18 Aralık 2010 Cumartesi
"Serbest Piyasa" ışığında(!) Türk siyaseti
Liberalizmin temel felsefesi olan; "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!" sözünün eksik kalmış bir cümle olduğu, herhalde bugün daha da iyi anlaşılıyordur. Devamında; "bırakınız soysunlar!" cümlesi de eklense, daha tatminkâr ve daha gerçekçi bir tanımlama olurdu herhalde. Ama ne gariptir ki bugün, en vatansever insanların bile daha ilk ağızda, hemencecik "serbest piyasa" ekonomisinden yana olduklarını beyan etmeleri, işin ekonomik boyutunu çok da önemsemediklerini, onun siyasal yapıyı şekillendirmede ne derece etkin olduğundan habersiz olduklarını gösteriyor.
Bugün, şiddetle muhalefet ettikleri bir düşünceyi iktidara taşıyan ortamı hazırlayanın bu "vurgun düzeni" olduğunu bilseler, acaba bu konuya bu kadar bigâne kalırlar mıydı? Siyaset yapmak adına sadece "vatanseverliklerini" ortaya koymanın yeterli olduğunu düşünenler, halkın; kendilerine düşündükleri kadar rağbet etmemesini, onların bilinçsizliklerine ve duyarsızlıklarına bağlıyor ve onları; oylarını bir kaç torba kömür ve makarnaya satmakla itham ediyorlar. Ellerinde; halka sunacakları hiç bir tutarlı proje olmadan, sadece: "Bunlar iktidardan insin, yerine bizim gibi demokrat ve vatanını seven insanlar gelsin!" demekle de halkın kendilerine, bugün olmasa da, "elbet bir gün", (gerçekleri anladıkları an) rağbet etmeye "mecbur kalacaklarını" düşünüyorlar.
Şimdi, bu noktada, bu "vatansever" aydınlara önce şunu sormak lazım: Halkı duyarsızlık ve çıkarcılıkla itham etmeden önce, "kuru" bir vatanperverlik söylemi kolaycılığına kaçmak mı duyarsızlıktır, yoksa yıllarca siyasetten bir fayda görmemiş, kimi; kendisi "iyi niyetli" bile olsa, bu vatan hakkında "kötü niyet" besleyenlere karşı bir tedbir alamamış, kimi; "sosyal demokrat olmak" adına, bir yığın uçuk kaçık hayallerin arkasına düşeyim derken "bölücü"lerin kucağına düşmüş, kimi; kafası karıştırılınca "sentezlere" girişmiş ama bundan da bölünerek çıkmış bir yığın siyasi "enkaz"ın, halâ bu durumdan bir ders çıkaramamış olması mı duyarsızlıktır? Bu "hezimet" abidelerinin, (bugünkü iktidarı saymazsak) bu millete son hediyesi, 2001 krizini olmuşu. Türkiye'yi son derece tehlikeli sulara sürükleyecek yeni bir siyasi yapının meydana çıkarılmasına zemin hazırlayan bu krizden sonra, geçmiş siyasilerin elinden "ikrah" getiren milletin, bu "zor zamanlarında" nasıl olduysa(!) bir anda ortaya çıkmış "alnı secdeli" bir kadroya teveccüh göstermemesi elbette beklenemezdi. Zira, bunca denemeden sonra, içinde "Allah korkusu" olan ve bugüne kadar söz sahibi olmaları "engellenmiş"(!) adamlara iktidar olması fırsatı doğmuştu ve bunalmış bir millet, elbette bu fırsatı(!) değerlendirecekti.
* * *
Şimdi gelelim asıl konumuza: Çok da uzun olmayan bir süre sonra, o çok ümit bağladıkları bu "alnı secdeli" vatandaşların da diğerlerinden pek bir farkı olmadığını, üstelik onlardan çok daha becerikli(!) çıktıklarını anlayan vatandaş, "alemin iyisinin" bir kendisi olmadığını anlamış olmalı ki, artık "düzen"in "düzüleni" olmaktan bir nebze de olsa kurtulmak adına, her şeye boş verip, mümkün olduğunca "kendini korumak" istiyorsa, şimdi söyleyin; bunda haksız mı? Diyorlar ki, vatandaşın bir şeyden haberi yok! Var kardeşim var. Öyle ıcığına cıcığına kadar bilmesine gerek yok, o bilmesi gerektiği kadarını biliyor! O şimdi, hiç olmazsa doktoruna, yemesine içmesine, yakacağına bunalmıyor. Düzeni "kaçmış", ümitsizliğin diz boyu hüküm sürdüğü bir toplumda, insanların "kendini koruma refleksi"nin kendiliğinden devreye girmesinden daha doğal ne vardır? Hani fıkrada olduğu gibi: Köyün birinde, zalim bir "nebbaş" (ölü soyucu) varmış. Köylü ise adamın elinden ikrah getirmiş, korkularından; "bunu yapan sensin" de diyemezler ve adama lanet etmekten başka ellerinden bir şey gelmezmiş. Derken günün birinde adam ölmüş. Köylüler tam kurtulduk diye sevinirlerken, bu defa da adamın oğlu baba mesleğini eline almaz mı! Fakat gel gelelim, boynuz kulağı geçer misali, oğlan ölüyü soymakla kalmıyor, bir de arkasına koca bir kazık sokuyor! Bu defa başlamışlar, bunun "rahmetli (!) babası bundan çok daha iyi adamdı!" demeye...
