.
Değerli yazar ve düşünür Metin Aydoğan'ın mükemmel tespitler içeren kitabından* konuyla ilgili satırlardan seçtiklerimiz şunlar:
Hürriyet ve İtilaf Fırkası
Gazeteci Tahir Hayrettin Bey, II. Meşrutiyet'ten sonra kurulmuş olan Mutedil Hürriyetperveran ve Ahrar fırkalarını bir araya getirerek, 21 Kasım 1911'de Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nı kurdu. Fırkanın temel amacı, belki de tek amacı, İttihat ve Terakki'ye karşı olmak ve Batı'yla tam olarak bütünleşmekti. Siyasi anlayışını Prens Sebahattin'in görüşlerinden alıyor, Programında Osmanlıcılık, ademimerkeziyetçilik, teşebbüsi şahsi, meşrutiyetçilik ve liberallik'ten yana olunduğunu yazıyordu. Farklı kesimlerden insanlar, milliyetçi bir çizgiye yönelen "ittihatçıları durdurmak" ve "iktidarlarına son vermek" için, dış destekle bir araya geliyor, güçlerini bu amaç için birleştiriyorlardı. Rum, Ermeni, Arnavut, Arap, Bulgar kökenli ayrılıkçı unsurlar, Batıcı aydınlar (münevveran), Prens Sebahattin yandaşları, bazı medrese hocaları (ilmiye mensupları), sosyalistler Hürriyet ve İtilaf çatısı altında toplanıyordu.
Hürriyet ve İtilaf Fırkasının programı, günümüzde global liberalizm adıyla yürütülmekte olan politikaların hemen aynısıdır. Milliyetçiliği yadsıyan Osmanlıcılık, ademimerkeziyetçilik diye tanımlanan yerel yönetimcilik, etnik temelli federasyonculuk, dış ticaret serbestisi, işbirlikçi özel grişimcilik; yüzyıl önce yazılan ve bugün yoğun olarak uygulanan ekonomik-siyasi belgeler gibidir. İngilizler'in destek ve denetimiyle kurulan Fırka, kendisini var eden ve 1902'den beri faaliyet gösteren Teşebbüsü Şahsi Ademi Merkeziyetçilik Cemiyeti ile birlikte, etnik sorun yaşayan Osmanlı topraklarında örgütlenmeye çalıştı ve Ermeniler başta olmak üzere çeşitli azınlık topluluklarından destek de buldu.
Prens Sebahattin'e göre asıl sorun, "Abdülhamit'in devrilmesi değil" toplum yapısının tümden değiştirilerek Avrupa gibi olunması, "Doğu'nun kamucu toplum biçiminden (iştiraki toplum), Batılı bireyci (infiradi) topluma" geçilmesiydi. Bu yapılmadığı sürece, "Doğulu toplumlar ilerleyemez" ve "baskı altında yaşamayı" hak ederlerdi.
1912'de, seçimlerde hile yapıldığı gerekçesiyle, Meclis içinde ve dışında eylemlere giriştiler. Önce, Meclis'teki anayasa görüşmelerini engellediler. Başkan Yardımcısı Miralay Sadık Bey aracılığıyla, alaylı (harp okulu mezunu olmayan) subaylarla ilişkiye geçerek İttihatçı milletvekillerini tehdit ettiler. Daha sonra, Bab-ı Ali'yi basarak Nazım Paşa'yı sadrazam yapmak istediler. İttihatçılar önce davrandı ve baskını onlar gerçekleştirdi. Bunun üzerine, 13 Haziran 1913'de, İttihatçıların desteklediği, ancak yansız bir politika izleyen Mahmut Şevket Paşa'yı öldürdüler. Suikastta yer alan fırka üyelerinden bir bölümü idam edildi ya da ünlü Sinop Cezaevine konuldu, diğerleri yurtdışına kaçtı, fırka dağıldı.
Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İttihat ve Terakki kapanınca yeniden ortaya çıktı ve 14 Ocak 1919'da örgütlenmeye başladı. Yeni kuruluş içinde; Nuri Paşa, Seyit Abdülkadir, Mustafa Sabri (Şeyhülislam), Ali Kemal (Kurtuluş Savaşı sonunda halk tarafından linç edildi), Gazeteci Refik Halit Karay (Kurtuluş Savaşı'dan sonra, 150'liklerle yurt dışına sürüldü), 1938'de çıkarılan afla geri döndü) gibi isimler yer aldı.
