29 Haziran 2019 Cumartesi
Şehitlerine ve gazilerine sahip çıkmayan bir millet iflah olur mu?
Bir önceki paylaşımımızda alıntı yaptığımız o hatırattan, çok çarpıcı bulduğumuz yeni bir bölümü, önemine binaen sizlerle paylaşıyoruz. Buyurun:
Eski iktidara göre, Kuvâ-yı Milliyeci demek haydut, maceraperest veya reji devrindeki tütün kaçakçısı demekti.
Karakolun ilk mensuplarından Üsküdar Jandarma tabur mülhakı Atıf Bey, sonradan muhasebata murakıp(denetçi) olmuştu. Bir aralık bir işi oluyor. Kalburüstü milletvekillerinden birisi bu işle meşgul olmayı üstüne alıyor ve kendisinden tercüme-i hal(özgeçmiş) istiyor. Atıf veriyor.
Bir iki gün sonra aynı milletvekili tercüme-i hali iade ederek;
—Bunu değiştir, Kuvâ-yı Milliye bahsini çıkar, diyor.
Atıf hiddetle soruyor;
—Neden ?
—Malum ya, şimdi Kuvâ-yı Milliyecilik hoş görünmüyor, reji kaçakçısı gibi bir şey telakki ediliyor '
—Teşekkür ederim! Diyor, yürüyor.
İşte eski iktidar nazarında Kuvâ-yı Milliyeci demek bu idi.
Memleket hayat ve istiklâlinden sarfınazar (eden) bu efendiler, oturdukları yaldızlı, marokenli koltuklarını evvela bu Kuvâ-yı Milliyecilere borçlu olduklarını çoktan unutmuş bulunuyorlardı.
Benim tanıdığım Ömer Kaptan isminde bir arkadaş vardır. Memleket ufukları, Mütareke'nin kara karanlığıyla karardığı ilk günlerde silahını omuzlamış, bin bir cephede kıyasıya, ölesiye dövüşmüş ve en nihayet bir milis zabiti olarak müfrezesinin başında güzel İzmir'e ilk girenlerden olmuştu.
Kendisine verilen işgal mıntıkasında İzmir'in en ileri zenginlerinden adını açıklamak istemediğim bir Rum'un evi de vardı. Oraya girdiği zaman bir torbada dört bin altın, sayısı gayri malum tomarla dolar, drahmi ve büyük bir madeni kutu içinde ağzına kadar dolu mücevherat ele geçiriyor. Bunları alarak olduğu gibi büyüklerden birinin huzuruna çıkarıyor ve bütün safiyetiyle;
Devamını gör...
Eski iktidara göre, Kuvâ-yı Milliyeci demek haydut, maceraperest veya reji devrindeki tütün kaçakçısı demekti.
Karakolun ilk mensuplarından Üsküdar Jandarma tabur mülhakı Atıf Bey, sonradan muhasebata murakıp(denetçi) olmuştu. Bir aralık bir işi oluyor. Kalburüstü milletvekillerinden birisi bu işle meşgul olmayı üstüne alıyor ve kendisinden tercüme-i hal(özgeçmiş) istiyor. Atıf veriyor.
Bir iki gün sonra aynı milletvekili tercüme-i hali iade ederek;
—Bunu değiştir, Kuvâ-yı Milliye bahsini çıkar, diyor.
Atıf hiddetle soruyor;
—Neden ?
—Malum ya, şimdi Kuvâ-yı Milliyecilik hoş görünmüyor, reji kaçakçısı gibi bir şey telakki ediliyor '
—Teşekkür ederim! Diyor, yürüyor.
İşte eski iktidar nazarında Kuvâ-yı Milliyeci demek bu idi.
Memleket hayat ve istiklâlinden sarfınazar (eden) bu efendiler, oturdukları yaldızlı, marokenli koltuklarını evvela bu Kuvâ-yı Milliyecilere borçlu olduklarını çoktan unutmuş bulunuyorlardı.
