27 Nisan 2015 Pazartesi
“Ve yaptı!”
Burhan Oğuz, cumhuriyetin ilk döneminde yaşamış aydın-mühendislerimizden biri. Mesleği dışında ülkenin tarihine ve sosyal yapısına duyduğu merak ve bu yönde yaptığı araştırmaları yazıya dökerek kitaplaştırması ise bizler için eski deyimle kendisine ne kadar medyun-u şükranız(teşekkür borçluyuz) dedirtecek kadar önemli.
Burhan Oğuz'un çalışmalarını önemli kılan diğer bir husus da Osmanlı'dan bakiye kalan önemli isimlerle olan yakınlığı ve onlarla özel sohbet ortamlarında bulunmuş bir isim olmasıdır. Kendisi hakkında daha fazla bilgiyi http://tr.wikipedia.org/wiki/Burhan_O%C4%9Fuz adresinde bulabilirsiniz diyerek asıl konumuza geçecek olursak, "Sarıkamış Harekâtı" adı ile bilinen ve milletçe içimizde sonsuza kadar derin bir acı olarak kalacak olan bu faciaya dair kısa bir anekdotu Oğuz bize şöyle naklediyor:
"1943 yılında bir akşam Beylik Mandra’da yaptığımız bir domuz avından Beykoz’a dönmüş, gece iskelede vapur bekliyorduk (ava iştirak edenler arasında Nuri ve Halil Paşa’lar, “avcı” Sait Selahattin Bey, Şükrü Bey, Dr. Kamerettin Kanıçelebi… vardı. Halil Paşa çok içerdi. Yeğeni Nuri ona rakı içmemeye “şeref-i askeriyesî” üzerine yemin ettirmişti. O da şerefi kurtarmak için konyak içerdi). Halil Paşa bir ara bekleme salonundan çıkıp iskele üzerine, demir parmaklıklara geldi. Ben de yanına vardım ve lâfı Sarıkamış harekâtına getirdim. Paşa, cebindeki şişeyi yarılamıştı. Büyük içtenlikle bana bu işi şöyle hikâye etti:
“Bir gün Harbiye Nezareti’nde Enver’in odasına girdim. Büyük masasının başında, yalnız olarak, iki elini dayamış, bir harita üzerinde düşünür halde buldum onu. Başını kaldırdı ve “hah amca, gel” dedi.
“Rusların Doğu cephesinde baskılarını hafifletip Almanların bu cepheden Batı cephesine kuvvet kaydırmalarını sağlamak için Sarıkamış yönünde bir hareket düşünüyorum. Rus kuvvetlerinin durumu şöyle. Ben de üç kolorduyla şöyle bir çevirme yapacağım. Ne dersin?”
-“Mahvolursun!”
-“Neden?”
-“İkmalini yapamazsın da ondan. Önümüz kış. Biz kışta muharebe edecek gibi mücehhez değiliz”.
-“Seninle zaten konuşulmaz ki!” diyerek haritaları hiddetle topladı ve odadan çıkıp gitti”.
Bunları söyledikten sonra Paşa bir süre rakit denize baktı, daldı, “ve yaptı!” diye mırıldandı. Bütün III. Ordu mahvolmuştu.
Bu psikolojik anı geçiştirdikten sonra kendisine “Paşam, askerlik açısından hangisi üstündü, Enver mi, Mustafa Kemal mi?” diye sordum. “Enver!” diye tereddütsüz cevap verdi.
Aslında Paşa, bunun böyle olmadığını bilecek kadar akıllı ve gerçekçiydi ama o anda aile bağları galip gelmiş, dudaklarından duygusal bir ses çıkmıştı. Sarıkamış seferine Enver Paşa’nın yaveri olarak katılmış olan Şükrü Bey, ilk günlerin baz mevziî başarılarından keyiflenip mahalle arkadaşı Kurmay Binbaşı Kara Vasıf Bey’in çadırına girmiş. Vasıf Bey mangal üflemekle meşgulmüş.
-“Nasıl Vasıf, fena gitmiyor değil mi” Vasıf Bey başını kaldırmış:
-“Şükrü, çok koşan çabuk yorulur!..”
Alman-Avusturya ordularının “yükünü hafifletmek” üzere girişilmiş harekâtın tümü, Türk’ün kamburuna kambur eklemekten ileri gitmedi. Hoş, kamburdan Hohenzollern’e ne, nasıl olsa Yıldız’a kız verecek değildi ya?...
Julius Caesar Zile (Zela)’dan Senato’ya üç kelimelik “tel çekmişti”: “Veni, vidi, vici!”. Aynı şeyi Sarıkamış’tan Enver yapmaya kalksaydı telgrafın metni herhalde şöyle olurdu: “Geldim, gördüm, bir koca orduyu mahvedip gittim!”… "(*)
İlerleyen günlerde, merhum Burhan Oğuz'un yakın tarihimize ışık tutan kitaplarından alıntılar yapmaya devam edeceğiz inşallah.
---------------
(*)(Yüzyıllar boyunca Alman gerçeği ve Türkler, Burhan Oğuz, Anadolu Aydınlanma Vakfı Yayınları, 2007. Sh, 295, 296)
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Pazartesi, Nisan 27, 2015
Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados
Yorum Gönder