Tarihe "31 Mart Vak'ası" olarak geçen ve II. Abdülhamid Han'ın halli ile sonuçlanan hadise, bu konuya ilgi duyanların malumudur. İçerisinde bugün bile birçok karanlık nokta barındıran bu hadisenin içinde yaşamış tanıklarından emekli paşa Mustafa Turan'ın "Elli Beş Yıldır Esrarı
Milletten Gizli Kalmış Olan Taş Kışlada 31 Mart" başlığı ile 1964 yılında yayınladığı hatıratı, bu konuda birçok karanlık noktaya ışık tutuyor. İnsanımıza "irticai bir ayaklanma" olarak sunulan bu karanlık olayın kendisinden sonraki tarihi nasıl şekillendirdiği başlı başına bir yazı dizisini hak edecek kadar önemli hiç şüphesiz ki.
Fakat biz burada, bu hatırat sayesinde, olayların tam göbeğinde yer alan Enver Paşa'nın o günkü tutum ve davranışlarının da ilginç bir şekilde bu vesile ile tespit edildiğini görüyoruz. Maksadımız yine aynı; onu Mustafa Kemal ile mukayeseye kalkışarak, M. Kemal'i milletin gözünden düşürmeye çalışanların bu uğurda sarf ettikleri gayretlerin ne denli temelsiz olduğunu ortaya koymak. Adaleti kısaca "eşyayı ait olduğu yere koymak olarak" tanımlarlar eskiler. Bizim de yapmaya çalıştığımız bu. Şimdi geçelim ilgili kitaptan alıntıladığımız o bölümü okumaya:
"11 Nisan Cumartesi günü şafakla başlayan çarpışmada öğleye doğru Harbiye’den atılan top mermileri ile ön nizamiye kapısıyla ikinci katın bir kısmı yıkıldı. Biraz
sonra da, Harbiye cihetindeki numune bölüklerinin bulunduğu
koğuşlar baştan başa yıkıldı, bütün efradı enkaz
altında can verdi. Çarpışma fasılasız ikindiye kadar devam etti. Beri
tarafta Beyoğlu topçuları Harbiye’deki topçularla çarpıştı.
Bir aralık yedinci alay kumandanı İsmail Hakkı
Bey avcılara, yapmayın etmeyin diye mani olmak istediyse de
muvaffak olamadı. Bizleri çağırdı, "oğlum şu beyaz çarşafı bir sırığa bağlayın üst kat pencerelerinden birinden
teslim bayrağı diye sallayın belki sükunet bulurlar
da çarpışmayı yatıştırmış oluruz", dediğini yaptık
hakikaten silah sesleri sustu, kumandan derhal bir yazı yazdı ve arkadaşımız yüzbaşı Hikmet’le karşı tarafa
gönderdi, her şey mayna olmuştu...
Yıkılmış olan nizamiye kapısının enkazı arasından
elinde tabanca Hürriyet kahramanı binbaşı Enver Bey
on kadar arkadaşı yanlarında kıyafetlerinden Bulgar çetecileri olduğu anlaşılan acayip kıyafetli kalabalık
kışla avlusuna geldiler. Enver Beyin yanında, uzun boylu sarı seyrek sakallı Makedonya İhtilal Komitesinin
Reisi, meşhur Sandaneski vardı.
İlk iş, sağ kalabilen avcıları silahtan tecrit edip süngüIediler. beri tarafta kumandan İsmail Hakkı Bey Enver Beye "oğlum gazanız mübarek olsun avcılara söz anlatamadım, dün yemin
ettikleri halde gece cephaneliği kırmışlar bu fecaate
sebebiyet verdiler, meram anlatamadım" (deyince) Enver Bey
ansızın üzerine yürüdü ve sille tokat vurup kumandanın
sakalını yoldu. Kumandan bir an içinde kükredi
kan boğacak gibi bir hal aldı ve "seni utanmaz alçak" diye
Enver Beyin yüzüne tükürdü. Enver Bey
ansızın üzerine yürüdü ve sille tokat vurup kumandanın
sakalını yoldu. "Sen askerliğin şeref ve
namusunu tanımayan bir insan olduğunu bu hareketinle
ispat ettin, yazıklar olsun sana ki bir Türk zabiti üniformasını
taşıyorsun. Askerliğin en alçak bir ferdi imişsin ki, düşmanlarımızın karşısında bana bu şerefsizliğini
gösterdin, askerlikte değil dindaşın, düşman askeri bile
olsa teslim olduktan sonra böyle bir muamele yapılamaz.
Ben senin kanından, dininden şüpheliyim. Eğer
kanında bozukluk olmamış olsaydı Bulgarları göstererek
bunların karşısında kendi milliyetini ayaklar altına
alıp böyle şerefsiz bir harekette bulunmazdın" dedi ve sarsıldı, kendini kaybetti.
Bulgarlara karşı müstahak olduğu cevabı yüzüne çarpan babası yaşındaki değerli bir Türk kumandanını verdiği bir emirle çarıklı Bulgar çetecilerine üç zabit arkadaşı ile beraber kışla avlusunda kurşuna dizdirdi. Sandaneski’ye dönüp, "hak etmedi mi" diye söylendi.
