Bugünkü iktidar ana muhalefet partisine hemen her çatışında; "siz ekmeği karneye bağlayan, milleti aç bırakan" bir partisiniz diyor ya, bunun doğruluğuna derhal iman edenlerin çokluğunu da görünce CHP adına değil ama bir hakkı teslim etmek adına, bildiğimiz ve o günleri bire bir yaşamış büyüklerimizden duyduğumuz gerçekleri derli toplu bir araya getirerek paylaşmak artık şart oldu.
CHP'nin halkı ekmeğe muhtaç edecek kadar kötü bir hükumet olduğunu vurgulamak için ikide bir bu iddiayı öne sürenler, ekmeğin karneye bağlanma kararının dünyayı adeta bir ateş topuna çeviren II. Dünya Savaşı nedeni ile alındığı gerçeğini gizlemeyi nedense tercih ediyorlar. Yani şu an maazallah bu çapta bir savaş çıksa, acaba kendileri ne gibi tedbirler alırlardı, o da ayrı mesele!
Gerçi bütün bunlat elbette bilinmeyen şeyler değil ama her biri başka bir yerde, parça-bölük yazıldığı ve derli toplu bir araya getirildiğine en azından benim şahit olamadığım için, bu hususu konu başlığımız çerçevesinde toparlamaya çalışacağım.
Şu kadarını söyleyelim; burada "unutulan" diyemeyiz ama özenle unutturulan bir ayrıntı var. Siyaset yapmak uğruna, bir tarihi gerçekliğin nasıl çarpıtıldığına dair ibretlik bir örnek olmaya aday bir konu olan bu olayın gözlerden kaçırılmaya çalışılan o ayrıntısı ise işte şurada:
1933'de Almanya'da iktidarı ele geçiren Hitler, o tarihten itibaren ülkesini savaşa hazırlamaya başlamış ve bu amaçla ihtiyaç duyduğu hammaddeleri süratle ülkesine ithal etmeye başlamıştı. Bu maddelerden biri de ziraî adı "sorgum" olan, halk arasında ise "akdarı" ya da "cin darısı" olarak bilinen bir tahıl cinsiydi. Zira, akdarı depolanmaya dayanıklı bir tahıldır ve ondan elde edilen un ile yapılan peksimetler de yine aynı şekilde uzun süre dayanan, besleyici özelliği yüksek bir yiyecektir.
14 Kasım 2012 Çarşamba
"Ekmeği karneye bağlayan CHP" ve söylenmeyen gerçekler...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Kasım 14, 2012
5 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados
17 Ekim 2012 Çarşamba
"Darwin'in Kara Kutusu: Evrime Karşı Biyokimyasal Başkaldırı"
AKILLI TASARIM (INTELLIGENT DESIGN) TEORİSİ
ABD deki devlet okullarında Darwin in evrim teorisine alternatif olarak okutulması tartışılan Akıllı Tasarım, son 15 yıldır giderek güçlenen ve büyüyen bir teori.
Gücünü de, Darwinizm in varsayımının aksine, yaşamın hiç de rastlantı olmadığı gösteren bilimsel kanıtlardan alıyor. Aslında bu konudaki tartışmanın başlangıcı 150 yıl öncesine uzanıyor. Darwin in 1859 da yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabından bu yana, biyolojideki temel kuram, canlıların doğal seleksiyonun ürünü olduklarını öngören evrim kuramı oldu. 20. yüzyılda Darwinizm e genetik ışığında getirilen yeni yorum, doğal seleksiyona bir de mutasyon mekanizmasını ekledi.
Ancak bu iki mekanizmanın, yani doğal seleksiyo ve mutasyonun, canlılığın tek kaynağı olduğu yönündeki geleneksel anlayış, son yıllarda önemli eleştiriler alıyor. Pek çok bilim adamı, canlılığın sadece bu gibi amaçsız ve bilinçsiz faktörlerin ürünü olamayacağını, hayatın kökeninde "tasarlayıcı bir aklın" olduğunu savunuyorlar. Bu anlayış son yıllarda yeni bir teoriyi de beraberinde getirdi: "Akıllı Tasarım" (Intelligent Design) teorisi. Time dergisinin 12 Ağustos 2005 sayısının da kapak konusunu oluşturan teori, halen ABD de ateşli bir tartışmanın odak noktası.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Ekim 17, 2012
0 yorum Etiketler: Bilim-Teknik

Posts Relacionados
12 Ekim 2012 Cuma
Muhalefet partilerinden hâlâ medet uman vatandaşlara duyurudur
Bu haber bizim için bir haber değerinden çok daha fazlasını ifade etmiyor mu?..
Dünya milletlerinin bile üzerinde ittifak ettikleri; sakıncaları tescil ve kabul edilmiş ve uluslarası ilkeler haline gelmiş bir çok hususu görmezden gelerek, bırakın ülkesi lehine olmayı, ülkesi aleyhine olduğuna bile aldırmadan onları çiğneyenler, bunun hangi zaruretin bir gereği olarak yapıldığını tarih önünde dahi makul bir gerekçe ile izah edemeyeceklerdir!
"Biz korkularımızla ve bir takım önyargılarla hareket etmiyoruz" diyerek sözde cesur politikalar izleyen ve bu politikalarını eleştirenleri sözümona küçümseyen AKP zihniyeti, bedelini kendisinin değil milletin ödeyeceğini çok iyi bildiği bu politikalarından milletini değil yabancıları yararlandırdığını sanki bilmiyor mu?
Ey vatandaş, bu durumdan rahatsızsan ve yakın bir gelecekte sana ödetilecek faturanın büyüklüğünün farkındaysan şunu bil ki, "muhalefet tiyatrosu"nun verdiği temsilleri seyredip alkışlayarak bu belayı başından def edemezsin!..
Vatan senin namusun ise, namusunu yine en iyi senden başka kimse koruyamaz!
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Cuma, Ekim 12, 2012
0 yorum Etiketler: Milli Birlik Yazıları, Milli Güvenlik Meselelerimiz

Posts Relacionados
26 Eylül 2012 Çarşamba
Korkmayacakmışız, "bir başka resmi dil ile ülke bölünmez"miş!..
Ona "başüstüne!.." demeden önce kendisine şunu soralım: İki dilli bir devlet olunca mesela kan duracak ve her şey durulacak mı?!... Hem bütün bunların bir kapitalist oyunu olduğunu söyleyeceksin, hem de onların taleplerini yerine getirerek ve hâttâ "yeter ki bu kan dursun" ucuz romantizmi içinde "kırk parçaya ayrılmaya" dahi razı olarak güya onların bu oyununu bozmuş olacaksın!
Bakın ben burada bu vesile ile başka bir şey diyeceğim. Daha önce de yazmıştık, bütün bu sakat düşüncelerin temelinde şu var: Sosyalizm evrenseldir ve muhatabı bütün insanlıktır. Musevilik hariç, diğer büyük dinler de evrenseldir ve onların da muhatabı aynı şekilde bütün insanlıktır. Fakat devletler kendi politikalarını kendi jeopolitik konumlarına göre belirlemedikçe onun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamazlar! İşte Atatürk'ü farklı kılan şey evrensel düşünce ile yerel zorunluluklar arasındaki çizgiyi iyi belirleyebilmesidir. Bu inceliği anlayamazsanız işte böyle savunduğunuz ideolojinin elinde oyuncak olur ve karşı durduğunuzu zannettiğiniz emperyalizmin ekmeğine akılsızca yağ sürer durursunuz!..
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Eylül 26, 2012
0 yorum Etiketler: Emperyalist bir argüman olarak Kürtçülük, milli siyaset kodlarımız

