4 Ekim 2011 Salı
Barış Ümidi(!) var mı?!..
Tarih, 3 Ekim 2011. Akşam saatleri...
Habertürk Kanalında "Akşam Raporu" adlı program yayında.
Konuk Hasan Cemal.
Konu: "Kürt Meselesi(!)'nde Çözüm ümidi!.."
Hasan Cemal yeni bir kitap yazmışmış. Spiker kız soruyor:
"Barış ümidi var mı?"
Hasan "abi", önce derin bir ümitsizlik içinde imiş gibi şöyle bir duruyor, sonra "derin bir nefes" alıyor ve arkasından, en ümitsiz zamanlarda rüyalara giren o aksakallı dedeler gibi dudaklarını oynatıyor:
"Var!.."
Bizler de; "Ohh!.." diyerek, derin bir nefes alıyoruz.
İlahi, Hasan abi!
Yapma bize böyle, az daha yüreğimize indiriyordun!..
Arkasından, "yürek ferahlatan" ikinci bir haber daha geliyor:
-"Peki, bu konuda bir teklif gelse, "arabuluculuk" yapmaz mıydınız?.."
Hasan abi, yeniden derin düşüncelere dalıyor. Belli ki, bu kadar kıymet bilmez bir millet için "değer mi, değmez mi"nin hesabını yapıyor!..
Bu; beklenmedik(!) teklife, (ortada memleket hatırı olmasa kesinlikle parmağını dahi kıpırdatmazdım dercesine)-deriin bir nefes verdikten sonra-gönüllü gönülsüz-"evet" demek lütfunda bulunuyor!..
Hay Allah senden razı olsun, Hasan abi!..
"Hayır" diyeceksin diye, ödümüz kokumuza karışacaktı az daha!..
İyi ki varsın abi!..
Ne halt yerdik sen olmasan, nerelere giderdik bu PKK elinden!..
Sen ki, bu vatan için gide-gele Kandil'i yol etmişsin! Sen ki, Öcalan'ın adam yerine koyduğu nadir insanlardan birisin!.. Sen bilmezsen, kim bilecek bu işleri, ey Hasan abi!..
* * *
.......................!!!
Şu an, sözün bittiği yerden 2 kilometre kadar daha ötede hissediyorum kendimi!..
Kim bu adamlar?!.. Bu nasıl habercilik, bu kime hizmet eden bir kanal?!...
Doğrusunu isterseniz, yeni bir "din" doğuyor!.. Bu din, "para"nın dini!..
Ucunda para varsa, bunlar her kalıba girmeye; her kisveye bürünmeye, her yerde ve her şartta hazır ve nazırlar!..
Ama iyi tarafları yok mu?
Var elbette!..
Yeri geldi mi; "kırk katır mı, kırk satır mı" diyerek önünüze böyle "gayet demokratik" tercihler koymak lütfûnu esirgemiyorlar, sağolsunlar!..
* * *
Vallahi ne desek şu yürek soğumuyor bir türlü!..
Böyle durumlarda, elinden bir şey gelmeyen bir Türk'ün yapacağı tek şey fıkralara sığınmak!..
Biz de öyle yapalım:
Efendim, vakti zamanında bir gemi rıhtımdan hareket etmek üzere iken, koşa koşa iki adam geliyor ve nefes nefese kaptana yalvarıyorlar:
-"Kaptan, gemiye bizi de al, pişman olmazsın!.."
Kaptan da diyor ki: "Niye?!.."
Adamlar atılıyor:
-"Kaptan, bak, ben uzağı çok iyi görürüm, arkadaşım da uzağı çok iyi duyar. Bizi gemine al, pişman olmazsın!.."
Kaptan düşünüyor. Öyle ya, birazdan açık denize açılacaklar, bu meziyetlere sahip insanlara her an ihtiyaç olabilir.
-"Eh, madem öyle, atlayın bakalım gemiye o halde!.." diyor.
Tam bu esnada, bu olan biteni bir kenarda izleyen üçüncü bir adam kaptana yanaşıyor:
-"Kaptan, madem bunları gemiye aldın, beni de al!.." diyor.
Kaptan, şaşırmış olsa da:
-"Seni niye alayım ulan, senin marifetin ne ki?!.." diye sormaktan kendini alamıyor.
Bu soru üzerine adam:
-"Kaptan, marifetimin ne olduğunu şimdi açıklamayayım. Sen beni gemine al, zamanı gelince benim ne kadar işe yarar bir adam olduğumu göreceksin!" diyor.
Kaptan, zaten iki adamı almış; "üçüncüyü alsak ne lazım gelir!.." düşüncesi ile, ona da;
-"Eh, hadi sen de geç bakayım!.." diyor.