Teslim olan askerler silâhlarından tecrit edildikten
sonra koğuşlara kapatıldılar, birer birer çağrılıp süngülenip
öldürüldüler. Kışla avlusunda cesetler yığılmış
bir mezbaha halinde idi. Sağ kalabilenleri bölük yapıp
istihkâm erleri ile kazma kürekleri ellerinde olduğu halde
halen Taşkışla’mn karşısında Dağcılık Kulübünün
tenis kortu olan binanın üst tarafındaki Sürp Agop mezarlığında(*) açtırdıkları çukurlara kendi yavrusunu yiyen
canavarlar gibi ölen arkadaşlarımızı süngü tehdidi
altında bizlere gömdürdüler. Orada 31 Mart'ın kütle halinde gömülen suçsuz kurbanları yatmaktadır. Tarihçiler, 31 Mart'ın hakiki cephesini yazmak isteyenler orasını
eşelesinler en doğru vesikaları, dokümanları orada
bulacaklardır.
Taşkışla’da gördüğümüz facia orta çağ engizisyonunda
bile görülmeyen korkunç fecaatti. Bu kahraman-ı hürriyet türedisi Taşkışla’da Türk askerlerine
her türlüsünü gösterdi. Hürriyet için kızılca kıyamet kopardığını
zanneden Enver Bey bizi tarih sahnesinden
silmek isteyen düşmanları arkasına taktı, onlara süngületti,
kurşunlara dizdirtti, bu kabadayılığı bari kendi
yapsaydı öldürttüğü askerlerin ana ve babalan evlâtlarımız
şehit oldu diye ona lânet okumazlardı. Öldürülenler
davacı olmasa bile tarih onun davacısıdır. Ne yazık
ki vatanın müdafaası için evlâtlarını askere göndermiş olan birçok anne ve babalar onların yollarını senelerce boş yere beklediler. 3l Mart faciasının bu talihsiz meçhul
kurbanları bir Müslüman mezarlığına bile gömülemediler, Sürp
Âgop Ermeni mezarlığında eridiler.(1)
Taşkışla faciası bu halde iken Bulgar çete reisi Sandaneski
efradını toplayıp Enver Beyle beraber Yıldız Sarayını
bastılar. Osmanlı hanedanının 600 seneden beri
saltanat sürdüğü bir tarihi hiçe sayarak AbdüIhamid’in
sarayını Bulgar eşkıyalarına yağma ettirdi. Fesatçılar
kararlarından Sultan Hamid’i tahtından indirmek ve
Yıldız’daki hazineyi elde etmek için 31 Martı yaratmışlardı.
Saray yağma edildi, fakat hazineyi bulamadılar, baş musahip Cevher Ağayı yakaladılar, türlü işkence
yaptılar, sadakat gösterdi, velinimetine ihanet edemiyeceğini
yuzlerine karşı bağırdı, boynuna ip takıp astılar,
bu sefer ikinci musahip Nadir Ağayı tuttular, asılı olan
Cevher Ağanın ölüsünü gösterip hazinenin yerini göstermezse aynı akibete uğrıyacağını söylediler, yapılan
işkenceye dayanamadı gizli hazinenin yerini gösterip
canını kurtarmıştı.
(Nadir Ağa Göztepe’de komşumuzdu, fazla ketum
olmasına rağmen 31 Martın dert ortağı olduğu için hazine
hadisesini kendisinden dinledim).
Sultan Hamid’in 31 Mart vak’asında zerre kadar
alakası bulunmadığı ve gösterdiği hüsnüniyet ve bitaraflığına
rağmen hadiseler aleyhine tecelli etti, gözlerinin önünde saray ve millet için sakladığı hazinesinin
Bulgar, Sırp, Rum olan Türk düşmanları tarafından soyulup talan edilmesi sonradan hanedan damadı ve
başkumandan vekili olan Enver Paşa’nın da katıldığı
marifetler cümlesindendir.
(..)
Ne yazık ki Yıldız yağmasında
Cemiyetin umduğu gibi eline hiçbir şey geçmedi. Enver
Bey emrinde bulunduğu Şevket Turgut Paşa müfrezeleri ile
Taşkışla’yı kana boyadıktan sonra, Yıldız’da da
bu marifetleri gösterdi.
Türk ordusunun değerli kumandanlarından olup
41 sene orduda şanı şerefli vazife görmüş olan Ferik Memduh Paşa’ya da ağır hakaretlerle belinden kılıcını
sokup, hareket ordusu kumandanlığına göndermiş, bu hali gören hareket ordusu kumandanı Mahmut Şevket Paşa’nın çok canı sıkılmış, Paşa’nın kılıcını iade ederek özür dilemişti.
Keza çok mert ve namuslu bir asker olan Müşir
Tahir Paşa’ya da ayni muameleyi yapmış, onu da turlu
hakaretlerle Harbiye nezaretine göndermişti. Kraldan
ziyade kral kesilen bu Hürriyet kahramanının ölçüsüz taşkınlıklarına mani olunamamış, sadece Mahmut Şevket
Paşa kendisini azarlamakla iktifa etmişti."
(Mustafa Turan - Elli Beş Yıldır Esrarı Milletten Gizli Kalmış Olan Taş Kışlada 31 Mart – s.72-73-74-75)
----
(*) Söz konusu mezarlığın yerinin bugün Taksim/Elmadağ'da bulunan Divan Otelinin yerine tekabül ettiği söyleniyor. (AHS)
(1) Bugün, o Ermeni mezarlığının da yerinde yeller
esmektedir... Bu, tarih çukurunda neler gizlidir
neler?!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder