Kendilerini "Kemalist" olarak tanıttıkları halde, ellerine teslim edilen vahayı cennete çevirmek varken bununla yetinmeyip sağda solda yayılacak mera arayanlar yüzünden içi hakkıyla doldurulamamış olan "müdafaai hukuk ideolojisi", böylece meydanı, usul usul, kimi "din tüccarı", parlak tüylü "mahsere cardınlarına"* ve Kürtleri haraca bağlamayı gözüne kestirerek yutkunup duran kimi "Kürtçü" ayakçılara terk etmiş oldu.
Bu milletin dinine sövmeyi Kemalizmin "amentüsü" sayanlar ile bunlara bakarak Atatürk'e sövmekle dinine sahip çıktığını zannederek, bu öfke ile din tüccarlarının kucağına oturanlar arasında baş gösteren bu guruplaşma, bir zamanlar emperyalist sömürgenlere yasaklanmış olan bu temiz yolu, bunların çamurlu çizmeleri ile kirletmelerine böylece yeniden fırsat vermiş oldu.
Bu makalede asıl üzerinde durmak istediğimiz husus, din adına Atatürk'e şuursuzca hakaret edenlerin düştükleri durumu ele almak ve bu uğurda kimlerle beraber olduklarını, Atatürk'e hakaret edip sevap(!) kazandıklarını düşünenlerin aslında kimlerin ekmeğine nasıl yağ sürmekte olduklarını kendilerine hatırlatmaktır.
Bu noktada, Müyesser Yıldız'ın "ERGENEKON'U TEZGAHLAYAN CIA AJANI KİM..?" başlıklı makalesinden bir alıntı ile konuyu açmaya başlayalım.
Bahse konu makalede tüyler ürperten müthiş bir paragraf var. Şunları aktarıyor bize o makalesinde Müyesser Yıldız:
"FP’nin “Yenilikçiler-Gelenekçiler” diye bölünmeye başladığı günler; yani 2000-2001 yılları. Abdullah Gül yenilikçilerin önderidir. O da Recep Tayyip Erdoğan da her gün yeni bir yabancı heyetle görüşür hale gelmişlerdir. Partili arkadaşları milletvekili Mehmet Bekaroğlu, ne yapmak istedikleri konusunda özellikle Gül’ü çok sıkıştırmaktadır. Açıklamalarından tatmin olmaz; öyle ki bir toplantıda isim vermeden şu suçlamalarda bulunur:
”Şimdi siz de ABD yollarına düştünüz… Yani bu millet, sizi bunun için mi prens yaptı? Siz fakir sofralarında kazandığınız onuru maalesef zengin sofralarında bıraktınız… Bunlar İttihat ve Terakki’nin prensleri gibi davranıyorlar… Onlar da İngiliz sefaretine gidip Osmanlı’yı jurnallemiyorlar mıydı? Bu arkadaşlarımız yaptıklarının ne anlama geldiğini biliyorlar mı?”
Tesadüf bu ya; ABD Büyükelçiliği’nden iki görevli, bir ABD araştırma kuruluşu uzmanı ile birlikte Bekaroğlu’nu Meclis'teki odasında ziyaret eder. Erdoğan’ı sorarlar: “Gerçekten değişti mi, ne kadar değişebilir?” vs. Bekaroğlu şaka ile karışık: “Ne o, Erdoğan’la iş tutmayı mı planlıyorsunuz? Mutemet adamlarınıza ne oldu?” diye sorar. Diplomatik cevaplar verilir. Asıl dertleri, Bekaroğlu’nun o günlerde düzenlediği bir basın toplantısında söylediklerinin ne anlama geldiğini öğrenmektir. O ziyaretçilerden biri şöyle der:
“Sözleriniz askerin, Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelmesini engellemek için ekonomik sıkıntıları, Apo’nun idamdan kurtarılması, Kıbrıs’ın elden gitme tehlikesi gibi konuları bahane ederek darbe yapıp yapmayacağı anlamına mı geliyor Askeri bir darbe mi bekliyorsunuz?”
Bu soruları soran kimdir biliyor musunuz? İşte o “Siyasi İşler Müsteşarı” sıfatlı John Kuntadter’dır!...
Sene 2000… “Darbe”yi soruyor… 2007’den beri “ETÖ”cüler niye toplanıyor “darbe” iddiasıyla!...
Mehmet Bekaroğlu’nun CIA‘cıya verdiği karşılığı da yazmam lazım. Şunları söyler: “Türkiye’de asker tek başına darbe yapamaz. Sizin ne diyeceğinizi merak eder, sizi arkasına almaya çalışır. Sorunuza cevap verebilmem için sizin ne düşündüğünüzü bilmem gerekir. ABD böyle bir darbeyi destekler mi?” CIA’cı yeniden diplomatik dile bürünür. ABD’nin hiçbir zaman askeri darbeleri desteklemediğini iddia eder; ama hemen peşinden ağzından şu sözcükler çıkar:
“Kemalizm, Türk halkının da dünyanın da önünde engeldir; artık güçlenmesine izin verilmemeli.”
Sene 2000. Bugün yerden yere vurulan ne: Kemalizm!... Bu kadar tesadüf olur mu birader?"
Buna ben de bir küçük bir ilavede bulunayım:
Kanal gezinirken adı Hilal Tv olan bir kanalda şahit olduğum manzara şu:
Kucaklarında tuttukları çalgılardan "müzisyen" oldukları anlaşılan "entel sanatçı" görünümlü üç kişiyi karşısına oturtmuş olan "tesettürlü" bir "bayan". Anlaşıldığı kadarı ile bu bayan, bunları hem siyaset konuşmak hem de müzik "yaptırmak" üzere stüdyoya konuk etmiş. Ben bunlara denk geldiğimde bu bayanın ağzından şöyle bir inci döküldü:
"Solcuların tamamını Atatürkçülükle suçlayamayız gerçi ama..."**
Vay be, Atatürkçü olmanın alenen "suç" sayılacağı o "özlenen günlere" çoktan "erişmişiz" de bizim haberimiz olmamış demek ki!..
* * *
Meselenin diğer bir yönü de Atatürk'e hücumun dayandırıldığı "dini gerekçeler"dir ki, onu da bir sonraki yazımızın konusu yapsak iyi olacak...
----------------------
(*) Mahsere cardını: Bunlar, adına "mahsere" denen tahin ve helva imalathanelerini kendilerine mesken tutmuş olan cardınlar(büyük sıçanlar)dır. Yaşadıkları yer icabı bol bulunan susam ve diğer yağlı yiyecekler ile beslendiklerinden tüyleri diğer hemcinslerinden hem daha parlak, cüsseleri ise daha bir besilidir. Bundan mülhem bizim Çukurova bölgesinde bu tipten adamlardan bahsedilirken; "aynen mahsere cardını gibi" deyimi kullanılır.
(**) Hilal Tv - 12.11.2011
Yorum Gönder