler buna meydan vermediler. Churchill
ve Roosevelt gibi Yahudi taraftarları, bu barışı kundaklamakla görevli bulunmakta idiler.

Kaldı ki bu barış Amerikalıları Avrupa'nın işlerinden
uzak tutacaktı. Avrupa meseleleri Üçüncü Reich'ın 
idaresi altında aceleyle halledilecekti. Bir defa Yahudi hakimiyeti tecrit edildikten sonra bu kolay bir şeydi.

Sıra ile birkaç ay aralıkla iki Germen kuvveti 
tarafından mağlup edilen Fransa ile İtalya, 
büyüklük hevesinden derslerini almış 
olacaklardı. Her iki Lâtin devleti de kuvvetleriyle 
orantısız düşen büyüklük politikalarından 
mecburen vazgeçeceklerdi. Bu devletlerin  Kuzey 
Afrika ve Orta Doğu politikaları da kendiliklerinden 
her türlü ihtirastan arınacaktı. Bu keyfiyet ise Avrupa kıt'asına İslâm devletleriyle cesurane bir dostluk politikası takip etme imkânını bahşedecekti. 
O zaman Avrupa'nın yaratmış olduğu endişelerden 
kurtulan İngiltere, kendini tamamıyla İmparatorluğunun geleceği için vakfedebilecekti.

Nihayet, batı cephesi güvenlik altına alınan Almanya,
kelle koltukta kendini hakiki görevine verebilirdi.

Bu görev Alman mevcudiyetinin hayati gayesi,
Nasyonal - Sosyalizmin sağlıklı ve güçlü oluşumu:
Yani bolşevikliğin ezilmesi idi. Bunun neticesi olarak
Alman halkının istikbâlini garantiye alacak olan,
doğudaki toprakların fethi başlayacaktı. (Lebensraum)"

Hitler’in bu ilginç yaklaşımlarından, onun anlatıldığı gibi çok da “boş kafalı bir onbaşı eskisi”  olmadığı ve jeopolitik ve jeostratejik konulara uzun uzun kafa yorduğu anlaşılıyor. İlerleyen bölümlerde oldukça ilginç yaklaşımlarına şahit olacağımız Hitler’in bu serencamından ve kafasında tasarladığı “yeni dünya düzeni”nden çıkarılacak önemli sonuçlar olduğunu düşünüyoruz.

Konu, dediğimiz gibi hayli ilginç!.. Devam edeceğiz...



0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.