Posts Relacionados
18 Eylül 2012 Salı
Türkiye'nin Bölgesel Güç Olma Hesapları
Siyaseten, bugünlerde Türkiye hakkında çokça telaffuz edilen "bölgesel güç" söylemleri, kimi emeksiz-yemek heveslilerini heyecanlandırsa ve onlara eski imparatorluk rüyaları gördürse de, el eli ile gerdeğe girilmeyeceği gerçeği ortadadır. Türk milletine olmadık rüyalar gördürmeye kalkmadan önce konu ile ilgili aşağıdaki değerlendirmeleri okumak ve anlamak gerekir.
Türkiye'nin Bölgesel Güç Olma Hesapları
Toplam Gayri Safi Yurtiçi Hasıla değeri itibarı ile dünyanın ilk 20 ekonomisi içinde yer aldığından beri, kişi başına değer, gelir bölüşümü ve beşeri kalkınma indekslerindeki yerini göz ardı ederek bunu istiyor.
Onun için de birileri, bunlara ilaveten toplumsal ve siyasi sorunları da hesaba katarak, zaman zaman “siz önce evinizin içini düzeltin” diyiveriyor. Tabii değme güçlerin veya super güçlerin, hatta bu uyarıda bulunan pek ülke yetkililerinin de önce evlerinin içine bakması gerek. Oysa hak etsin veya etmesin birçok ülke, küresel veya bölgesel bir güç olmaya öykünüyor. Tabii Türkiye de.
Güney Kore dururken Türkiye Neyine Güveniyor?
13 Eylül 2012 Perşembe
Siyasette çap meselesi...
Şu, son zamanlarda ardı ardına gelen terör saldırılarına ve felaketlere bakınca insan hakikaten derin bir yeis içine düşmekten kendini alamıyor.
Fakat bütün bu olup bitenler karşısında sorumlu ve yetkili şahısların bu hadiseleri değerlendirme yetenek(!)lerini görmek, içinizdeki derin üzüntüyü resmen dehşetli bir çöküntü duygusuna dönüştürmekte gecikmiyor!
İnsan psikolojisi böyle durumlarda haliyle kendisine metanet aşılayacak, soğukkanlılığını koruyabilen, aklıbaşında sözler edebilen ve karşı tedbirler alabilen birilerini arıyor. Ve şüphesiz ki, kimin devlet adamı, kimin tüccar-siyasetçi olduğu da özellikle böyle zamanlarda ortaya çıkıyor!
Ve zannederim ki, birilerinin yakın zaman önce diline doladığı ve adına "çap" denilen bu "adamlık ölçüsü" böyle zamanlarda çok daha fazla gündeme getirilmeye ihtiyaç duyuyor! Öyle afra tafra ile bağıra çağıra başkalarının çapına laf etmekle de iş bitmiyor. Çapları ancak çapsız adamlara hükmetmeye yetenlerin kağıttan kuleleri, gerçeklerle yüzleşmek zorunlu hale geldiğinde işte böyle yıkılıveriyor!
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Perşembe, Eylül 13, 2012
0 yorum Etiketler: Türkiye'de Siyaset ve Siyasi Kültürümüz

Posts Relacionados
4 Eylül 2012 Salı
Padişahlığı ve halifeliği gerçekten Atatürk mü kaldırdı?
İyi kötü okumuş yazmış ve tarihe meraklı bir adam olarak uzun zaman önce tarih okumak konusunda şöyle bir kanaata varmıştım: Tarih, sadece tarih kitapları okuyarak öğrenilemiyor. Bu türden kitaplar belki olayları kronolojik açıdan bir sıralama içine koymanıza yardımcı oluyorsa da, olayların niçin ve nedenleri konusunda okuyana çok sağlıklı bilgiler sağlayamıyor. İster istemez yazarının bakış açısı kitaba sindiği için, bir de bakıyorsunuz, orada ele alınanan bütün o olaylar, yazarın bakış açısına doğru eğilen bir düzlem üzerinde, o görüşe doğru akıp gitmeye başlamış!
Bir tarih okuyucusu için bu türden sakıncaları hafifletmenin bence en güzel yolu, o dönemde yaşamış insanlarca kaleme alınmış olan "anı ve hâtırat"ları okumaktır. Ben uzun zamandır bu yönde okumalara yöneldim ve bunun çok da faydasını gördüğüm düşüncesindeyim.
Böyle bir girişle yazıya başlamama sebep olan hususa gelir isek: Neredeyse üzerinden yüzyıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen yakın tarihimize ait bir çok olayın halen hakkı ile açıklığa kavuşturulabilmiş olmamasındandır. Bunlardan biri de hiç şüphesiz padişahlık ve halifeliğin kaldırılması meselesidir. Bu mesele bugün bile Türk Siyaseti üzerinde etkisini sürdürmekte, bilir bilmez bu milleti iki taraf haline getirmektedir. İşin daha da vahim olan yanı, bu milletin bir kısım insanının nedenini niçinini bilmeden, kendilerini "cumhuriyet düşmanı ve saltanat taraftarı" olarak görmesidir. Oysa, yukarda bahsettiğim saikle geçen gün okuduğum merhum Mahir İz tarafından kaleme alınmış hâtıra kitabında, bu konuda bakın merhum İz neler söylüyor:
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Salı, Eylül 04, 2012
0 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados
2 Eylül 2012 Pazar
Küresel lağım sistemi insanlığı tehdit ediyor!..
1980'li yılların başlarına kadar bu memlekette Amerikalılarla ilgili çok yaygın bir rivayet vardı. Denirdi ki, bugün dünya atlasını bir Amerikalının önüne açıp koysan orada Amerika'nın yerini bulup gösteremez!
Bizler ise içten içe bunun oldukça abartılı bir tespit olması gerektiğini düşünür fakat orada burada bunu iştahla dillendirmekten yine de kendimizi alamazdık.
Demek ki, hayatta asla büyük laf etmeyecekmişsin!..
Doğru olması halinde rezalet olarak nitelenmesi kaçınılmaz olan böyle bir durum, döndü dolaştı nihayet bizi de vurdu! Şimdi artık bizde de ülkesinin komşularını dahi sayamayan ama kellesi kulağı yerinde, elinde son model telefonu ve i-padı ile ortalıkta gerine gerine dolaşan bir yığın sözde okumuş yazmışımız var. Tıpkı Amerika'daki gibi! Yani, artık öyle görünüyor ki, "küçük Amerika" olma hedefine vasıl olmuş durumdayız!..
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Pazar, Eylül 02, 2012
0 yorum Etiketler: Emperyalist Kültür ve Politikalar