* * *
Şimdi, iki ana muhalefet partisinden biri olan CHP'nin yeni kadrolarının durumuna ve MHP'nin bir türlü düzene oturtamadığı muhalefet politikalarına bakınca vatandaş bu fıkrayı hatırlamayacak mı zannediyorsunuz? Artık anlayın ki, bu millet geleni gördükçe gidenin arkasından rahmet okumaktan bıktı! Bilin ki, bu millet için bir "ümit" olamamakla en büyük günahı işleyen yine sizsiniz!
Bugün, şiddetle muhalefet ettikleri bir düşünceyi iktidara taşıyan ortamı hazırlayanın bu "vurgun düzeni" olduğunu bilseler, acaba bu konuya bu kadar bigâne kalırlar mıydı? Siyaset yapmak adına sadece "vatanseverliklerini" ortaya koymanın yeterli olduğunu düşünenler, halkın; kendilerine düşündükleri kadar rağbet etmemesini, onların bilinçsizliklerine ve duyarsızlıklarına bağlıyor ve onları; oylarını bir kaç torba kömür ve makarnaya satmakla itham ediyorlar. Ellerinde; halka sunacakları hiç bir tutarlı proje olmadan, sadece: "Bunlar iktidardan insin, yerine bizim gibi demokrat ve vatanını seven insanlar gelsin!" demekle de halkın kendilerine, bugün olmasa da, "elbet bir gün", (gerçekleri anladıkları an) rağbet etmeye "mecbur kalacaklarını" düşünüyorlar.
Şimdi, bu noktada, bu "vatansever" aydınlara önce şunu sormak lazım: Halkı duyarsızlık ve çıkarcılıkla itham etmeden önce, "kuru" bir vatanperverlik söylemi kolaycılığına kaçmak mı duyarsızlıktır, yoksa yıllarca siyasetten bir fayda görmemiş, kimi; kendisi "iyi niyetli" bile olsa, bu vatan hakkında "kötü niyet" besleyenlere karşı bir tedbir alamamış, kimi; "sosyal demokrat olmak" adına, bir yığın uçuk kaçık hayallerin arkasına düşeyim derken "bölücü"lerin kucağına düşmüş, kimi; kafası karıştırılınca "sentezlere" girişmiş ama bundan da bölünerek çıkmış bir yığın siyasi "enkaz"ın, halâ bu durumdan bir ders çıkaramamış olması mı duyarsızlıktır? Bu "hezimet" abidelerinin, (bugünkü iktidarı saymazsak) bu millete son hediyesi, 2001 krizini olmuşu. Türkiye'yi son derece tehlikeli sulara sürükleyecek yeni bir siyasi yapının meydana çıkarılmasına zemin hazırlayan bu krizden sonra, geçmiş siyasilerin elinden "ikrah" getiren milletin, bu "zor zamanlarında" nasıl olduysa(!) bir anda ortaya çıkmış "alnı secdeli" bir kadroya teveccüh göstermemesi elbette beklenemezdi. Zira, bunca denemeden sonra, içinde "Allah korkusu" olan ve bugüne kadar söz sahibi olmaları "engellenmiş"(!) adamlara iktidar olması fırsatı doğmuştu ve bunalmış bir millet, elbette bu fırsatı(!) değerlendirecekti.
* * *
Şimdi gelelim asıl konumuza: Çok da uzun olmayan bir süre sonra, o çok ümit bağladıkları bu "alnı secdeli" vatandaşların da diğerlerinden pek bir farkı olmadığını, üstelik onlardan çok daha becerikli(!) çıktıklarını anlayan vatandaş, "alemin iyisinin" bir kendisi olmadığını anlamış olmalı ki, artık "düzen"in "düzüleni" olmaktan bir nebze de olsa kurtulmak adına, her şeye boş verip, mümkün olduğunca "kendini korumak" istiyorsa, şimdi söyleyin; bunda haksız mı? Diyorlar ki, vatandaşın bir şeyden haberi yok! Var kardeşim var. Öyle ıcığına cıcığına kadar bilmesine gerek yok, o bilmesi gerektiği kadarını biliyor! O şimdi, hiç olmazsa doktoruna, yemesine içmesine, yakacağına bunalmıyor. Düzeni "kaçmış", ümitsizliğin diz boyu hüküm sürdüğü bir toplumda, insanların "kendini koruma refleksi"nin kendiliğinden devreye girmesinden daha doğal ne vardır? Hani fıkrada olduğu gibi: Köyün birinde, zalim bir "nebbaş" (ölü soyucu) varmış. Köylü ise adamın elinden ikrah getirmiş, korkularından; "bunu yapan sensin" de diyemezler ve adama lanet etmekten başka ellerinden bir şey gelmezmiş. Derken günün birinde adam ölmüş. Köylüler tam kurtulduk diye sevinirlerken, bu defa da adamın oğlu baba mesleğini eline almaz mı! Fakat gel gelelim, boynuz kulağı geçer misali, oğlan ölüyü soymakla kalmıyor, bir de arkasına koca bir kazık sokuyor! Bu defa başlamışlar, bunun "rahmetli (!) babası bundan çok daha iyi adamdı!" demeye...
* * *
Şimdi, iki ana muhalefet partisinden biri olan CHP'nin yeni kadrolarının durumuna ve MHP'nin bir türlü düzene oturtamadığı muhalefet politikalarına bakınca vatandaş bu fıkrayı hatırlamayacak mı zannediyorsunuz? Artık anlayın ki, bu millet geleni gördükçe gidenin arkasından rahmet okumaktan bıktı! Bilin ki, bu millet için bir "ümit" olamamakla en büyük günahı işleyen yine sizsiniz!
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Cumartesi, Aralık 18, 2010
Etiketler: Türkiye'de Siyaset ve Siyasi Kültürümüz

Posts Relacionados
Yorum Gönder