Böylece, gemi, son aldığı o üç yolcu ile beraber denize açılıyor. Epey bir yol aldıktan ve gemi açık denizlerde seyretmekte iken, kaptanın aklına gemiye aldığı o iki yolcu geliyor ve adamlarına emrediyor:
-"Getirin şu iki marifetli adamı bakayım!.."
Kaptanın adamları, bunları yaka-paça kaptanın önüne getiriyorlar. Kaptan diyor ki:
-"Hadi bakayım, gösterin marifetinizi!.. Bakın açık denizdeyiz, ne görüyorsanız, ne duyuyorsanız söyleyin bana!.."
Adamlardan, "uzağı göreni", derhal elini gözlerine siper ediyor ve uzun uzun ufka baktıktan sonra kaptana dönerek:
-"Şu an, Hint Mihracesinin kızı sarayında oturmuş gergef işlemekte kaptan!.." diyor.
Kaptan, bir "la havle" çektikten sonra ötekine dönüyor:
-"Sen dinle bakayım ulan, ne duyuyorsun!.."
Bunun üzerine ikinci adam derhal kulağını yere dayayarak dinlemeye başlıyor. Bir müddet sonra ayağa kalkarak:
-"Hint Mihracesinin kızı iğneyi elinden düşürdü!.." diyor.
Kaptan, sakalını sıvazlaya sıvazlaya bunlara ne diyeceğini düşünürken, gemiye en son aldığı o üçüncü adam yanında beliriveriyor. Bunu gören kaptan öfke ile bu üçüncüye dönerek:
-"Senin marifetin ne idi, söyle bakalım ulan!.." deyince, adam gayet sakin cevap veriyor:
-"Bunların da, bunları adam yerine koyup gemiye alanın da..." diyerek saydırmaya başlıyor ve ardından da:
-"Benim de marifetim işte bu kaptan!.. Söyle şimdi bana, beni gemine almakla iyi mi ettin, kötü mü ettin!.."
Kaptan ise mahçup bir şekilde:
-"Çook haklısın evlat, senin gibi adamlar her yerde gerek!.." demekten kendini alamıyor.
* * *
Ee, Hasan Abi!.. Sen marifetlerini bir bir sayıp döküyorsun da, "memleket gemisinde" kendini tek zannetme!.. Bir de, marifetlerini işte böyle "sona" saklayan erbaplar da var!..
Habertürk Kanalında "Akşam Raporu" adlı program yayında.
Konuk Hasan Cemal.
Konu: "Kürt Meselesi(!)'nde Çözüm ümidi!.."
Hasan Cemal yeni bir kitap yazmışmış. Spiker kız soruyor:
"Barış ümidi var mı?"
Hasan "abi", önce derin bir ümitsizlik içinde imiş gibi şöyle bir duruyor, sonra "derin bir nefes" alıyor ve arkasından, en ümitsiz zamanlarda rüyalara giren o aksakallı dedeler gibi dudaklarını oynatıyor:
"Var!.."
Bizler de; "Ohh!.." diyerek, derin bir nefes alıyoruz.
İlahi, Hasan abi!
Yapma bize böyle, az daha yüreğimize indiriyordun!..
Arkasından, "yürek ferahlatan" ikinci bir haber daha geliyor:
-"Peki, bu konuda bir teklif gelse, "arabuluculuk" yapmaz mıydınız?.."
Hasan abi, yeniden derin düşüncelere dalıyor. Belli ki, bu kadar kıymet bilmez bir millet için "değer mi, değmez mi"nin hesabını yapıyor!..
Bu; beklenmedik(!) teklife, (ortada memleket hatırı olmasa kesinlikle parmağını dahi kıpırdatmazdım dercesine)-deriin bir nefes verdikten sonra-gönüllü gönülsüz-"evet" demek lütfunda bulunuyor!..
Hay Allah senden razı olsun, Hasan abi!..
"Hayır" diyeceksin diye, ödümüz kokumuza karışacaktı az daha!..
İyi ki varsın abi!..
Ne halt yerdik sen olmasan, nerelere giderdik bu PKK elinden!..
Sen ki, bu vatan için gide-gele Kandil'i yol etmişsin! Sen ki, Öcalan'ın adam yerine koyduğu nadir insanlardan birisin!.. Sen bilmezsen, kim bilecek bu işleri, ey Hasan abi!..
* * *
.......................!!!
Şu an, sözün bittiği yerden 2 kilometre kadar daha ötede hissediyorum kendimi!..
Kim bu adamlar?!.. Bu nasıl habercilik, bu kime hizmet eden bir kanal?!...
Doğrusunu isterseniz, yeni bir "din" doğuyor!.. Bu din, "para"nın dini!..
