27 Şubat 2012 Pazartesi
Nedir bu "cari açık" meselesi?
Bu duruma örnek teşkil edecek konulardan biri de hiç şüphesiz, bugünlerde ülke gündemini ister istemez gelen "cari açık" meselesi.
İktidar partisinin ağzına bakıp; "şu kadar milyar dolarlık ihracat yaptık!" diyenleri iştahla alkışlayanlar, "peki, ne kadar ithalat yaptık" diye sormadıkları gibi, bunu soranlara da "fitne, fesat çıkaran adam" gözü ile bakıyorlar. Bu sebepten, bu meselenin basit bir muhalefet malzemesi olmadığını anlamak ve ihracat ve ithalat arasında giderek açılan ve adına "cari açık" denilen bu makasın ne olup ne olmadığına bir bakmak ve onu en öz şekli ile anlamak gerekiyor.
Ekonomik meseleleri rakamlara boğarak anlatmak yerine, onu halkın anlayacağı bir şekle sokarak anlatabilen nadir insanlardan biri olduğuna inandığımız sayın Ege Cansen, 1 Şubat 2012 tarihli Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde kaleme aldığı; "Cari açık herhalde kapanmaz" başlıklı makalesinde, konu ile ilgili ilginç hususların altını çiziyor.
Meseleye, "Ödemeler Dengesi" tablosunu izah ederek başlayan Cansen, iki kısımdan oluşan bu tablonun bir tarafında yer alan ve adına "Cari İşlemler Hesabı" denen kısmına, "ithalat, ihracat, turizm, taşımacılık" gibi işlerden elde edilen gelirlerin ve bütün bu faaliyetler için yapılan harcamaların, yani giderlerin yazıldığını, ayrıca yurt dışından yurt içine veya yurt içinden yurt dışına yapılan kâr, kira, faiz ve ücret havalelerinin de bu bölüme dahil olduğunu belirtiyor. Bu gelir ve giderler arasındaki fark fazla bakiye veriyor ise bunun adına "Cari İşlem Fazlası", şayet eksi bakiye veriyor ise de buna "Cari İşlem Açığı" denir, diyen Cansen, "Fazla veren olmazsa açık veren de olmaz" gerçeğinden hareketle, dünya ülkelerinin cari işlem fazlası ile cari işlem açıklarının cebirsel toplamının sıfır olması gerektiğini söylüyor.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Pazartesi, Şubat 27, 2012
0 yorum Etiketler: Türkiye'nin Ekonomisi

Posts Relacionados
25 Şubat 2012 Cumartesi
Suriye yakında Tunus gibi olabilir
Çoktan "halledilmiş" bir ülke olarak Tunus, "sırasını"(!) bekleyen Suriye yüzünden olsa gerek bugün gözlerden uzak bir vaziyette sessiz sedasız "yeni"(!) hayatına alışmaya çalışıyor. CIA devrimi ile devrilen Zeynel Abidin Bin Ali'ye kadar, onun liderliğinde nispeten müreffeh ve liberal bir hayat düzenine sahip olan Tunus'ta bugün "daha fazla özgürlük" ümidi, yerini korkuya bırakmış durumda.
İngiliz Independent gazetesinde yazan gazeteci Robert Fisk, "Poisoned spring: revolution brings Tunisia more fear than freedom"(*), yani; "Zehirli Bahar: devrim Tunus'a özgürlükten daha çok korku getirdi" başlıklı makalesinde ilginç saptamalar yapıyor.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Cumartesi, Şubat 25, 2012
0 yorum Etiketler: Dünyadan Haberler, Siyasal İslamcılık

Posts Relacionados
22 Şubat 2012 Çarşamba
Bana üstadını söyle...
Yani, öyle bir durumdayız ki, teşbihte hata olmaz dedikleri hesap; Osmanlı sadrazamına: "Yarabbi, şu Arabın aklını bir geceliğine bana ver de, hiç olmazsa rahat bir uyku uyuyayım!.." dedirten haremağasının verdiği akıllar gibi, yüzyılların biriktirdiği sorunları sanki bir anda çözüverecek sihirli cümleler, ardı ardına ülke gündemine düşüp durmakta!
Sonunun nasıl biteceğine kafa yormayanlar için her tür rüyayı hayata geçirmeyi mümkün kılan bu liberal düzen, "ah beni bir başbakan yapacaklardı ki..." diyenlerin dahi rüyasını gerçek kılabilirken, söz konusu biz olunca; liberal batının "taç giyen baş akıllanır" sözü pek geçerli bir sözmüş gibi görünmüyor.
Daha önceki bir makalemizde ele aldığımız "kinini din etmek" meselesinde altını çizmeye çalıştığımız hususlar, nihayet bizzat sayın büyüğümüzün ağzından da teyit edilmiş oldu. Atatürk'ün ünlü "Gençliğe Hitabe"sine alternatif olarak gördükleri anlaşılan ve "üstad" kabul ettikleri Necip Fazıl tarafından yazılmış bulunan bir yazıdan yaptıkları alıntı ile, onun; "Dininin, dilinin beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik..." sözlerini, düzenlenen bir telekonferans vasıtası ile kamuoyuna aktaran sayın başbakan, o cümlede geçen "kininin davacısı" ibaresinin ne anlama geldiğini de açıklasa iyi olurdu ama buna gerek görmedi.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Şubat 22, 2012
0 yorum Etiketler: 2. Cumhuriyetçiler, Siyasal İslamcılık

