23 Aralık 2019 Pazartesi

Sarıkamış'ta Napolyonculuk oynamak...

Acı olaylarla dolu dünya askerlik tarihinden Türk milletine düşen hissenin hiç de azımsanır olmadığı, Türk-yabancı fark etmez, hemen herkesin malumudur. Ehliyetsiz ellerde heder olan Türk çocuklarının toplu olarak ve bir defada şehadet şerbeti içen vak'alar içinde ilk akla geleni ise tarihe "Sarıkamış Faciası" olarak geçen "askeri harekât"tır.

Bu harekât hakkında çok şey yazılmış, çok şey söylenmişse de, bugün burada bugüne kadar sözü çok edilmemiş iki tarihi bilgi ve görüş üzerinde durmak istiyorum. 

Bunlardan ilki, (daha önce benim de kimi yazılarımda bahsettiğim) Enver Paşa'nın kendine "idol olarak" Napolyon Bonapart'ı seçmiş olmasıdır. Enver'in kafasındaki Sarıkamış Harekatı fikrini yanlış ve zamansız bularak kendisini uyaran (ve aynı zamanda harp okulundan hocası olan) Hasan İzzet Paşa'yı, bu şekilde görüş belirttiği için azarlayan ve üstelik de "Hocam olmasaydın seni şimdi şurada kurşuna dizdirirdim!.." diyen Enver paşa, 10. Kolordunun başına onun yerine arkadaşı Yarbay Hafız Hakkı'yı (paşalığa yükselterek) atamıştı.

İlginçtir ki, Hafız Hakkı "Paşa" da kaleme aldığı hatıratında her ne kadar olup bittikten sonra Sarıkamış harekâtı için “Ah Enver ah! Bu kış seferini ta’cil etmek (acele ettirmek), sonra da bu parlak taarruzda 9. Kolordu’yu dörtnala kaldırmakla, 100 bin masumun kanına girdin! Allah seni affetsin!” demiş olsa da, harekât öncesinde,12 Kasım 1914'de
“Napolyon’un aç ve çıplak askerlerine İtalya’yı gösterdiği gibi bizde Kafkasya’ya girmeliyiz" dediğini unutmuş görünüyor.

 Aslında ona bu sözü söyleten fikrin arka planında da "Sarıkamış Harekâtı'nın karar vericisi" olan Enver Paşa var. Her gittiği yere, beraberinde mutlaka bir Napolyon biblosu götürecek kadar ona "tutkun" olan "paşamızın", onun "büyük emellerinden" haberdar olmaması mümkün mü? O emeller ki, Jozefin'le evlendikten sonraki ruh halini  en iyi kâğıda dökenlerden biri olan Emil Ludwig'in de "Napoleon" adlı hacimli eserine geçirdiği şu satırlarda olduğu gibi:

"İki gün sonra Paris’ten ayrılıyor. İlk on bir konaktan
kadına doğru on bir aşk mektubu uçuruyor. Nis’te ordusuna
iltihak ediyor ve insanların kumandasını deruhte
ediyor. Bu kumanda onu Avrupa sınırlarının ötesine götürecektir.
Gece ile gündüzün denk olduğu zamandır, deniz çekilmiştir.
Buonaparte burcun üstünden düşman sahiline bakıyor
ve düşünüyor:

— İşte ben bu noktadan gitmek istiyordum. Arkamda
Paris var, Jozefin’in aynalarla süslü odası... Malik olduğum
saadet var. Şurada, dağların ötesinde, düşman diyarında
da istediğim zafer var. Ben o zaferi alacağım.
(..)
 ..Macera gibi tehlikeli Alpler, karları pırıl
pırıl pırıldaşarak, körfezin üstünde heybetle yükseliyor,
ve eteklerinde karınca gibi kaynaşan insanlarla eğleniyor:
Ecdadının memleketi ile yeni vatanı arasında Napoleon’un
yolu üstüne tabiat tarafından dikilmiş timsali
hail(engel)...