Ucunda para varsa, bunlar her kalıba girmeye; her kisveye bürünmeye, her yerde ve her şartta hazır ve nazırlar!..
Ama iyi tarafları yok mu?
Var elbette!..
Yeri geldi mi; "kırk katır mı, kırk satır mı" diyerek önünüze böyle "gayet demokratik" tercihler koymak lütfûnu esirgemiyorlar, sağolsunlar!..
* * *
Vallahi ne desek şu yürek soğumuyor bir türlü!..
Böyle durumlarda, elinden bir şey gelmeyen bir Türk'ün yapacağı tek şey fıkralara sığınmak!..
Biz de öyle yapalım:
Efendim, vakti zamanında bir gemi rıhtımdan hareket etmek üzere iken, koşa koşa iki adam geliyor ve nefes nefese kaptana yalvarıyorlar:
-"Kaptan, gemiye bizi de al, pişman olmazsın!.."
Kaptan da diyor ki: "Niye?!.."
Adamlar atılıyor:
-"Kaptan, bak, ben uzağı çok iyi görürüm, arkadaşım da uzağı çok iyi duyar. Bizi gemine al, pişman olmazsın!.."
Kaptan düşünüyor. Öyle ya, birazdan açık denize açılacaklar, bu meziyetlere sahip insanlara her an ihtiyaç olabilir.
-"Eh, madem öyle, atlayın bakalım gemiye o halde!.." diyor.
Tam bu esnada, bu olan biteni bir kenarda izleyen üçüncü bir adam kaptana yanaşıyor:
-"Kaptan, madem bunları gemiye aldın, beni de al!.." diyor.
Kaptan, şaşırmış olsa da:
-"Seni niye alayım ulan, senin marifetin ne ki?!.." diye sormaktan kendini alamıyor.
Bu soru üzerine adam:
-"Kaptan, marifetimin ne olduğunu şimdi açıklamayayım. Sen beni gemine al, zamanı gelince benim ne kadar işe yarar bir adam olduğumu göreceksin!" diyor.
Kaptan, zaten iki adamı almış; "üçüncüyü alsak ne lazım gelir!.." düşüncesi ile, ona da;
-"Eh, hadi sen de geç bakayım!.." diyor.
Böylece, gemi, son aldığı o üç yolcu ile beraber denize açılıyor. Epey bir yol aldıktan ve gemi açık denizlerde seyretmekte iken, kaptanın aklına gemiye aldığı o iki yolcu geliyor ve adamlarına emrediyor:
-"Getirin şu iki marifetli adamı bakayım!.."
Kaptanın adamları, bunları yaka-paça kaptanın önüne getiriyorlar. Kaptan diyor ki:
-"Hadi bakayım, gösterin marifetinizi!.. Bakın açık denizdeyiz, ne görüyorsanız, ne duyuyorsanız söyleyin bana!.."
Adamlardan, "uzağı göreni", derhal elini gözlerine siper ediyor ve uzun uzun ufka baktıktan sonra kaptana dönerek:
-"Şu an, Hint Mihracesinin kızı sarayında oturmuş gergef işlemekte kaptan!.." diyor.
Kaptan, bir "la havle" çektikten sonra ötekine dönüyor:
-"Sen dinle bakayım ulan, ne duyuyorsun!.."
Bunun üzerine ikinci adam derhal kulağını yere dayayarak dinlemeye başlıyor. Bir müddet sonra ayağa kalkarak:
-"Hint Mihracesinin kızı iğneyi elinden düşürdü!.." diyor.
Kaptan, sakalını sıvazlaya sıvazlaya bunlara ne diyeceğini düşünürken, gemiye en son aldığı o üçüncü adam yanında beliriveriyor. Bunu gören kaptan öfke ile bu üçüncüye dönerek:
-"Senin marifetin ne idi, söyle bakalım ulan!.." deyince, adam gayet sakin cevap veriyor:
-"Bunların da, bunları adam yerine koyup gemiye alanın da..." diyerek saydırmaya başlıyor ve ardından da:
-"Benim de marifetim işte bu kaptan!.. Söyle şimdi bana, beni gemine almakla iyi mi ettin, kötü mü ettin!.."
Kaptan ise mahçup bir şekilde:
-"Çook haklısın evlat, senin gibi adamlar her yerde gerek!.." demekten kendini alamıyor.
* * *
Ee, Hasan Abi!.. Sen marifetlerini bir bir sayıp döküyorsun da, "memleket gemisinde" kendini tek zannetme!.. Bir de, marifetlerini işte böyle "sona" saklayan erbaplar da var!..
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Salı, Ekim 04, 2011
Etiketler: 2. Cumhuriyetçiler

Posts Relacionados
Yorum Gönder