Benim tanıdığım Ömer Kaptan isminde bir arkadaş vardır. Memleket ufukları, Mütareke'nin kara karanlığıyla karardığı ilk günlerde silahını omuzlamış, bin bir cephede kıyasıya, ölesiye dövüşmüş ve en nihayet bir milis zabiti olarak müfrezesinin başında güzel İzmir'e ilk girenlerden olmuştu.
Kendisine verilen işgal mıntıkasında İzmir'in en ileri zenginlerinden adını açıklamak istemediğim bir Rum'un evi de vardı. Oraya girdiği zaman bir torbada dört bin altın, sayısı gayri malum tomarla dolar, drahmi ve büyük bir madeni kutu içinde ağzına kadar dolu mücevherat ele geçiriyor. Bunları alarak olduğu gibi büyüklerden birinin huzuruna çıkarıyor ve bütün safiyetiyle;
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Cumartesi, Haziran 29, 2019
0 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados
28 Haziran 2019 Cuma
Hangi "Türkler" ?..
Kökü ne kadar derinlere iniyordur, onu şu an bilemiyorum fakat, Türkiye'nin önünü tıkayan bir "insan tipolojisi" var ki, ben bunu tanımlamak için, bundan on yıl önce 'HÜRRİYET VE İTİLAF" PARTİLERİ başlığı altında, konu ile ilgili ilk makaleyi yayınlamıştım.
Sonrasında gazeteci Rıza Zelyut, "AKP'nin atası: Hürriyet ve İtilaf" başlıklı makale yayınladı; onu da önemine binaen olduğu gibi bloğuma aldım.
Son olarak YENİBAHÇELİ ŞÜKRÜ BEY'İN HATIRÂLARI adlı kitapta rastladığım aşağıdaki satırlar, bu konudaki hassasiyetimin yersiz olmadığı konusunda beni iyiden iyiye ikna etti. Öyle ki, son günlerde sıkça duyar olduğumuz "dış güçler" sözü yerine, önceliği "hangi Türkler?." konusuna tanırsak, zannederim daha iyi ve daha hayırlı bir iş yapmış olacağız... Şimdi buyurun, beraber bakalım Şükrü beyin yazdıklarına...
Devamını gör...
Sonrasında gazeteci Rıza Zelyut, "AKP'nin atası: Hürriyet ve İtilaf" başlıklı makale yayınladı; onu da önemine binaen olduğu gibi bloğuma aldım.
Son olarak YENİBAHÇELİ ŞÜKRÜ BEY'İN HATIRÂLARI adlı kitapta rastladığım aşağıdaki satırlar, bu konudaki hassasiyetimin yersiz olmadığı konusunda beni iyiden iyiye ikna etti. Öyle ki, son günlerde sıkça duyar olduğumuz "dış güçler" sözü yerine, önceliği "hangi Türkler?." konusuna tanırsak, zannederim daha iyi ve daha hayırlı bir iş yapmış olacağız... Şimdi buyurun, beraber bakalım Şükrü beyin yazdıklarına...
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Cuma, Haziran 28, 2019
0 yorum Etiketler: "Milli Birlik" Yazıları

Posts Relacionados
10 Haziran 2019 Pazartesi
"Milliyetçi-Muhafazakârlığın" Ahlâkla İmtihanı
Her fırsat düştüğünde tekrar etmekten bıkmadığım sözdür;
Bu ülkede "partili olmak", ilke ve prensipler doğrultusunda çalışmak değil, lidere koşulsuz şartsız biat ederek "parsadan pay kapmak" olarak anlaşıldığı ve liyâkata göre görev tevdiî yerine, "makama talip olma" adapsızlığına rağbet edildiği için, bugüne kadar herhangi bir partinin taraftarı olmadım ve kendime böyle bir çatı altında yer aramadım. Fakat bu durumu, haklı olanın yanında durmaktan kaçınmayı gerektirecek kadar da ileri taşımadım.