Buonaparte ki, nazarında "zekâ” daima «kuvvet» ten
üstün olagelmişti, Alpleri geçmek meselesini bunca yıldır
boşuna düşünmemişti. Hannibal onları aşmıştı, bu ise ihata
etmek(kuşatmak) istiyor. Apennin’in düşmana kavuştuğu ve dar
bir geçit verdiği yerde bu düşmana en zayıf noktasında
hücum etmek için yazı beklemeğe hiç de hacet yok. Mevsim
ne kadar az ilerlemiş olursa o kar da o nisbette daha
serttir, ve çığlardan da o kadar daha az korkulur. Beklemek,
işi kaybetmek demektir. Düşmanın hücumu yakında
vuku bulacağı için değil: Şarkta(doğuda) Avusturya’lılar,
Lombardiya’nın garbinde Sardunya’lılar; küçücük küçücük bir
çok cümhuriyetler ve prenslikler, parçalanmış bir İtalya’nın
bu kırıntıları, kışlık karargâhlarında uyuşup kalmışlar;
donlar erimeden evvel düşmanı bekledikleri yok; fakat
Fransız askerleri aç. Kıymeti düşmüş bir paranın tehdidi
altında kalan Paris ancak istihfafla gülünecek kaimeler gönderiyor,
bunları da ordu müteahhitleri yutuyor.

Buonaparte gelmezden bir az önce bir Jeneral: "Paris burada
açlıktan ve hastalıktan ölenlerin adedini bilseydi
tüyleri ürperirdi.”
demişti. Ne ekmek, ne de para getirmeyen
yeni bir âmir ne yapabilir?

"Asker! çıplaksınız, iyi beslenmiyorsunuz, hükûmet sizlere
çok borçludur, sizlere bir şey veremiyor; bu kayaların
ortasında gösterdiğiniz sabır, cesaret hayretfezadır; fakat
sizlere hiç bir zafer vermiyor, üzerinize hiç bir şaşaa fışkırmıyor.
Ben sizleri dünyanın en bereketli, en münbit ovalarına
götürmek istiyorum. Zengin eyaletler, büyük şehirler
sizlerin eline ve hükmüne geçecektir. Oralarda şan,
zafer ve zenginlik bulacaksınız. İtalya askerleri, sizlerde
cesaret ve sebat mı eksik?”

İlk defa teftişten geçirdiği askerlere bu suretle hitap
ettikten sonra saflardan cevap yerine hafif bir mırıltı yükseliyor.
Akşam, açık ordugâhta, birbirlerine diyorlar ki: 


"Bu sarı benizli genç adam o kadar sağlama benzemiyor, bereketli
ovalar hakkında güzel cümleler savurmasını biliyor
amma, önce bizlere oraya gitmek için ayakkabı versin.”


Musa, nazarlarında arzı mev’udu ayna gibi parıldattığı
zaman benî İsrail de bundan başka bir şey söylemiş değildi."(a.g.e, s.70-80 arası)


Fakat bunca imkansızlığa rağmen Napolyon, (detayları bahsekonu kitaptan ayrıntılı olarak okunacağı üzere) mucizevi bir zaferle, askerlerine verdiği sözü tutmuş oluyor. Bütün bunlar olurken, kendisinin 27 yaşında, arkadaşlarının en yaşlısının ise 42 yaşında olduğunu, buna karşılık düşman ordusundaki yönetim kadrosunun ise 60'lı yaşlarını yaşayan insanlar olduğunu ve bunun zaferin kazanılmasında etkili bir amil olduğunu değerlendirdiği anlaşılıyor. Ayrıca, Burbonlar zamanında 14 yıl askerlik hizmeti olduğu halde çavuşluk rütbesine dahi nail olamayan arkadaşlarından Massena'yı bir kaç hafta içinde generalliğe terfi ettirmesi gibi, diğer arkadaşları için "uygun gördüğü" bu şekildeki "hızlı terfileri de, "gayet isabetli bir iş" olarak gördüğüne şüphe yok!

Napolyon'un küçük devletçiklerle dolu o zamanın İtalya'sını bu şekilde ele geçirme başarısı, daha sonra kendisine Po ovasının zenginliklerini arkasına alarak, kendisini alaşağı etmek için fırsat kollayan "aç Fransa"nın başkenti Paris'teki muhaliflerine kafa tutma imkânını ve dolayısı ile "diktatörlüğünü" sürdürme fırsatını fazlası ile bahşetmişti. Fakat bu "fırsat" bile, onun "tek adamlığını" mutedil bir hale koymaya yetmedi ve ikinci sürgünde, St. Helen adasında, esaret altında can verdi.

Sarıkamış Harekatı ile barizleşen Enver Paşa'nın karakter yapısını değerlendirirken, aradaki şunca benzerliğin "ilâhi bir tesadüf" olup olmadığının kararını vermek ve "bu harekât her şeye rağmen başarılı olsa idi, Enver Paşa'nın akıbeti çok daha farklı olabilir miydi" sorusuna cevap bulmak, artık bu kararı verecek olanın ferasetine kalıyor...


0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.