Posts Relacionados
16 Şubat 2012 Perşembe
Kurtuluş Savaşında Mustafa Kemal ve İttihatçılar
Milleti ile kendisi arasına hiç bir gücün girmesine izin vermediği gibi, birilerinin gücü ile başa geçmek kolaycılığına kapılmadan, sadece kendi fikirlerine ve kendi şahsiyetine dayanarak milletini nasıl selamete çıkardığının ipuçlarını da veriyor.
Bir takım güçler tarafından parlatılarak iktidar olabilen ve onlara söz verdikleri tavizleri yerine getirerek iktidarını sürdürebileceğini zannedenler için de büyük bir ders olacak bir şahsiyetin sahibi olan Mustafa Kemal ile İttihatçılar arasında yaşanan o tarihi hadiseleri, buyrun şimdi beraber okuyalım.
Mühür kimdeyse Süleyman Odur
MİT Müsteşarı'nın KCK şüphelisi olarak ifadeye çağırılması tartışmayı tam anlamıyla gün yüzüne çıkardı. Artık bir kulis fısıltısı değil. Başbakan'ın doğrudan talimatıyla hareket eden MİT Müsteşarı'na cezaevinin kapısını işaret eden irade Gülen cemaatine yakındır. Yani daha düne kadar cemaatle kol kola giren Başbakan şimdi onlarla kıyasıya bir kavganın içerisinde.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Perşembe, Şubat 16, 2012
0 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados
13 Şubat 2012 Pazartesi
Atatürk "İttihatçı" mıydı?
II. Meşrutiyet döneminde zirve yapan zihniyet ayrışması, politik bir çekişme boyutunun çok ötesine geçmiş ve tarafları, birbirlerinden "öç" almaya sevkedecek kadar ileri ve keskin bir düşmanlık boyutuna taşımıştı. Dönüp dolaşıp, 100 yıl sonra yine aynı noktaya geldiğimize ve "ittihatçı" sözcüğü yeniden siyasi lügatimize bir "suçlama" sözü olarak girdiğine göre, bu konuda tarihten küçük bir hatırlatma yapmak artık bir gereklilik oldu.
Osmanlının son dönemine damgasını vuran ve başlangıçta gizli bir dernek olarak kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası, yani bugünün Türkçesi ile; Birlik ve İlerleme Topluluğu (ya da partisi), iktidar olduğu dönemde yapıp ettiği işler ve Osmanlı imparatorluğunu I. Dünya Savaşına sokması ve bu savaşın sonuçları sebebi ile pek hayırla anılan bir parti olmamıştır.
Siyasi ve tarihi açıdan önemi ise, bir dönem gençliğinin özlem ve arzularını ifade eder bir mahiyeti olmasıdır. Fikri temelleri 1860'lara dayansa da, İttihad-ı Osmani Cemiyeti adı ile 1889' Mayıs'ında gizli bir cemiyet olarak kurulmuş olan bu teşkilatın kuruluş amacı, 39 maddelik tüzüklerinin birinci maddesinde: "Adalet, eşitlik, özgürlük gibi insan haklarını ihlal eden, bütün Osmanlıları ilerlemeden alıkoyan ve vatanı yabancı tasallutu altına düşüren yönetime karşı, İslam ve Hristiyan yurttaşlarını uyarmak" olarak tanımlanır.
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Pazartesi, Şubat 13, 2012
0 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados
8 Şubat 2012 Çarşamba
Dünya Karikaturistleri Gözüyle Wikileaks
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Çarşamba, Şubat 08, 2012
0 yorum Etiketler: Dünyadan Mizah

Posts Relacionados
2 Şubat 2012 Perşembe
Siyasal İslam var da Siyasal Hıristiyanlık yok mu?!..
Anlatmaya çalıştığımız şey, birbirine karşı konumlanmış iki dinden biri olan Hıristiyanlığın, İslam dinine, dolayısı ile "İslam alemi" olarak tanımlanan ve bilhassa "Orta Doğu"da yoğunlaşmış olan "Doğu Halkları"na hangi argümanlar üzerinden yaklaştığı ve düşünce sistematiğinin ne olduğudur.
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Perşembe, Şubat 02, 2012
2 yorum Etiketler: EmperyalisCemaatler ve Dinler arası Diyalogcular, Emperyalist Kültür ve Politikalar

Posts Relacionados