Fırka'nın kuruluşu 22 Ocak 1919'da yayımlanan bir bildiriyle duyuruldu. Bildiri'de; "Hürrriyet ve İtilaf'ın yeniden doğduğu", "ülkenin en güçlü partisi olduğu" söyleniyor ve fırkanın "ittihatçılar dışında, tüm siyasi guruplara" özgür bir çalışma ortamı sağlayacağı açıklanıyordu. Bu açıklamaya karşın İtilafçılar'ın ilk işi, "ittihatçı işi" saydıkları, Müdafaa-i Hukuk hareketini önlemek için girişimlerde bulunmak oldu. Ülke yenilmiş, siyasi yapılar dağılmıştı. Bu nedenle kendilerini rakipsiz sayıyor, galip devletlere, özellikle de İngilizlerle olan ilişkilerine güveniyorlardı. Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesini önlemek için, büyük paralar harcayarak, Anadolu'da çalışmalar yaptılar ve milli mücadeleye karşı ayaklanmalar düzenlediler. Onlara göre, ulusal bağımsızlık savaşı verenler, "yeni Celalîler"di, o nedenle ulusal kurtuluşçulara "Kemalîler" diyerek alay ediyorlardı.
Refik Halit, 9 Ocak 1920 tarihli Alemdar'da Misakı Milli düşünceisne karşı çıkıyor ve Kurtuluş Savaşı'nı aşağılayıcı sözcüklere yer veriyordu. Mîsakı Millî'nin ne denli "gayri milli", "çirkin" ve "telaffuzu zor" bir kelime olduğunu yazıyor ve şunları söylüyordu:
"Bizim için tutulacak tek yol, tek kurtuluş yolu Mütareke'den hemen sonra İngiltere ile beraber yürümek için siyasi girişimde bulunmaktı. Bereketi bol olsun, başımıza bir 'milli'! daha çıktı (Ankara'yı kast ediyor y.n.) Geceler ortaya bir 'milli'! yavru daha attı: Mîsak-ı Milli. Aman Allahım, telaffuzu ne güç, ne çirkin, ne gayri milli bir kelime"
Refii Cevat'ın yazdıkları, tarihte örneği az görülen açık ihanet belgeleri konumundadır. Yunan Ordusu'nun genel bir saldırıya geçtiği günlerde şunları yazıyordu:
"Yunanlılar, silah omuzda bütün Anadolu'yu baştan başa kat edecekler.. Bu serseriler (Türk Ordusu y.n.), karşılarında muntazam bir kuvvet gördüklerinde çil yavrusu gibi dağıldılar.. Görüyoruz ki Yunanistan kısa bir süre içinde çapulcuları (Kurtuluş Savaşçılarını y.n.) tamamen ortadan kaldıracaktır." Kurtuluş Savaşı'ndan sonra, 150'likler'le birlikte Türkiye'den çıkarılan Refii Cevat, daha sonra çıkarılan afla Türkiye'ye gelecek ve Milliyet gazetesinde uzun yıllar köşe yazıları yazacaktır.
Hürriyet ve İtilaf, ilk genel başkanları Damat Ferit'in Kurtuluş Savaşı süresince İstanbul'da kurduğu beş hükümete de, bakan (nazır) verdi. İngilizler'in ve padişahın desteğini arkasına alarak, işgalci devletlerin isteklerini yerine getiren bir politika yürüttü. Mütareke döneminin işbirlikçi iktidar partisiydi. Anadolu ve Rumeli müdafaa-i Hukuk hareketi güçlendikçe, halka dayanmadığı için zaten zayıf olan etkisini, tümüyle yitirdi. Etkisizleşme, yürüttüğü teslimiyet politikasınıı önlemedi, tersine işbirlikçiliği daha da yoğunlaştırdı.
Sevr Anlaşması'nın görüşüldüğü Saltanat Şurası'nın hemen tüm üyeleri İtilafçı'ydı. Sevr'in kabul edilmesine, bu Şura'da karar verildi ve beşinci Damat Ferit Hükümeti, anlaşmayı onayladı. Maarif Nazırı Bağdatlı Hadi Paşa, Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve Bern Büyükelçisi Reşat Halis, anlaşmayı Paris'te imzalayan İtilafçılar'dı.