Posts Relacionados
22 Ağustos 2012 Çarşamba
Sizin umudunuz hangi demokrasi?
Liyakat dendiğinde layık olmak, yani ehliyyet, ehliyyet dendiğinde yeterlilik, yeterlilik dendiğinde istihkak, (ehliyyetli olanın kazandığı ve hak ettiği şey) ve istihkak dendiğinde de meharet (ustalık, beceriklilik) ve (ehliyetliler topluluğuna) mensubiyyet (alakalı bulunuş) anlaşılır... Bütün bu kelimelerin zorunlu sonucu ise "mesuliyyet", yani "sorumluluktur".
Görüldüğü üzere bu kelimelerin hepsi birbirine silsile yolu ile bağlıdır ve biribirinden doğmuş kelimelerdir. Öyleyse, gelin şimdi buradan hareketle bir çıkarımda bulunalım:
Bir "hak"kın kullanılabilmesi için hak sahibi olmak gerektiğine göre, önce hak sahibi olmak isteyenin o hakka sahip olup olamayacağına dair bir "liyakat" sorgulaması yapmak gerekecektir. Yani basitçe, araba kullanmak için sürücü belgesine sahip olduğunun belgelenmesi gibi...
Peki, toplu yaşamanın bir gereği olarak hakların kullanımında ve hakların sınırlanması hususunda rüşd dahil, kanunlar yolu ile bir çok kriterler konup bunlara göre önce liyakat ve ehliyyetler belirlendiğine göre, bir devletin yani o devleti teşkil eden milletin geleceğini belirleme hakkına talip olanlarda aranacak ehliyyet ve liyakatın kriterleri nedir?
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Ağustos 22, 2012
0 yorum Etiketler: Türkiye'nin demokrasisi

Posts Relacionados
11 Ağustos 2012 Cumartesi
BOP Projesinde tarikatların yeri ve onları kullanmanın önemi
Malum, BOP denen küreselci proje, bölgede kendi işbirlikçilerine ayrı ayrı görevle veriyor. Bu görev paylaşımını yaparken de Batının eski tecrübelerinden yararlanmayı da ihmal etmiyor. Nasıl ki zamanında Ortadoğu coğrafyasını Osmanlılardan koparmak için Lavrens eli ile Vahhabilik denen sapık bir mezhep icat etmişse, bugün de kendi çıkarına uygun “ılımlı” bir tarikat bulmak ve onu kullanmak ihtiyacında.
Söze hemen şurdan başlayalım ki, bu projenin rahatça hayata geçirilmesinin ilk adımı olarak görülen Irak harekatının kolayca başarılabilmesi için Irak’ın içten ele geçirilmesi gerekiyordu. Bunu sağlayacak olan şey ise ne para, ne tehdit ve ne de silahtı. En zahmetsiz olan yol “inançları” kullanmaktı.
İşte, geçmiş tecrübeleri ile bunu gören Batı emperyalizmi aradığı kanı araya araya buldu: Kesnizani Tarikati!
Evet, o günleri yeniden hatırlarsak; herkes: “Esas savaş Bağdat’ta olacak” derken, Bağdat nasıl olmuştu da, tarihler 10 Nisan 2003’ü gösterirken savaşmadan Amerikan askerlerine teslim edilmişti?..
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Cumartesi, Ağustos 11, 2012
0 yorum Etiketler: Cemaatler ve Dinler arası Diyalogcular, Siyasal İslamcılık

Posts Relacionados
12 Temmuz 2012 Perşembe
Tarih, Tarih yazmak ve Tarihçiliğe dair küçük bir not...
(II. Dünya Savaşı'ndan sonra ele geçirilen Nazi belgeleri o savaşı bizzat yürüten Alman generallerinin, savaş sonrasında Müttefikler'e söyledikleri ile çelişmiştir.) O bakımdan ilhamını tarihten alan, duygu ve düşüncelerini milli tarihin olayları ve kaynakları ile besleyen san'atkârların eserleri ve fikirleri, en az meslekten tarihçilerin söyledikleri kadar doğru ve değerlidir."
Nihad Sami BANARLI(*)
------------------------------------
(*) "Edebiyat Sohbetleri" adlı kitabından... (Shf.: 17)
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Perşembe, Temmuz 12, 2012
0 yorum Etiketler: Genel Kültür

Posts Relacionados
10 Temmuz 2012 Salı
Atatürk Halife mi olacaktı?
HALİFELİĞİN KALDIRILMASI, KAZIM KARABEKİR VE MUSUL MESELESİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Bu hadisenin nedenlerini bilmeden, yeni bir devlet kuracak kadar dirayet sahibi bir insanın sırf şahsi bir nefret hissiyle ve "inançsız(!) olduğundan dolayı" bir intikam hissi ile halifeliği kaldırdığını düşünmek; "kişiyi nasıl bilirsin: Kendim gibi..." özdeyişine hakikaten çok uygun düşüyor. Böyle düşünenler önce şunu bilmeli ki, "Hilâfet" sadece dini bir makam değil, aynı zamanda siyasi gücü olan bir makamdır da... Öyle ise, devletin başında bulunan herhangi bir adam bile bu gerçeği dikkate almadan o makamı kişisel öfkesine kurban edecek kadar akılsız olamaz! Öyle ise işin aslı nedir?
İşin aslı şudur: Bilindiği gibi, 1 Kasım 1922'de çıkarılan bir kanunla önce hilâfet ve saltanat birbirinden ayrılmış, sonra da saltanat kaldırılarak Osmanlı Devletinin siyasi varlığına son verildiği resmen ilân edilmiştir. Burada halifelik ve saltanatın ayrılmasında ve bunlardan sadece saltanatın kaldırılmış olması hususunu Atatürk'ün siyasi bir manevrası olarak görenler vardır. Evet, bu düşüncede olanlar bu düşüncelerinde haklıdırlar ve bu noktada hemen şunun da altı çizilmelidir ki, hilafet ve saltanatın ayrılmasına itiraz etmek bir yana, Atatürk'e muhalif olanlar bunun bizzat böyle olması için de gayret göstermişlerdir. Çünkü, Mustafa Kemal'in saltanata da göz diktiği düşünülmekte ve böylece bu makamın ikiye ayrılması ile Atatürk'ün işinin zorlaşacağı düşünülmektedir. Fakat hakikatte bu siyasi manevra Atatürk'ün işini kolaylaştırmış, bu kararın dışarıya yansıyan görünümü ise Atatürk'ün, hem halifeliği hem de saltanatı aynı anda kaldırmaktan çekindiği ve bu yüzden önce bu iki makamı ayırmakla işe başladığı ve böylece doğacak muhtemel tepkilerin önüne geçtiği şeklinde olmuştur.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Salı, Temmuz 10, 2012
0 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados
30 Haziran 2012 Cumartesi
Arapça Kur'an ve Türkçe İbadet üzerine bir kaç not...
Şurası muhakkak ki,"günah korkusu" ile olur olmaz herşeyin "günah kapsamına" dahil edilmesini teşvik eden bir İslam anlayışı Müslümanlar üzerinde giderek daha etkili olmaya başlamış ve bu durum da Müslümanları yerlerinde saydırmak bir yana, geldikleri yerden çok daha gerilere atmıştır.
Konuyu dağıtmamak adına, Kuran-ı Kerîm'in orijinal hali ile, yani Arapça okunmasının şart olduğu, aksi halde ondan beklenen faydanın hasıl olamayacağı konusunda ısrar edenler, nasıl oluyor da Kuran-ı Kerîm'i asırlardır kendi dillerinde okudukları halde ondan bir fayda elde edememiş Arap milletinin bu hallerini göz önüne getirmiyorlar?.. Kaldı ki, Osmanlı döneminde aynı usule biz de devam ettik ama yıkılmaktan, parçalanmaktan kurtulabildik mi?!.. Demek ki, mesele dilde değil anlayış ve kavrayıştadır. O halde Allah kelamını hakkı ile anlayacak ve kavrayacak yeni bir anlayışa ihtiyaç vardır ve Türkiye, yeni kurulan cumhuriyetle birlikte işte böyle bir anlayış ihtiyacı içinde ezanın Türkçe okunması kararı alarak bu yönde ilk adımı atmıştır.
Bu noktada küçük bir parantez açarak şunları da kısaca not edelim ki, o dönemde hâlâ eski zihniyeti sürdürmekte ısrar edenlere karşı yönetimlerce takınılan sert ve kararlı tavır, bugün bile "dine karşı bir tavır" olarak anlatılmaya ve aktarılmaya çalışılmaktadır. Bu ayrı bir tartışma konusu olduğu için biz yine dönelim "dil" meselesine...
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Cumartesi, Haziran 30, 2012
0 yorum Etiketler: İslamiyet ve din kültürümüz