Sadede gelecek olursak; adı etnik terörle anılan bir çetenin uzantısı olduğu bizzat kendi idarecilerince dahi muhtelif zeminlerde, defalarca ikrar edildiği halde, yıllardır bir "siyasi parti" olarak devletin her türlü yardımından yararlanmaya devam eden bir "parti"nin, danışıklı ve kanlı bir "siyaset"in belirleyici bir ögesi olmaya devam etmesinin mevcut siyasi sistemin elemanları tarafından da ısrarla istendiği anlaşılıyor, hatta bulunduğu noktada tavizsiz bir şekilde "fonksiyonunu icra etsin diye" sistemin diğer elemanlarından açıkça destek görüyor!
Devamını gör...
Sadede gelecek olursak; adı etnik terörle anılan bir çetenin uzantısı olduğu bizzat kendi idarecilerince dahi muhtelif zeminlerde, defalarca ikrar edildiği halde, yıllardır bir "siyasi parti" olarak devletin her türlü yardımından yararlanmaya devam eden bir "parti"nin, danışıklı ve kanlı bir "siyaset"in belirleyici bir ögesi olmaya devam etmesinin mevcut siyasi sistemin elemanları tarafından da ısrarla istendiği anlaşılıyor, hatta bulunduğu noktada tavizsiz bir şekilde "fonksiyonunu icra etsin diye" sistemin diğer elemanlarından açıkça destek görüyor!
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Pazartesi, Haziran 10, 2019
0 yorum Etiketler: Emperyalist bir argüman olarak "Kürtçülük", Siyasal İslamcılık, Türkiye'de Siyaset ve Siyasi Kültürümüz

Posts Relacionados
2 Haziran 2019 Pazar
Hangisi: Kardeş mi, arkadaş mı?
Her fırsat düştüğünde tekrar etmekten bıkmadığım sözdür; "Tarih okumalarında hatırat ve biyografilerin müstesna bir yeri vardır". Bugün bunun bir örneği ile daha karşınızdayım.
Osmanlının son döneminde dünyaya gelip, cumhuriyetin ilk döneminde hayata gözlerini yuman bir nesle ait iki kişi; biri şair, yazar, yayıncı Yusuf Ziya Ortaç, diğeri de onun çağdaşı Halit Ziya Uşaklıgil...
Yusuf Ziya'nın 1963 yılında yayınlanmış, "Bir varmış, bir yokmuş: Portreler" adı altında derlediği anılar sayesinde okuma şansı bulduğum hikayelerden birini buraya alarak, sizlerle paylaşmak isterim. Zira beklenmedik bir anda ve umulmadık bir anda ağızdan öyle sözler çıkar ki, duyduğunuzda, bunun nesilden nesile aktarıla aktarıla adeta genetik bir halmış kimi endişe ve kaygıların bir tezahürü olduğuna istemeden şahitlik etmiş olursunuz. Bu anlatılanlar da böyle bir şey işte...
Buyrun:
Devamını gör...
Osmanlının son döneminde dünyaya gelip, cumhuriyetin ilk döneminde hayata gözlerini yuman bir nesle ait iki kişi; biri şair, yazar, yayıncı Yusuf Ziya Ortaç, diğeri de onun çağdaşı Halit Ziya Uşaklıgil...
Yusuf Ziya'nın 1963 yılında yayınlanmış, "Bir varmış, bir yokmuş: Portreler" adı altında derlediği anılar sayesinde okuma şansı bulduğum hikayelerden birini buraya alarak, sizlerle paylaşmak isterim. Zira beklenmedik bir anda ve umulmadık bir anda ağızdan öyle sözler çıkar ki, duyduğunuzda, bunun nesilden nesile aktarıla aktarıla adeta genetik bir halmış kimi endişe ve kaygıların bir tezahürü olduğuna istemeden şahitlik etmiş olursunuz. Bu anlatılanlar da böyle bir şey işte...
Buyrun:
Devamını gör...
Gönderen A. Hüsnü Sezgin zaman: Pazar, Haziran 02, 2019
0 yorum Etiketler: Tarihten hatırlatmalar

Posts Relacionados