1938'de çıkarılan bir af yasaıyla itilafçı sürgünler geri döndü. Refii Cevat, Ulunay, Refik Halit ise Karay soyadlarını alarak gazetelerde yazı yazmayı sürdürdüler. Batı'ya teslimiyete dayanan işbirlikçi Hürriyet ve İtilaf siyaseti ve anlayışı, işgal günlerinde açıktan, Atatürk döneminde örtülü biçimde savunuldu. Atatürk'ün ölümünden sonra giderek artan bir yoğunlukla yeniden açık hale geldi. Günümüzde ise ulusal bağımsızlığa cepheden saldıran işbirlikçi siyasete dönüştürüldü. Hürriyet ve İtilaf anlayışı bugün, aynı işgal döneminde olduğu gibi, "rakipsiz" bir siyasi işleyiş haline gelmiştir. Siyasi partilerin hemen tümü, bu anlayışı temsil eden bir çizgi izlemektedir.
Hürriyet ve İtilaf, artık tek bir parti değil, bütün partilerdir.
Aydoğan şöyle devam ediyor:
Batıcılığı açıktan savunan partiler en geniş kümeyi oluşturur. Kendilerinden isteneni yerine getirmeye her zaman hazırdırlar. Gerek kişisel davranış ve gerekse kurumsal yapılanma olarak tek ölçüt kabul ettikleri Batı'yla, değişik biçimlerde çıkar ilişkisi içindedirler. Kendine güvensizliği ve işbirlikçiliği yayarlar. Bunlara göre geriliğimiz "Avrupalı gibi olamadığımız" içindir, geriilikten kurtulmak için "Batılılaşmak gerekir". "Aydınlanma Batı'dadır, ona gitmek zorundayız", "Batı'dan başka medeniyet yoktur", bu medeniyetin "ekonomik ve sosyal hayatını almak zorundayız".
19. yüzyıl Jön Türk örgütleri, İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf, 1910'dan beri çalışma yürüten sosyalist ve sosyal demokrat partiler, Atatürk sonrası CHP, Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP, Doğru Yol Partisi, SHP, Demokratik Sol Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi gibi partiler, bu gurup içine giren Batıcı partilerdir.
Arapçı ya da İslamcı partiler, çok farklı amaçlar ve yönelişler içinde görünürler. Din kurallarına uygun bir toplumsal düzen amaçladıkları izlenimi verirler, ancak böyle bir amaç ve istek içinde değildirler. Böyle bir düzeni gerçekleştiremeyeceklerini bilirler. Siyasi ve ona bağlı olarak akçeli çıkar, bunlar için her şeyden önemlidir. Güçlü olanla yani Batı'yla her zaman uzlaşma eğilimi içindedirler. Bir bölümü, doğrudan Batı yardımıyla örgütlenmiştir. Dinsel kurallara sadık kalıp ilkeli davrananlar ve inançları için mücadele edenler, siyasette çok küçük bir azınlığı oluşturur ve başarılı olamaz. Çıkarcılık, yabancılarla uzlaşma, boyun eğme genel özellikleridir. Dini, siyasete alet etmede ustadırlar. Batı tarafından bu nedenle desteklenirler ve ulus-devlet karşıtlığı için kullanılırlar.
Ayrımcılığı amaçlayan etnik kökenli partilerin büyük bölümü Cumhuriyetle birlikte ortadan kaldırıldı. Yalnızca Kürçü parti ve örgütler, önce gizli, daha sonra gizli ya da açık çalışmalarını sürdürdüler. Kürt Teali Cemiyeti, Rızgari Partisi, TKDP, DDKO, PKK-KADEK, HEP, ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP vb. bu tür yasal ya da yasadışı partilerdir.
Etnik kökenli partilerde dikkat çeken özellik, Cumhuriyet'e dek tüm azınlık kümelerinin partileşmiş olmasına karşın, Türklüğü yüceltmeyi amaç edinen Türkçü bir partinin kurulmamış olmasıdır. Türkçü görünmelerine karşın, Türkçülük'ü Arapçılık içinde eritmeye çalışan Türk-İslam sentezci'ler, Türkçülük hareketi içinde yer alamazlar.
*(Antik Çağ'dan küreselleşmeye yönetim gelenekleri ve Türkler / Cilt:2, Shf: 845/846/964/965/966/967'den özetle..)
1 yorum:
Emeginize saglik, guzel bir blog. Calismalarimizi karsilikli takip edebilmek dilegiyle. Saygilar.
Yorum Gönder