Posts Relacionados
21 Haziran 2012 Perşembe
Şükrü Kızılot'tan Madde Madde Türk Ticaret Kanunu
Hürriyet yazarı Şükrü Kızılot Haziran ayı boyunca hergün "Madde Madde Yeni Türk Ticaret Kanunu" yazı dizisi ile herkesin merak ettiği soruları cevaplıyor...
-Hangi şirket tipi daha avantajlı?
-Şirkette para çekmede son durum ne?
-Herkes şirket yönetimine girebilir mi?
-Hapis cezaları ne oldu?
Hepsi ve daha fazlası Şükrü Kızılot’un kaleminden "Madde Madde Yeni Türk Ticaret Kanunu" yazı dizisinde.
Sizin de sorularınız varsa gönderin, Şükrü Kızılot cevaplasın Hürriyet'te ve hurriyet.com.tr'de yayımlayalım : hurriyet.com.tr/sorusor
Bir bumads advertorial içeriğidir.
12 Haziran 2012 Salı
Pi Sayısı Nedir?
Hiç şüphesiz ki, bu "pi sayısı" denen tanımlama, dünyanın en çok insan tarafından (en azından) duyulmuş tanımlamalarından biridir.
Ezberci eğitim sistemimiz ise Pi sayısı şöyle tanımlar: Bir dairenin çevresinin çapına bölünmesi ile elde edilen ve sonucu daima 3,14...... olan bir sabit değer.
Onun bu tanımlamasına karşılık, bu tanımlamayı görsel olarak anlatan aşağıdaki grafik resim ve bu resim üzerinde hazırlanmış hareketli ikinci bir resim (GIF resmi), Pi sayısının aslında tam olarak ne olduğunu bizlere açıkça gösteriyor. Yaşınız ve eğitiminiz ne olursa olsun, zannederim hepinizin ilgisini çekecektir.

Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Salı, Haziran 12, 2012
0 yorum Etiketler: Bilim-Teknik

Posts Relacionados
7 Haziran 2012 Perşembe
27 Mayıs'çı bir subayın Türkiye ve "anayasa" hakkındaki görüşleri
"Demokrasiye karşı çıkan adam" damgası yememek, bugün ucundan kıyısından da olsa memleket meselelerine dokunan insanlar için bile önem taşıyor. Çünkü, çerçeveyi bir kere "demokratik mücadele" adıyla belirledin mi, içini ne kadar melanetle doldurursan doldur, bu çerçeve onu meşru bir söylem haline getirmeye yetiyor!..
Hemen her yazımızda bu durumun altını yeniden yeniden çizmek ihtiyacını boşuna duyuyor değiliz! Zira, kendilerini bu sutrenin arkasına gizleyerek ne kadar insanî ve millî değer varsa onları hedef seçenler, işlerine gelmeyen ne varsa onu derhal "demokrasi dışı" ilan ediveriyorlar!..
Bunlara göre, mesela, asker siyasetle uğraşmamalı! Siyaset dediğiniz, eline bir parti bayrağı alıp ordan oraya koşturmaksa, elbette bu "asker"in işi olmamalı ve bu anlamda asker siyasete "bulaşmamalı!.." Lâkin bu, asker ülkesine dair meseleleri "düşünmemeli" anlamına da gelmemeli!..
İşte bizim demokrasi "çerçevemiz" de bu. Ve bu çerçeve içinde, merhum gazeteci Uğur Mumcu'nun sararmış bir mektup kâğıdının unutulup gitmiş satırlarında rastgeldiği; bir "asker"in ülkesine dair düşüncelerini bugün okuyucu ile paylaşmak istiyoruz.
27 Mayıs ihtilalinin en sıcak günlerinde yazılmış olan bu satırlarda bir "asker"in ülkesi hakkındaki düşüncelerine şahit olacaksınız. Önyargılarla örülmüş zihinler için değil ama hür bir fikir ve hür bir vicdanla bu konulara ilgi duyup kafa yoranlar için, içinde bugün bile geçerli ve önemli hususlar bulunduğuna inandığımız bu mektup, 27 Mayıs 1960 yılında vuku bulan ve tarihe "27 Mayıs ihtilali" olarak geçen bu ihtilalin önde gelen isimlerinden Kur. Albay Osman Köksal'a hitaben, sınıf arkadaşı olan Kur. Albay Bedrettin Demirel tarafından yazılmış bir mektuptur.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Perşembe, Haziran 07, 2012
0 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar, Türkiye'nin demokrasisi

Posts Relacionados
5 Haziran 2012 Salı
"Türkiye cahiliye dönemini yaşıyor!"
Şurası muhakkak ki, içeriği değiştirilmiş bir din anlayışı ile berbat bir siyasi argümanın aracı haline gelmiş bulunan bu dogmalar, çorak bırakılmış yamaçlardan aşağıya doğru bir anda kayıp ne varsa silip süpüren bir heyelân gibi her şeyin bir anda üstünü örtebilecek bir potansiyelle çoktan hareketlenmiş ve akıl ve onun ürünü olan bilimselliğin üzerine adeta tonlarca bir ağırlıklıkla çökmeye başlamıştır.
Bu durumun son halini fotoğraflayan ve yaşanan sorunlara dair bize önemli ipuçları verdiğine inandığımız bir röportajın son bölümünü buraya olduğu gibi alarak kayıtlarımıza geçirmeyi gerekli bulduk. Umuyoruz ki, bu konulara kafan yoranlar için gün gelir bir yararı dokunur.
"Türkiye cahiliye dönemini yaşıyor!"
BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİPROF. FARUK BİRTEK:
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Salı, Haziran 05, 2012
0 yorum Etiketler: 2. Cumhuriyetçiler, Türkiye'nin demokrasisi

