14 Temmuz 2014 Pazartesi

Osmanlı döneminde Müslüman Türk tebaanın çaresizliği



Bu resim, değerli yerel tarihçi Cezmi Yurtsever'in bloğundan alınma bir resimdir ve daha hemen yazımızın başında bu resim için "Osmanlılar içinde İslamların özellikle Türklerin ne kadar çaresiz kaldıklarının resmidir" desek hiç de yanlış olmayacaktır.

Bilgiyle değil hissiyle hareket edenlerin Osmanlılar hakkında en ufak bir eleştiriye dahi tahammül edemediklerini bilenlerdeniz. Epey bir zamandır, "eleştirmek", o kafa için "kötülemek" ile eş anlama geliyor. Halbuki, iyisi ile, kötüsü ile, geride kalmış bir tarihten bize akseden nedir, bunu bilemedikten sonra tarih kuru bir avuntudan ibaret, içi boş bir hayaller manzumesidir ve kimseye de bir faydası da yoktur. 

Bu anlamda, 1909 yılında Tanin gazetesi adına muhabir Ahmet Şerif'in o tarihte vuku bulan Ermeni kalkışmasından hemen sonra Çukurova'ya gelmesi ve o vesile ile gittiği Adana'ya bağlı Feke kasabasında gördüklerine dair tuttuğu notlar, bölgede Osmanlı tebaası olarak yaşayan Müslüman Türkmenler ve Hristiyan Ermeniler arasındaki derin uçurumu gözler önüne sermekte ve bilhassa Müslüman Türk tebaanın içler acısı perişanlığını bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. 

Böyle bir tarihi belgeyi bulup paylaştığı için sayın Cezmi Yurtsever beye gıyaben de olsa teşekkür ederek bu ibret vesikasını görüş ve dikkatlerinize sunuyorum: 

"Avşarlar Toroslarda 


Mart’ın 19. on dördüncü günü sabahleyin saat dokuzda Feke’ye doğru Sis’ten hareket ettim. Sabah ayazı pek şiddetli idi. Her ne kadar yamçıma(bir nevi pelerin/ahs) bürünüyorsam da hiçbir faydası olmuyordu.

Hareketten bir saat sonra dağların içine girdik ve yükselmeye başladık. Yolumuz korkunç manzaralı dağların ormanların arasında dereler içinde devam ediyor. Bazen iniyor bazen tepeleri tırmanıyorduk. Pek nadir olarak rastlanan üç beş kulübeden başka hayata işaret edecek hiçbir eser görülmüyordu. Bu vahşet manzaraları karşısında bu hayatın bittiği zan olunan yerlerde yalnız devam eden çam ormanları ve bunların arasında uçuşan ötüşen kuşların ruhu okşayıcı nağmeleri biraz teselli veriyordu.

Kar ancak dağların tepelerinde vardı. Ve artık erimeye başladığından her taraftan su sızıyor, dereler akıyordu. Bulunduğumuz noktaya göre Feke pek yakın gibi göründüğünden bir iki saatte varacağımızı zannettimse de yol yürüdükçe uzadı ve ancak saat on buçukta Feke’nin tepesinde bulunduğu dağın dibine varabildik. Buradan Feke’yi görmek için insanın başını epeyce kaldırarak havaya bakması gerekiyordu. Çünkü Feke tam tepededir. Yolun meydana getirdiği beş on virajı dolaşa dolaşa bir saatte Feke’nin kurulduğu tepeye çıktık. Sis’ten on sekiz saat hesap edilen ve iki günde gelinebilen Feke’ye biz bir günde on dört saatte varmayı başardık. Feke’de han yahut misafir kabul eden diğer bir yer olmadığından kenardaki kahvehanede barınmak fikriyle hayvanı oraya sürdük. Fakat üzüntü ile belirtmek gerekir ki, henüz on saat bir buçuk olduğu halde kahvehane kapanmıştı. Biraz beklemeden sonra kahveci geldi ve yatak filan getirerek bir köşede bana yer yaptı, sobayı da yaktı.

