5 Aralık 2013 Perşembe

Bir "Profesör Doktor"(!)un gözünden Türklük...


Sibernetiğin babası olarak kabul edilen Amerikalı bilim adamı Prof. Norbert Wiener'e "profesör kime denir" diye sorulduğunda, "profesör diye, herhangi bir konu açıldığında en az elli dakika konuşabilen adama denir" denir demiş ve bu soruya bu kadarlık cevabı yeterli bulmuş.

Profesörlük titri için geniş bir dünya kavrayışına sahip olmayı olmazsa olmaz bir gereklilik sayan bu veciz ifadeden sonra kendimize dönüp bakarsak, 80 ihtilali ile getirilen YÖK sisteminin elinde profesörlüğün ne hale geldiği, numuneleri ile ortada!

Bunlardan biri de geçenlerde 'Türk diye bir ırk yoktur' şeklinde bir söz sarfedip sonra da bunu 'millet tanımı ırka dayanmaz' şeklinde tevil etmeye, ardından da 'ırk olarak saysan Türkiye'de 55 milyon Türk çıkmaz!' deyip haklı çıkmaya kalktı!

Onun bu konuşmasını eleştirenlerin içinde meseleyi iyi niyet dairesinde ele alanların vardığı ortak kanı; hocanın meramını anlatmakta zorlandığı ve tabiri caiz ise "akım" diyecekken tam anlamı ile "b.kum" dediği idi.

Şimdi, bu hocanın "cemaat ekolü"ne mensup biri olduğunu bilmesek-ve onun "profesör doktor" unvanını bir kenara koysak-biz de benzer şekilde düşünürdük. Ne var ki bütün bunlar, kendi tarihine olduğu kadar dünyaya da bireysel bilgi ve deneyimleri ile değil, ancak kendini angaje ettiği bir "inanç" üzerinden bakabilen bir insanın içine düşmesi mutlak olan bir kafa karışıklığının tezahüründen başka bir şey değildir. Bir, "prof. dr." ne böyle bir hata yapar ve ne de böyle dile düşer!

Konunun "Türklük" yönü ile ilgili uzun tartışmalara girmeye elbette gerek görmüyoruz. Görüşümüzü daha önce kaleme aldığımız "TÜRK, KÜRT, LAZ, ÇERKES..." başlıklı makalemizde de yer aldığı şekli ile tekrar etmekle yetineceğiz:


"Tabi, şimdi burada şu hataya da düşmemek lazım. Türk vardır, bir Türk ırkı da vardır ve Türkler tarihin en eski ve en köklü bir milletidir ve sosyolojik anlamda çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, çok geniş bir ailedir.

Bu genişleme, Türk ırkını bir ırk kültürünün sınırlarına hapsolmaktan kurtarmış, diğer ırklarla kaynaştırmış ama hiç bir ırkın asimilasyonuna sebep olmadığı gibi, aksine kaynaşan insanların Türk değerlerini kendiliğinden benimsemelerine ve Türklüğün temiz ve insancıl hamuruna kendi katkılarını eklemelerine de imkân vermiştir.

Bu durumun dünyada bir benzeri daha yoktur ve işte Türklüğü bulunduğu mevkiden daha yükseğe çıkarıp güçlendiren de budur.

Kaldı ki, böyle bir sosyolojik durumun ortaya çıkardığı ve bünyesinde bir çok farklı kültürün harmanlandığı bir milletin, kendi kültürünü oluşturan unsurlara düşman kesilmesi beklenemeyeceği gibi, her unsurun kendisinden bir şeyler bulduğu ve yüz yıllar boyu, herhangi bir rahatsızlık duymadan süregelmiş bir birliktelikten de sonradan sonraya rahatsızlık duyulması da beklenemez."

Esasen ilgilisinin iyi bilmesi gerekir ki, "Türk diye bir ırk var mı, yok mu?" diye bir konu açmak bile saygısızlık ve terbiyesizliğin dikalasıdır! Ve esefle söylemeliyiz ki, bu terbiyesizlik ve saygısızlık da uzun zamandır bu topraklarda hemen her gün değişik şekillerde yapılıp durmaktadır. Bu "hiçe sayma"yı şimdilik vakur bir şekilde izleyen ve itidalini her şeye rağmen koruyan bu milleti çeşitli unsurlardan ibaret bir topluluk gibi göstermek ve onun kâğıt üzerinde tasarlanmış bir yapı olduğu kanaatini etrafa yayarak emperyalist propagandaların sözcülüğüne soyunmak ise hadsizliğin, akılsızlığın ve bilimsizliğin daniskasıdır!




0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.