Posts Relacionados
30 Mayıs 2012 Çarşamba
HAY AKLINIZIN DİBİNİ SEVEYİM SİZİN!..
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Mayıs 30, 2012
0 yorum Etiketler: Türkiye'de Siyaset ve Siyasi Kültürümüz

Posts Relacionados
19 Mayıs 2012 Cumartesi
Ah Enver Paşa, vah Enver Paşa...
Herşeye rağmen mücadele azmini kaybetmeyen bu vatansever adamlar, ülkeleri adına birşeyler yapmak için ülke dışında da didinip durdular. Yalnız, şurası da muhakkak ki, böyle bir mücadele için sadece vatansever olmak yetmiyor; bu mücadelenin olayları hakkı ile değerlendirebilecek bir akıl ve yetenekle desteklenmesi de gerekiyor. Aksi halde, o mücadelenin başarı ile neticelenmesi ve "talihinizin yaver gitmesi"(!) imkânsız denecek kadar zordur!
Son zamanlarda, Türkiye siyasetinde gözlenen aşırı dalgalanmalar ve yön arayışları siyasi kadrolarla beraber vatandaşlar arasında da derin fikir ayrılıklarına yol açmakta, bu vesile ile de geçmişte yaşanmış olaylar ve kişiler yeniden ele alınmakta, çünkü taşların yerli yerine oturmadığı düşünülmektedir. Eskilerin dediği üzere, evveliniz neyse, ahiriniz de odur. Öyle ise, demek ki biz şimdi bu anlamda geçmiş hayatımızın ahiretini yaşıyoruz ve bizim bugün yapıp ettiklerimiz de yarın, bizden sonrakilerin ahireti olacaktır. O halde biz, bizim bu günlerde yaşadıklarımızda artı ya da eksi katkısı olanları doğru değerlendirmeli ve sırtımızı kimlere dayadığımıza dikkat etmeli, geçmişten doğru dersler çıkarmalıyız.
Şu halde, yukarıda söylediklerimiz ışığında, "Sarıkamış Hareketi" dahil, bir çok hatalı karara imza atan ama bütün bunlara rağmen bugün bir kısım insanımız tarafından, "kıymeti bilinmemiş, talihi yaver gitmemiş, şanssız bir kahraman" olarak değerlendirilen ve 4 Ağustos 1922 yılında, Türkistan'da Rus Bolşeviklerine karşı adeta "intihar" gibi yaptığı bir saldırıda, henüz 41. yaşında iken hayata veda eden Enver Paşa'nın, kendisini böyle bir sona götüren bu hareketine dayanarak, onun siyasi kişiliği ve vizyonu hakkında bize yeteri kadar fikir verebilecek tarihi bir mektuptan bahsetmeye geçebiliriz.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Cumartesi, Mayıs 19, 2012
2 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados
9 Mayıs 2012 Çarşamba
Afrika ne kadar büyük, hiç merak ettiniz mi?
Dünyanın orta yerinde durup durduğu halde, çoğu zaman nasıl oluyorsa gözlerden uzak kalan ve ancak "açlık" ve "yoksulluk" konuşulduğunda akla gelen, o da yetmiyor gibi çoğu zaman da "Kara Kıta" olarak anılan bu devasa kıtanın gerçekte ne kadar bir büyüklüğe sahip olduğunu hiç düşünmüş müydünüz?
Zira Afrika kıtası, dünyadaki belli başlı ülke ve kıtalarla karşılaştırıldığında ortaya çok ilginç bir tablo çıkıyor. Bunu anlamak için ise aşağıdaki "karşılaştırmalı" grafik/tabloya bakmak yetiyor:
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Mayıs 09, 2012
0 yorum Etiketler: Genel Kültür

Posts Relacionados
7 Mayıs 2012 Pazartesi
Türk halkının olağanlaşan çaresizliği ve Türkiye'nin demokrasisi
Bu ülkenin siyasi tarihinde ve hatta dünyanın bilinen siyasi tarihinde dahi bir eşine rastlanmayacak bir siyasi yapılanma karşısında, bu yapılanmayı deşifre ederek buna karşı bir türlü bir strateji geliştirememek, ilk anda, parlamentoya girmeyi başarmış iki büyük siyasi partinin muhalefet ettikleri bu siyasi yapıyı hakkı ile deşifre edemediklerini ve dünyaya hakim olan küresel gücün yöntem ve argümanlarını kavrayamadıklarını düşündürüyor. Fakat, öyle görünüyor ki, bu bir "kavrayamama" sorunu olmaktan çok, muhaliflerin ekserisini temsil eden bu muhalefet partilerinin "yeni dünya düzeni"ni çoktan kabul ettiklerini ama asıl "sıkıntı"yı, kendilerini bu "yeni düzen"e adapte etme konusunda yaşadıklarını gösteriyor.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Pazartesi, Mayıs 07, 2012
0 yorum Etiketler: Türkiye'nin demokrasisi

Posts Relacionados
25 Nisan 2012 Çarşamba
Sonsuzlukla Kurulan Göbek Bağı:"Karındaki İkinci Beyin"
Hepsi bir yana; bir taraftan gözünü uzayın sonsuzluğuna diken insanoğlu, diğer taraftan bizatihi kendisinin sonsuz derinlikleri dolduracak bilimsel bir hazine olduğunun farkına varıyor. Böylece, bugüne kadar metafizik boyuta ait olduğu varsayılan kimi gerçekleri hisseden fakat izah edemeyen insanoğlu, bu yeni keşifler sonucunda yeni bir bilim zemininde yürümeye hazırlanıyor. Aşağıdaki makale de, işte bu dediklerimizin ne anlama geldiğini daha açık ve daha somut bir şekilde ortaya koyuyor." (A. H. Sezgin)
Bilimin eski gerçeklik çizgisi, her gün bir başka yerinden kırılmaya devam ediyor. On-on beş yıl önce, kafamızdaki beyin dışında, karnımızda ikinci bir beyin daha var diyenin aklından şüphe duyardık mutlaka. İlginç olan şey, bizim bilimi gündelik hayata çok geç geçirdiğimiz gerçeğidir. Zira karındaki ikinci beyin konusunu ortaya atan bilim adamı Prof. Dr. Michael Gershon, The Second Brain kitabını 1998 yılında yazmış. 1998 ile 2011 arasında geçen zaman, iletişim çağının hızlı özellikleri düşünüldüğünde hiç de az değil. Yeni bir cep telefonu çıktığında yıldırım hızıyla çekip yaşantımızın içine alıyoruz da gerçek gelişimi sağlayacak bilimsel konularda taş devri hızına düşebiliyoruz. Bu konuda yazılmış çok az yerli bilgi kaynağı var ve hepsi birbirinin kopyası adeta.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Nisan 25, 2012
0 yorum Etiketler: Bilim-Teknik

