15 Mayıs 2013 Çarşamba

Biz bunları çok evvelden tanırız...


Hani şimdilerde; "ne istiyorlarsa verelim, yeter ki analar ağlamasın"cılar var ya, biz bunları yeni tanımıyoruz.

Zira, bu; "verelim kurtulalım, tek ölmeyelim de uzlaşalımcılar" bundan çok daha evvel de vardı.

Yıl 1913. Balkanlardaki varlığımız sona ermiş, Kamil Paşa, İttihatçıları susturmuş ve o meş'um Balkan bozgunundan sonra masaya oturmuşuz.

Artık her şey bitmiş, Edirne'nin hangi tarafta kalacağı konuşuluyor.

Ocak 1913'te yapılan toplantıda Avrupa Devletleri: "Edirne'nin Bulgarlara bırakılması gerektiğini, eğer bu tavsiye dinlenmezse savaşın yeniden başlayacağını ve Osmanlı devletinin oldukça güç durumda kalacağına" dair bir notayı Sadrazam Kamil Paşaya veriyorlar.

Ancak İttihatçılara göre, Selanik şehrinin kaybından sonra düşmana karşı en fazla direnen şehir olan Edirne'den vazgeçmek asla kabul edilemez bir durumdur.

Sadrazam Kamil Paşa zaten öteden beri büyük bir ittihatçı düşmanıdır.

Ancak İttihatçı subayların savaşa devam etme ısrarları boşa çıkar.

İşte o günlere dair, 10/12/14.Ocak.1913 tarihli Kurmay Yarbay Enver Beyin dedikleri:



"Bugün gerçekten altüst oldum.

Şerefsiz de olsa yaşamak isteyen bir sürü insanın, memleketi, onu yutacak olan yıkıntıya doğru götürdüklerini gördüm!..."

"Yok, ben ya akıntıya karşı yüzmek istiyorum, ya da uçurumdan aşağı yuvarlanmak!.. Hükümet düşecek!..."(*)

* * *

Gerisi malûm!..

 Tarihe "Babıali baskını" olarak geçen bir hükümet darbesi ile, İngilizlerin Kıbrıslı bir Musevi olarak tanıttıkları, diğer adı ile; Kıbrıslı Kamil Paşa olarak da bilinen, o günün sadrazamının kafasına silah dayayarak onu görevinden istifa ettiren Enver Paşa ve arkadaşlarının yönetime el koymaları ve akabinde Edirne'nin kurtuluşu yolunu açan bir dizi gelişme!...

Tabii ki, biz işin burasında değiliz! 

Bizim burada üzerinde durduğumuz husus, Enver Paşanın o cümlesi:

"Şerefsiz de olsa yaşamak isteyen bir sürü insanın, memleketi, onu yutacak olan yıkıntıya doğru götürdüklerini gördüm!..."

Evet, işte bütün mesele ve bütün mücadele burada düğümleniyor!..

Şerefsiz de olsa yaşamak mı, yok, şerefli bir şekilde yaşamak imkânı kalmamışsa şerefli bir şekilde ölmek mi?..

İşte bu noktadaki tutumunuz sizi ister istemez taraf yapıyor.

Bu soru kaçınılmaz olarak önlerine gelince, o zamanın insanı ya İttihatçı olmuştu, ya da İtilafçı.

Bugün ise bizden, eli silahlı bir eşkiya güruhu, kevgire dönmüş bir sınırın ötesine geçecek diye sevindirik olmamız isteniyor.

Diyorlar ki, dört aydır kimse ölmüyormuş!..

Ölmüyor da ne oluyor?

Gözlerinizin önünde namusunuza tecavüz ediliyor!..

Bunu seyretmenin bedeli yaşamaksa buyrun siz doya doya yaşayın!..

Bugün dört aydır ölmedim diye sevinen, yarın tek dört saat, dört dakika daha fazla yaşayayım diye kim bilir hangi ayağa yüz sürecek!..

İşte aramızdaki fark budur ve kim ne derse desin bu memleketteki asıl mücadele de işte bu iki zihniyet arasındadır!...

------------------------------------

(*) (Sarıkamış Gerçeği, Beyaz Ölüm / Hanri Benazus - Bizim Kitaplar, 2011, shf. 222-223)



0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.