Kazanın genel durumunu bilenler köylülerin pek fakir ve arazinin ziraate uygun olmadığını, bazı arızalı yerlerde açılan tarlaları hayvanla sürmek mümkün olmadığından  gayet yumuşak olan toprağın üzerinden üç beş defa keçi sürüleri geçirilerek tohum atıldığını ve bu tarlalardan bir daha ürün alabilmek için birçok senelerin geçmesi lazım geldiğini, çok defa bire üç derecesinde ürün alındığını, bazen tohumun da mahvolduğunu söylüyorlar.

Bugün ekmek bulamayarak çam kabuklarını kurutup gıdalanan köylüler pek çoktur. On sekiz bin kadar tahmin edilen genel nüfusun oturduğu köylerde okul adına bir şey yoktur, bir köy ayrı, ikişer üçer ev olmak üzere, iki üç saatlik bir mesafeye dağılmış olduğundan uygun yerlerde okul yapılması da pek güçtür. Cehalet bütün ağırlığı ile kalplere ruhlara hakimdir. Bir yerde cehalet bu kadar genel, tabi bir durumda bulundukça orada hayatı sefil yapan sebepler var demektir.

Feke’de biri İslam biri Ermenilere ait, diğeri Protestan mezhebine girenlere mahsus üç okul olduğunu söylediler. Evvela en yakın olan İslam okulu denen yere gittim. Ufak bir oda , içinde erkek,kız otuz kadar çocuk. Bu çocuklar ile hoca yerin darlığı sebebiyle o kadar sıkışmışlar ki, adeta bir vücut haline gelmişler. Okul bilgi yerine pis koku yayıyor. İki yüz kuruş aylığı olan hoca efendi pek aciz bir adamdır. Çocuklar kendisi ile oynar, sakalını çekerler o da evin hizmetlerini çocuklara gördürür. Toprak olan damın üzerine “lo”(doğrusu "loğ" olmalı / ahs) denilen silindir taşı onlara çektirir. Kendisinin doğru imla yazdırmaya bir parça okumaya gücü yoktur. 

Vali beyin vilayeti dolaşması sırasında Feke’ye gelişinde çocuklar bir dilekçe düzenleyerek vermişler, maarif müdürü de beraber olduğundan buraya iyi bir okul yapılması vaad olunmuş. İslam okulundan çıktıktan sonra tepede kurulu olan Ermeni Protestan okuluna gittim. Okul binası övülmeye değer değilse de herhalde ötekinden iyidir. Erkek ve kız altmış öğrencisi vardır. Erkek öğretmen Protestanların vaizi olup, fahri olarak hizmet ediyor. Kızlarında ayrıca bir kadın öğretmenleri vardır. Burada İncil Türkçe okutuluyor. Çocuklar Türkçe parçaları iyiden iyiye okuyorlar. Yalnız okumak için eski bir okuma kitabı seçilmiştir. Okulda Türkçeden başka İngilizce de öğretiliyor. İngilizceyi bilmem, fakat Türkçede çocuklar bizim okuldakilerden ileridirler. 

Okulun karşısında yeni açılan bir Protestan kilisesini de ziyaret ve yol gösteren öğretmen efendiye teşekkür ettikten sonra Ermenilerin okuluna gittim. Burada da kız, erkek elli, altmış çocuk var. Kızlar bir kadın öğretmenin idaresindedirler. Çocuklardan birine Türkçe kitaptan bir parça okuttum. Hiç düşünmeyerek okudu. Bu okulun öğrencileri Türkçede İslam okulunun hoca efendisine öğretmenlik edebilecek güçtedir. Okuldan üzgün olarak çıktığımı itiraf ederim. Çünkü bu ziyaret Osmanlılar içinde İslamların özellikle Türklerin ne kadar çaresiz kaldıklarını pek iyi gösteriyor ve geleceği yapacak neslin de sönük bir halde yetiştirildiğini ibret olacak şekilde gösteriyordu." (*)

* * *

Peki, durum bu iken kendisine hiç bir şey verilmediği halde kendisinden hep çok şey istenmiş olan Türk milletinin kaçta kaçı kendisini yüzyıllar boyu sürmüş bu zilletten kurtaranlara karşı bir vefa hissi ile doludur? Bunu da merak eden çıkarsa fazla zahmete girmesin ve mevcut siyasi tabloya baksın, o tablo kendisine çok şey anlatacaktır!

...






  

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.