Posts Relacionados
11 Nisan 2012 Çarşamba
Türk Solu ve Nazım Hikmet
Evet, bu girizgâhtan sonra gelelim Türk solcularının yerli yersiz, her fırsatta öne çıkardıkları ve "vatan uğruna mücadele vermiş bir kahraman" ilan ettikleri Nazım Hikmet'e... Buna dair, http://devriye.wordpress.com adresli blogda, İbrahim Altuncu imzası ve "Ne ola şu Nazım Hikmet fetişizmi?" başlığı ile yayınlanan ve konuyu bir çok yönü ile ele alan dikkate değer bulduğumuz bir makaleyi, konunun önemine binaen olduğu gibi buraya alıyoruz.
Ne ola şu Nazım Hikmet fetişizmi?
"Türkiye solu başlangıcından bugüne romantik-skolastik doğasını korumaya ısrarla devam ediyor. Bir anlamda modern kültürel hareketler solun ve sağın romantik tavırları ile yoğurulageldi. Her ikisi de aynanın iki tarafında duran bu akımlar edebiyatımızı da etkiledi ve şekillendirdi.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Nisan 11, 2012
0 yorum Etiketler: Türkiye'de Siyaset ve Siyasi Kültürümüz

Posts Relacionados
Medet ya Akıl!..
Atatürk'ün manevi gölgesi altında yıllar yılı barındıkları halde onun nasıl var olduğuna kafa yormamış olanlar, emperyalizmin cehennemi ateşinden yıllardır kendilerini koruyan bu kalkan üzerlerinden kalkınca ne yapacaklarını şaşırır oldular. Yani, bugüne kadar sahip çıkmadıkları, bugün kıymete bindi!.. Şimdi, bir telaşe içinde vatandaşa çağrılar yapıyorlar: "Birleşin!.."
Özgürlüğün olmazsa olmazı olan "vatan" için bir araya gelmek ve bu niyetle çağrı yapmak elbette abes değil. Ama ayda 1 milyondan fazla ziyaretçisi olan bir "ulusalcı" sitede yazan bir yazarın yaptığı çağrının şekline bir bakar mısınız:
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Nisan 11, 2012
0 yorum Etiketler: Türkiye'de Siyaset ve Siyasi Kültürümüz

Posts Relacionados
27 Mart 2012 Salı
"İzmir Marşı" ve bir ihanetin düşündürdükleri...
Dışişlerinde 34 yıl hizmet etmiş olan eski Büyükelçi ve Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Siyasi Daire Genel Müdürü olarak, 1942 yılında, geçici bir görevle Arap ülkelerine gönderiliyor. O tarihte henüz bağımsızlığını kazanmamış olan Ürdün'e de uğrayan Erkin, Şeria nehrinin karşı yakasında kurulmuş bir çadırda, Ürdün Emiri Abdullah tarafından kabul ediliyor.
Emir Abdullah'ın babası bilmem kaçıncı göbekten peygamberin torunu olan eski Mekke Şerifi Hüseyin'dir. Hz. Muhammed'in bu hayırsız torunu, İngiliz altınına tamah ederek, Osmanlı devletine ihanet etmiş ve I. Dünya Savaşında, İslamın kutsal topraklarını savunmaya çalışan Türk askerini arkadan vurmuştur.
Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah, İstanbul'da büyümüş, İstanbul'da okumuş ve eski Şûrayı Devlette (yani Danıştay'da) üyelik yapmış bir İstanbul efendisiydi. Tabii, pürüzsüz bir İstanbul Türkçesi konuşuyordu. Erkin'le karşılaşınca, âdeta eski günleri hatırlayarak hasret gidermek istemiş, Türk konuğunu yemeğe alıkoymuş ve bir ara başbaşa kalınca ona içini dökmüş. Âdeta günah çıkarmak istercesine, Erkin'e şu ibret verici hikâyeyi anlatmış:
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Salı, Mart 27, 2012
0 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados
22 Mart 2012 Perşembe
Sürüngen Zihinlerin Yeni Dünya Düzeni
"Dünyayı gerçekten kim, nasıl yönetiyor?" sorusuna yazı, makale ve muhtelif medya mecralarında yaptığı konuşmalarla açıklık getirmeye çalışan bu İngiliz yazar, 2005 yılından bu yana, bu konuda ortaya koyduğu görüşlerle, çalışmaları, dünya kamuoyunca ilgi ile takip edilen bir yazar konumuna gelmiş durumda.
İnternet ortamında bir çok çalışmasına kolayca ulaşılabilecek olan bu yazarın, "Yeni dünya düzeni"nin önde gelen savunucuları hakkında yaptığı bir tanımlamayı aktararak konuya girmek istiyorum. Aslına bakarsanız, sadece bu tanımlama bile dünyanın başına bunca iş açan o malûm "büyük başların" ve onların şahsında somutlaşan bir zihniyetin ne mahiyette olduğunu açıkça ortaya koymaya yetiyor. Şimdi, dönelim David Icke'ye ve bakalım neler dediğine:
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Perşembe, Mart 22, 2012
0 yorum Etiketler: Emperyalist bir argüman olarak Demokrasi

Posts Relacionados
13 Mart 2012 Salı
Sahi eskiden çok mu dindardık?
Buna inananlara göre, cumhuriyetin kurulması ile beraber iktidar mevkiinde bulunanlar maskelerini indirerek gerçek yüzlerini göstermişler ve İslam dinine ve ona inanan müslümanlara karşı bayrak açmışlardır. Onlara göre bunun en açık delillerinden biri ezanın Türkçeleştirmesi ve ibadet dilinin Türkçe olması gerektiğinin savunulmasıdır.
İşte buna inananlar da şimdi güya onların bugünkü temsilcilerinden bunun hesabını sormakta ve sözümona ülkedeki bu "dinsizliğe" artık dur demekteler ve böylece yeniden, dinlerini gereği gibi yaşayabildikleri o eski güzel günlere kavuşma imkânı(!) bulabileceklerini düşünmekteler.
Öyleyse gelin eskiden din ve diyanetle aramızın nasıl olduğuna bir göz atalım.
Vatan Gazetesi yazarı Mustafa Mutlu, bugün çok hayırlı bir iş yaptı ve "Yüz yıl önceye göre çok daha dindarız..." başlığı ile yayınlanan makalesinde, Şevket Süreyya Aydemir’in hayatını anlattığı ‘Suyu Arayan Adam’ kitabından şöyle bir alıntı aktardı:
"Topraksız bir çiftçi ailesinin oğlu olan Şevket Süreyya, 1897 yılında Edirne’de doğmuş ve ailesinin özverisiyle iyi bir eğitim alıp öğretmen olmuş. Sonra yedek subaylığını meşhur Sarıkamış faciasına uğrayan 28’inci Tabur’da (bozgundan önce alaymış) yapmış... Bir yandan bitmek bilmeyen Rus baskınlarına direnirken, diğer yandan da öğretmenliğin verdiği sorumlulukla emrindeki askerleri eğitmeye soyunmuş... Uluç Abi’nin ısrarla okumamı önerdiği bölüm özetle şöyle:
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Salı, Mart 13, 2012
0 yorum Etiketler: İslamiyet ve din kültürümüz

