25 Ocak 2016 Pazartesi

Hayat - ölüm sarmalında insan




“İki kapılı bir han” olan dünyaya her gün binlerce yeni konuk geliyorken, binlercesi de bir diğer kapıdan uğurlanıyor. Bu “uğurlamala”lar da ölen insanın dünyadaki “statü”süne göre ya “görkemli” ya da “mütevazi” oluyor. Ki, esasen bilhassa “bu uğurlamaların” nasıl olacağı, kişinin kendi inisiyatifine de bırakılmıyor; insanlar kendiliğinden bu işin nasıl olması gerektiğine “naturaları gereği” otomatikman zaten karar veriyorlar. Neyse, zaten asıl konu bu değil ama konuyu “ete kemiğe bürünüp Yunus deyû görünen” ve “ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil” diyenin kendi hakkındaki şu dileği ile noktalayalım:

Bir garip öldü diyeler,
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuğalar
Şöyle garip bencileyin


* * *

Evet, ölümün aslında “geride kalanlar” bakımından zor olduğunu biliyoruz da onun insanlar için bir “hak” olduğunu, onun Allah’ın insanlara verdiği bir “söz” olduğunu, Allah’ın da “verdiği her sözü yerine getiren” olduğunu çoğu zaman unutuyoruz.


“Doğan ölür, yaşayan görür” darb-ı meseli ile de ortaya konduğu gibi, “inanan insan” açısından çok da “sürpriz” olmayan bu gerçekliğe yine “inanan insan” açısından baktığımızda gördüğümüz şey şudur ki; Allah, ilk insan olan Adem’e önce “kıvamlı bir çamur”dan şekil vermiş, yani onu önce bir cisim haline getirmiş, sonra da “kendi ruhundan bir parça”ya emrederek “git o bedene gir ve onu “canlandır/can kat” demiş, “ruh” da O’nun bu emrine uyarak gidip “beden”e girmiş, fakat girdiği o yerde “bunalıp daraldığı için” daha fazla duramayarak “çabucak” yeniden ait olduğu yere, yani Allah’a geri dönmüştür. Allah ise ruhun bu halini anlayışla karşılayarak ona: “Endişe etme, sen orada kalıcı değilsin, yine bana dönücüsün. Şimdi oraya geri dön ve ben seni çağırıncaya kadar da orada kal” demiş, ruh da Allah’ın kendisine verdiği bu “söz” üzerine “beden”de “geçici bir müddet” kalmayı kabul etmiştir. Şimdi, bu konuda İslam alimlerinden Gazzalî diyor ki:

“Sizin hepiniz şu anda ana karnında, o karanlık yerde 9 ay bir hayat geçirdiğinizi biliyorsunuz. Fakat ben size şimdi desem ki, “içinizden kaç kişi oraya geri dönmek ister?..”, eminim, hiç kimse bu soruya olumlu cevap vermeyecektir. Halbuki, hepimiz de biliyoruz ki, biz orada şu veya bu şekilde, uzun ya da kısa bir hayat sürdük!.. İşte, dünya hayatı da bir nevi böyledir. Ölümle beraber yeni bir boyuta geçtiğinizde belli bir süre kaldığınız o dünyaya bakacak ve hayretler içerisinde: “Ben böyle bir yerde nasıl yaşayabilmişim ki?..” diyeceksiniz..."

Şimdi, tabii bunları bize bu tür örneklerle anlatan insanlar, “beden nimeti”ni dünyada iken en doğru şekilde kullanarak, “bu sayede” ruhlarını disipline edebilmiş ve bu sayede henüz hayatta iken “başka boyutları gözlemleme seviyesine” çıkabilmiş insanlardır. Çünkü, “beden-ruh ikilisi”ni yaratan kudret, onun doğasına bu “cevher”i koymuştur. Dileyen onu bulur, çıkarır ve işler. Zaten şu söz de bu gerçeği vurgulamak içindir: “Allah, ilmi dileyene, zenginliği ise dilediğine verir”.

Bu konuda söylenecek daha nice önemli sözler varsa da, hem okuyanı sıkmamak, hem de konu vaki olan bir Emr-i Hak vesilesi ile açılmış olduğu için maksadın dışına taşmamak adına konuyu burada noktalamak gerektiğini düşünüyor ve sözlerime, “ölüm” konusuna: *

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde,
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.


mısraları ile yaklaşan merhum şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın bu dizeleri ile son veriyorum.

Ne mutlu “rint”çe bir hayat sürenlere ve ne mutlu rint bir insan olarak bu dünya hayatını noktalayabilenlere...

Allah’ın rahmeti ile muamele görmeye layık bir insan olarak yaşayabilmek ve öyle ölebilmek ümit ve duası ile...

Merhuma Mustafa Koç'a da bu vesile ile Allah rahmet eylesin ve taksiratını affetsin diyor, ailesine ve sevenlerine başsağlığı dilerken, dünyanın bir gerçeği olan bu tabii ölüm hadisesini bu memleketin asker ve polislerinin gencecik yaşlarında meş'um bir proje(BOP) uğruna 
her gün üçer-beşer toprağa düştüğü bir zamanda olduğundan fazla abartan "mütareke medyası"nı ise ibretle izliyorum.



0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.