14 Haziran 2011 Salı
Master Plan: Türkiye
Dünyayı tek merkezden idare edilmeye müsait bir hale getirerek dev bir küresel "emperyalist imparatorluk" kurmak isteyen malum zihniyetin, uzun vadede ve sabırla dizayn ettiği planın hareket noktasını teşkil eden "Ortadoğu" coğrafyasında birdenbire(!) başlayan hareketlenme, 2006 yılında bizzat Condoleezza Rice'ın ağzından bütün dünyaya açıkça ilan edilen ve Ortadoğu'da bulunan yirmi küsur devletin sınırlarının değiş(tiril)eceği bilgisiyle uyumlu bir şekil arz ediyor.
Batı medyası tarafından "Arab Spring"(Arap Baharı) olarak tanımlanan ve Arap ülkelerinde sanki "kendiliğinden" ortaya çıkmış ve altında; sadece mevcut diktatörleri yıkarak yerine"Batı ile dost bir Ortadoğu demokrasisi"(Western-friendly Middle East democracies) kurmak ve böylece daha müreffeh, daha "özgürlükçü" ve daha "barışçıl"(!) bir Ortadoğu yaratmak özleminden başka bir şeyin yatmadığı iddia edilen bu sözde "halk hareketleri", bugünkü yazımızın konusu olmadığı için bu konuda bu kadarlık bir hatırlatmayı yeterli görüyoruz. Asıl ele almak istediğimiz konu ise, bölgede ortaya çıkan ve Suriye'yi de içine alarak genişleyen bu yangının, giderek Türkiye'ye de sirayet edip etmeyeceği hususunda duyulan endişelerdir.
Bu haklı "endişe"ye pek katılmadığımızı hemen belirterek söze girelim. Zira, adına G.O.P (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) ya da B.O.P (Büyük Orta Doğu Projesi) denilen bu malum projenin uygulanmasından sorumlu olanlardan birisi, şu an; aynı zamanda "Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanlığını" da yapmaktadır. O, kendisine verilen "eşbaşkanlık görevi"nin kendisine yüklediği "sorumlulukları" taşıyabilecek yeteneklere sahip birisidir ve aynı zamanda da, bu "yeteneği"nin, kendisini bu göreve uygun bulanlar tarafından sık aralıklarla "test" edildiğini bilecek kadar da zeki bir insandır. Bu sebeple, BOP projesine, "başbakanlık" düzeyinde bir "eşbaşkan" ile omuz veren Türkiye Cumhuriyeti'nin, BOP projesi ile uyumsuz bir tavır içinde olamayacağı aşikârdır. Ayrıca, işlerini sağlam tutarak; Türkiye'yi, kendisine tayin edilen bu rotadan çıkarabilecek kimi potansiyel güç odaklarından temizlemeyi de ihmal etmeyen BOP'çular, bu hususta, "ikiz kuleler" hadisesi vesilesi ile yürürlüğe koydukları "önleyici dava kardeşliği doktrini"ninden (Doctrine of Preventive Action) oldukça yararlanmışlar ve geliştirilmesini FBI'ın üstlendiği bu "doktrin"in "kursunu" vermek üzere Türkiye'ye gönderilen Amerikalı danışman savcı bayan Susanne Hayden'a, 2007 yılının Ocak ayında İstanbul Hakimevi'nde, sekiz ilin özel yetkili Başsavcı vekili ve Adalet Bakanlığı'ndan üç yetkili ile bir "çalıştay" düzenletmişler ve ardından da garip bir "tevafuk"(!) olarak, "Ergenekon Davası" adı ile daha şimdiden tarihe geçmiş olan "davalar zincirini", ardı ardına gelen operasyonlarla başlatmışlardır?!..
Bütün bunların yanı sıra, Türkiye'yi bu rotada tutmaya yarayacak ikinci bir sigorta olarak "mali kriz" kılıcının Türkiye'nin tepesine asılması da gerekli görülmüş ve bu "rotadan" çıkmaması koşulu ile Türkiye'nin "borç dinamiğinin" "sürdürülebilir" halde tutulabileceği ve katlanarak büyüyen "cari açık" riskinin (bedelini bilâhare ödetmek hakları mahfuz kalmak kaydıyla) uluslararası finans çevrelerince görmezden gelinebileceği, bu şekliyle "taahhüt" altına alınmış ve böylece "dümen" hedefe daha bir sabitlenmiştir.
Libya'yı kontrol altında tutacak NATO ana karargahı olarak İzmir'in seçilmesi, dünyanın en büyük ABD elçilik binasının İstanbul'da yapılmış olması (ikincisi Erivan'da...), T.C. Merkez Bankası başta olmak üzere diğer bankaların genel müdürlük binalarının başkent Ankara'dan İstanbul'a taşınmaya başlaması, "yeni Osmanlıcık" ve "ılımlı İslam" laflarının ortaya atılması, Arap ülkelerini allak bullak eden iç çatışmaların İstanbul'dan tezgahlandığına dair kuvvetli delil ve verilerin ortada olması, Kuzey Irak'ta kurulan "Kürt Devleti", "federasyon" tartışmaları, "Kürt Sorunu"(!) ve bütün bunların bir an önce hayata geçirilebilmesi için bir an önce yapılması "elzem" görülen "yeni anayasa" ve bütün bunları "onaylayan" "son" seçimimizin sonuçlarına bakarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin BOP'un amiral gemisi olarak görev yapmaya zaten hazır bir vaziyette olduğunu söylemekte bir beis olamayacağını ve bu bakımdan değerli vatandaşlarımızın, her ne kadar hemen burnumuzun dibine kadar gelip dayanmış da olsa, Ortadoğu'daki yangından endişe etmelerine mahal olmadığını ve "BOP'un eşbaşkanlarından biri"sinin de kendileri olduğunu söyleyen sayın başbakanımızın bu sözünde de "harbi" olduğunu, buna "palavra" diyenlerin sözüne de itibar edilmemesi gerektiğini, konunun önemine binaen sayın halkımıza böylece duyurmuş oluruz...
Batı medyası tarafından "Arab Spring"(Arap Baharı) olarak tanımlanan ve Arap ülkelerinde sanki "kendiliğinden" ortaya çıkmış ve altında; sadece mevcut diktatörleri yıkarak yerine"Batı ile dost bir Ortadoğu demokrasisi"(Western-friendly Middle East democracies) kurmak ve böylece daha müreffeh, daha "özgürlükçü" ve daha "barışçıl"(!) bir Ortadoğu yaratmak özleminden başka bir şeyin yatmadığı iddia edilen bu sözde "halk hareketleri", bugünkü yazımızın konusu olmadığı için bu konuda bu kadarlık bir hatırlatmayı yeterli görüyoruz. Asıl ele almak istediğimiz konu ise, bölgede ortaya çıkan ve Suriye'yi de içine alarak genişleyen bu yangının, giderek Türkiye'ye de sirayet edip etmeyeceği hususunda duyulan endişelerdir.
Bu haklı "endişe"ye pek katılmadığımızı hemen belirterek söze girelim. Zira, adına G.O.P (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) ya da B.O.P (Büyük Orta Doğu Projesi) denilen bu malum projenin uygulanmasından sorumlu olanlardan birisi, şu an; aynı zamanda "Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanlığını" da yapmaktadır. O, kendisine verilen "eşbaşkanlık görevi"nin kendisine yüklediği "sorumlulukları" taşıyabilecek yeteneklere sahip birisidir ve aynı zamanda da, bu "yeteneği"nin, kendisini bu göreve uygun bulanlar tarafından sık aralıklarla "test" edildiğini bilecek kadar da zeki bir insandır. Bu sebeple, BOP projesine, "başbakanlık" düzeyinde bir "eşbaşkan" ile omuz veren Türkiye Cumhuriyeti'nin, BOP projesi ile uyumsuz bir tavır içinde olamayacağı aşikârdır. Ayrıca, işlerini sağlam tutarak; Türkiye'yi, kendisine tayin edilen bu rotadan çıkarabilecek kimi potansiyel güç odaklarından temizlemeyi de ihmal etmeyen BOP'çular, bu hususta, "ikiz kuleler" hadisesi vesilesi ile yürürlüğe koydukları "önleyici dava kardeşliği doktrini"ninden (Doctrine of Preventive Action) oldukça yararlanmışlar ve geliştirilmesini FBI'ın üstlendiği bu "doktrin"in "kursunu" vermek üzere Türkiye'ye gönderilen Amerikalı danışman savcı bayan Susanne Hayden'a, 2007 yılının Ocak ayında İstanbul Hakimevi'nde, sekiz ilin özel yetkili Başsavcı vekili ve Adalet Bakanlığı'ndan üç yetkili ile bir "çalıştay" düzenletmişler ve ardından da garip bir "tevafuk"(!) olarak, "Ergenekon Davası" adı ile daha şimdiden tarihe geçmiş olan "davalar zincirini", ardı ardına gelen operasyonlarla başlatmışlardır?!..
Bütün bunların yanı sıra, Türkiye'yi bu rotada tutmaya yarayacak ikinci bir sigorta olarak "mali kriz" kılıcının Türkiye'nin tepesine asılması da gerekli görülmüş ve bu "rotadan" çıkmaması koşulu ile Türkiye'nin "borç dinamiğinin" "sürdürülebilir" halde tutulabileceği ve katlanarak büyüyen "cari açık" riskinin (bedelini bilâhare ödetmek hakları mahfuz kalmak kaydıyla) uluslararası finans çevrelerince görmezden gelinebileceği, bu şekliyle "taahhüt" altına alınmış ve böylece "dümen" hedefe daha bir sabitlenmiştir.
Libya'yı kontrol altında tutacak NATO ana karargahı olarak İzmir'in seçilmesi, dünyanın en büyük ABD elçilik binasının İstanbul'da yapılmış olması (ikincisi Erivan'da...), T.C. Merkez Bankası başta olmak üzere diğer bankaların genel müdürlük binalarının başkent Ankara'dan İstanbul'a taşınmaya başlaması, "yeni Osmanlıcık" ve "ılımlı İslam" laflarının ortaya atılması, Arap ülkelerini allak bullak eden iç çatışmaların İstanbul'dan tezgahlandığına dair kuvvetli delil ve verilerin ortada olması, Kuzey Irak'ta kurulan "Kürt Devleti", "federasyon" tartışmaları, "Kürt Sorunu"(!) ve bütün bunların bir an önce hayata geçirilebilmesi için bir an önce yapılması "elzem" görülen "yeni anayasa" ve bütün bunları "onaylayan" "son" seçimimizin sonuçlarına bakarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin BOP'un amiral gemisi olarak görev yapmaya zaten hazır bir vaziyette olduğunu söylemekte bir beis olamayacağını ve bu bakımdan değerli vatandaşlarımızın, her ne kadar hemen burnumuzun dibine kadar gelip dayanmış da olsa, Ortadoğu'daki yangından endişe etmelerine mahal olmadığını ve "BOP'un eşbaşkanlarından biri"sinin de kendileri olduğunu söyleyen sayın başbakanımızın bu sözünde de "harbi" olduğunu, buna "palavra" diyenlerin sözüne de itibar edilmemesi gerektiğini, konunun önemine binaen sayın halkımıza böylece duyurmuş oluruz...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Salı, Haziran 14, 2011
Etiketler: Emperyalist bir argüman olarak "Demokrasi", Türkiye'nin demokrasisi

Posts Relacionados
- İçeriden Fethedilen Kale: CHP (V)
- İçeriden Fethedilen Kale: CHP (III)
- Sihirbazın eline değil, perdenin arkasına odaklanın
- İçeriden Fethedilen Kale: CHP (IV)
- İçeriden Fethedilen Kale: CHP (II)
- İçeriden Fethedilen Kale: CHP (I)
- Kapitalist demokrasilerin sisteme sadık muhalefetini "bilişim devrimi" ile aşmak ve Beppe Grillo hareketi
- Emperyalist Demokrasi Güncellemeleri...
Yorum Gönder