Posts Relacionados
27 Şubat 2012 Pazartesi
Nedir bu "cari açık" meselesi?
Bu duruma örnek teşkil edecek konulardan biri de hiç şüphesiz, bugünlerde ülke gündemini ister istemez gelen "cari açık" meselesi.
İktidar partisinin ağzına bakıp; "şu kadar milyar dolarlık ihracat yaptık!" diyenleri iştahla alkışlayanlar, "peki, ne kadar ithalat yaptık" diye sormadıkları gibi, bunu soranlara da "fitne, fesat çıkaran adam" gözü ile bakıyorlar. Bu sebepten, bu meselenin basit bir muhalefet malzemesi olmadığını anlamak ve ihracat ve ithalat arasında giderek açılan ve adına "cari açık" denilen bu makasın ne olup ne olmadığına bir bakmak ve onu en öz şekli ile anlamak gerekiyor.
Ekonomik meseleleri rakamlara boğarak anlatmak yerine, onu halkın anlayacağı bir şekle sokarak anlatabilen nadir insanlardan biri olduğuna inandığımız sayın Ege Cansen, 1 Şubat 2012 tarihli Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde kaleme aldığı; "Cari açık herhalde kapanmaz" başlıklı makalesinde, konu ile ilgili ilginç hususların altını çiziyor.
Meseleye, "Ödemeler Dengesi" tablosunu izah ederek başlayan Cansen, iki kısımdan oluşan bu tablonun bir tarafında yer alan ve adına "Cari İşlemler Hesabı" denen kısmına, "ithalat, ihracat, turizm, taşımacılık" gibi işlerden elde edilen gelirlerin ve bütün bu faaliyetler için yapılan harcamaların, yani giderlerin yazıldığını, ayrıca yurt dışından yurt içine veya yurt içinden yurt dışına yapılan kâr, kira, faiz ve ücret havalelerinin de bu bölüme dahil olduğunu belirtiyor. Bu gelir ve giderler arasındaki fark fazla bakiye veriyor ise bunun adına "Cari İşlem Fazlası", şayet eksi bakiye veriyor ise de buna "Cari İşlem Açığı" denir, diyen Cansen, "Fazla veren olmazsa açık veren de olmaz" gerçeğinden hareketle, dünya ülkelerinin cari işlem fazlası ile cari işlem açıklarının cebirsel toplamının sıfır olması gerektiğini söylüyor.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Pazartesi, Şubat 27, 2012
0 yorum Etiketler: Türkiye'nin Ekonomisi

Posts Relacionados
25 Şubat 2012 Cumartesi
Suriye yakında Tunus gibi olabilir
Çoktan "halledilmiş" bir ülke olarak Tunus, "sırasını"(!) bekleyen Suriye yüzünden olsa gerek bugün gözlerden uzak bir vaziyette sessiz sedasız "yeni"(!) hayatına alışmaya çalışıyor. CIA devrimi ile devrilen Zeynel Abidin Bin Ali'ye kadar, onun liderliğinde nispeten müreffeh ve liberal bir hayat düzenine sahip olan Tunus'ta bugün "daha fazla özgürlük" ümidi, yerini korkuya bırakmış durumda.
İngiliz Independent gazetesinde yazan gazeteci Robert Fisk, "Poisoned spring: revolution brings Tunisia more fear than freedom"(*), yani; "Zehirli Bahar: devrim Tunus'a özgürlükten daha çok korku getirdi" başlıklı makalesinde ilginç saptamalar yapıyor.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Cumartesi, Şubat 25, 2012
0 yorum Etiketler: Dünyadan Haberler, Siyasal İslamcılık

Posts Relacionados
22 Şubat 2012 Çarşamba
Bana üstadını söyle...
Yani, öyle bir durumdayız ki, teşbihte hata olmaz dedikleri hesap; Osmanlı sadrazamına: "Yarabbi, şu Arabın aklını bir geceliğine bana ver de, hiç olmazsa rahat bir uyku uyuyayım!.." dedirten haremağasının verdiği akıllar gibi, yüzyılların biriktirdiği sorunları sanki bir anda çözüverecek sihirli cümleler, ardı ardına ülke gündemine düşüp durmakta!
Sonunun nasıl biteceğine kafa yormayanlar için her tür rüyayı hayata geçirmeyi mümkün kılan bu liberal düzen, "ah beni bir başbakan yapacaklardı ki..." diyenlerin dahi rüyasını gerçek kılabilirken, söz konusu biz olunca; liberal batının "taç giyen baş akıllanır" sözü pek geçerli bir sözmüş gibi görünmüyor.
Daha önceki bir makalemizde ele aldığımız "kinini din etmek" meselesinde altını çizmeye çalıştığımız hususlar, nihayet bizzat sayın büyüğümüzün ağzından da teyit edilmiş oldu. Atatürk'ün ünlü "Gençliğe Hitabe"sine alternatif olarak gördükleri anlaşılan ve "üstad" kabul ettikleri Necip Fazıl tarafından yazılmış bulunan bir yazıdan yaptıkları alıntı ile, onun; "Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik..." sözlerini, düzenlenen bir telekonferans vasıtası ile kamuoyuna aktaran sayın başbakan, o cümlede geçen "kininin davacısı" ibaresinin ne anlama geldiğini de açıklasa iyi olurdu ama buna gerek görmedi.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Şubat 22, 2012
0 yorum Etiketler: 2. Cumhuriyetçiler, Siyasal İslamcılık

Posts Relacionados
16 Şubat 2012 Perşembe
Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal ve İttihatçılar
Milleti ile kendisi arasına hiç bir gücün girmesine izin vermediği gibi, birilerinin gücü ile başa geçmek kolaycılığına kapılmadan, sadece kendi fikirlerine ve kendi şahsiyetine dayanarak milletini nasıl selamete çıkardığının ipuçlarını da veriyor.
Bir takım güçler tarafından parlatılarak iktidar olabilen ve onlara söz verdikleri tavizleri yerine getirerek iktidarını sürdürebileceğini zannedenler için de büyük bir ders olacak bir şahsiyetin sahibi olan Mustafa Kemal ile İttihatçılar arasında yaşanan o tarihi hadiseleri, buyrun şimdi beraber okuyalım.
Mühür kimdeyse Süleyman Odur
MİT Müsteşarı'nın KCK şüphelisi olarak ifadeye çağırılması tartışmayı tam anlamıyla gün yüzüne çıkardı. Artık bir kulis fısıltısı değil. Başbakan'ın doğrudan talimatıyla hareket eden MİT Müsteşarı'na cezaevinin kapısını işaret eden irade Gülen cemaatine yakındır. Yani daha düne kadar cemaatle kol kola giren Başbakan şimdi onlarla kıyasıya bir kavganın içerisinde.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Perşembe, Şubat 16, 2012
0 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados
13 Şubat 2012 Pazartesi
Atatürk "İttihatçı" mıydı?
II. Meşrutiyet döneminde zirve yapan zihniyet ayrışması, politik bir çekişme boyutunun çok ötesine geçmiş ve tarafları, birbirlerinden "öç" almaya sevkedecek kadar ileri ve keskin bir düşmanlık boyutuna taşımıştı. Dönüp dolaşıp, 100 yıl sonra yine aynı noktaya geldiğimize ve "ittihatçı" sözcüğü yeniden siyasi lügatimize bir "suçlama" sözü olarak girdiğine göre, bu konuda tarihten küçük bir hatırlatma yapmak artık bir gereklilik oldu.
Osmanlının son dönemine damgasını vuran ve başlangıçta gizli bir dernek olarak kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası, yani bugünün Türkçesi ile; Birlik ve İlerleme Topluluğu (ya da partisi), iktidar olduğu dönemde yapıp ettiği işler ve Osmanlı imparatorluğunu I. Dünya Savaşına sokması ve bu savaşın sonuçları sebebi ile pek hayırla anılan bir parti olmamıştır.
Siyasi ve tarihi açıdan önemi ise, bir dönem gençliğinin özlem ve arzularını ifade eder bir mahiyeti olmasıdır. Fikri temelleri 1860'lara dayansa da, İttihad-ı Osmani Cemiyeti adı ile 1889' Mayıs'ında gizli bir cemiyet olarak kurulmuş olan bu teşkilatın kuruluş amacı, 39 maddelik tüzüklerinin birinci maddesinde: "Adalet, eşitlik, özgürlük gibi insan haklarını ihlal eden, bütün Osmanlıları ilerlemeden alıkoyan ve vatanı yabancı tasallutu altına düşüren yönetime karşı, İslam ve Hristiyan yurttaşlarını uyarmak" olarak tanımlanır.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Pazartesi, Şubat 13, 2012
0 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados
8 Şubat 2012 Çarşamba
Dünya Karikaturistleri Gözüyle Wikileaks
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Şubat 08, 2012
0 yorum Etiketler: Dünyadan Mizah

Posts Relacionados
2 Şubat 2012 Perşembe
Siyasal İslam var da Siyasal Hıristiyanlık yok mu?!..
Anlatmaya çalıştığımız şey, birbirine karşı konumlanmış iki dinden biri olan Hıristiyanlığın, İslam dinine, dolayısı ile "İslam alemi" olarak tanımlanan ve bilhassa "Orta Doğu"da yoğunlaşmış olan "Doğu Halkları"na hangi argümanlar üzerinden yaklaştığı ve düşünce sistematiğinin ne olduğudur.
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Perşembe, Şubat 02, 2012
2 yorum Etiketler: EmperyalisCemaatler ve Dinler arası Diyalogcular, Emperyalist Kültür ve Politikalar

Posts Relacionados
31 Ocak 2012 Salı
Hâlâ mı aynı aymazlık?!..
Ne yapmak ve nereye varmak istediğini açıkça anlattığı halde bunu metodolojik bir temele oturtmaya ömrü vefa etmeyen Mustafa Kemal'in geriye bıraktıklarını bir miras olarak görmeyip, gündelik politikaların rüzgârına kendilerini bırakanlar, bir o yana bir bu yana savrula savrula, kendileri ile beraber vatandaşın da başı dönderdiler.
12 Eylül 1980 darbesi ile önündeki engelleri tamamen kaldıran ve nihaî hedefine doğru koşar adım ilerleyen Batı emperyalizmi, bizim; bu, birbirleri ile "demokrasi yarıştıran" aymazlarımız sayesinde, cesaret ve cür'etini, daha da artırma fırsatını bulmuş oldu!..
Batı'nın, kendi tarihsel süreci içinde ortaya çıkmış sınıfları ve bunlar arasındaki çıkar çatışmalarını uzlaştırmak maksadı ile icat ettiği "çok partili" demokrasiye, tam bir taklitçilikle ve hiç düşünmeden atlayan, "onlar gibi olmakla" bütün dertlerimizden kurtulucağımızı düşünen bu ülkenin bir çok okumuş-yazmışı, bugüne kadar yabancılardan gelen her şeye, her fikre rağbet ettiler de, Allah'ın her millete kolay kolay nasip etmediği Mustafa Kemal gibi bir adamın düşünce ve fikirlerine, her ne hâl ise bir türlü rağbet etmediler!..
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Salı, Ocak 31, 2012
0 yorum Etiketler: "Milli Birlik" Yazıları

Posts Relacionados
25 Ocak 2012 Çarşamba
Emperyalist Demokrasi Güncellemeleri...
"O gün Kaddafi yanlıları, üzerlerinde uçan bir cismi düşürdü. Askeri bir başarı ile moral arayan askerler heyecanla çöle düşen cisme doğru koştular. Amaçları, araçtaki pilotları ve yabancı askerleri yakalayıp psikolojik üstünlük elde etmekti. Ancak düşen cismin yanına gelen askerleri bir sürpriz bekliyordu. Düşen aracın içinde kimse yoktu.
Oysa daha 5 dakika önce o aracın içinden kendilerine ateş açılıyordu. Öyleyse düşürdükleri bu cisim neydi?
Ama asıl şaşkınlığı ertesi gün yaşayacaklardı. 22 Haziran günü dünyadaki gazetelerde ve televizyonlarda düşürdükleri araçla ilgili tek kelime haber yoktu. Üstlenen kimse de çıkmamıştı.(..) (Ama) Aracın düştüğü yerden binlerce kilometre uzakta bir yerde bir takım insanlar, ne olup bittiğini çok iyi biliyorlardı. Düşen araç, "fire scout" modeli bir helikopterdi ve Amerika Birleşik Devletleri'ne aitti. Pilotu olmadığı için, hayatını kaybeden veya esir düşen bir Amerikan vatandaşı da yoktu. Dolayısı ile haber olması bile gereksizdi. Ancak gazetecilerin bile üzerinde durmadığı bu olayı, yakından takip eden bir "tarassut köpeği"(watch dog) vardı ve daha o gün, düşen aracın içinde ölen "hayalet pilotun" hikayesini yazmaya başlamıştı.
Bu kişinin adı Peter W. Singer'di ve "Brooking Institution"da çalışıyordu.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Ocak 25, 2012
0 yorum Etiketler: Dünyadan Haberler, Emperyalist bir argüman olarak "Demokrasi"

Posts Relacionados
22 Ocak 2012 Pazar
2011’DE NELER GÖRDÜM , NELER ÖĞRENDİM
2011’DE NELER GÖRDÜM, NELER ÖĞRENDİM
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Pazar, Ocak 22, 2012
0 yorum Etiketler: "Milli Birlik" Yazıları

Posts Relacionados