14 Mayıs 2014 Çarşamba

Barış varsa niye bu çocukları götürüyorlar?


"Bizim çocuklarımızı gasp etmişler. 15 yaşındaki çocuğun yaşı hata çağıdır. Her an hata yapabilirler. Onun ne iradesi olabilir ki anne ve babasının velayeti altındadır. Askerlik çağı 20 yaştır. Onu alıp asker gibi alıyorlar. Çocuğa gaz veriyorlar, sen bunu yaparsın, şunu yaparsın diye çocuk hemen bir de dağları göreyim diye. Bu hiç etik değil, sen ha çocuğumu alıp gasp ettin, ha öldürdün. Ben çocuğumu onlardan istiyorum. Benim çocuğum yoksa bana hayat yok, bana hayat yoksa çevremde kimseye hayat yok. Benim çocuğum gelmezse benim ne yapabileceğimi ben bile tahmin edemiyorum. Beni gelip burada öldürsünler. Kapım demir kapı bile değil tahtadır. Ben burada doğdum büyüdüm, benim memleketim burası kimse benim çocuğumu gasp edemez. Ben çocuğumu bazı insanlarla avanta parayla büyütmemişim, çocuğumu inek sağarak inek pisliği temizleyerek, hamallık yaparak büyüttüm. Ben çocuğumu kimseye vermem. Benim çocuğumu göndersinler, onlar da biraz insanlık varsa çocuğumu yollasınlar. Buradan sayın Cumhurbaşkanımızdan, Başbakanımıza kim yetkiliyse çocuğumu istiyorum. Ben kimsenin tarafı değilim ben bir işçiyim, vatandaşım çocuğumu istiyorum"

Yukarıdaki sözler, diğer bir çokları gibi çocuğunu eli kanlı terör örgütüne kaptıran bu ülkenin vatandaşı bir “Kürt” babaya ait. Yüreği yanık anne ise: "Yani diyorlar barış var. Barış varsa niye çocukları götürüyorlar?" diye haklı olarak sormakta.



Görülen o ki, “analar ağlamasın” gibi duygusal bir sloganın arkasına saklanılarak başlatılan “açılım süreci”, kısa/uzun vadede Türklerin ve Kürtlerin, daha doğrusu bu coğrafyada yaşayan bütün insanların anasını çok daha fena ağlatacak bir biçimde ve son derece ahlâksız ve insafsız bir şekilde “geliştirilmeye” devam ediyor. Eli kanlı bir bebek katilinden barış güvercini yaratmaya çalışan güdümlü medya, bu katilin adamlarını her gün bir kanalında ağırlıyor da bunlardan birine bir gün olsun "bu ana-babaların feryatları ne olacak" diye sormuyor, sormadığı gibi, hemen her gün birilerine ya da bir şeylere höt-zöt etmekten kendini alamayan bu ülkenin baş sorumlusu da bir gün olsun bu konuda çıkıp tek bir laf edemiyor!.

Eli kanlı bir narko-terör örgütünü açıkça muhatap alarak ve onu sanki Türkiye’de yaşayan bütün Kürtlerin temsilcisi gibi kabul ederek anaların artık gözyaşının akmayacağı bir Türkiye yaratacaklarını iddia edenler, eminim ki, bu söylediklerine kendileri bile içten içe gülüyorlar! Çünkü onların kapalı kapılar ardında hazırlanmış bir ajandaya uymak gibi bir mecburiyetleri var ve bu yüzden yıllardır her alanda izledikleri politikaların da daima ve hep iki yüzü var! Ve bu yüzden iktidar olmak uğruna yıllar önce kapalı kapılar ardında verilen sözlerin tutulması zamanının bugün artık bir mecburiyet halinde kapıya gelip dayandığı gerçeği var!

Sözümona Kürtlerin gücenikliğini(!) gidermeye yönelik olduğu ihsas edilerek devlet dairelerinden birer birer kaldırılan T.C ibareleri, aslında bir devletin fiilen ortadan kaldırıldığının da bir işareti idi. Ve nitekim, bu ülkenin güneydoğusu örgütlü bir terör çetesinin eline teslim edilmiş ve devlet, bu ülkeyi yönetenlerin rızası ve talimatı ile elini bugün bu bölgeden açıkça çekmiştir! O kadar ki, göz göre göre bir terör şebekesinin eline ve insafına terk edilen bölge insanı, kaçırılan çocukları için feryat-figan ağlıyor da bu hükümetin kulağı bile duymuyor! Herifçioğulları, bir devletin olmazsa olmazı olan egemenlik hakkına açıkça el atıyorlar da muhteremlerin kılı bile kıpırdamıyor!


Burada, bu vesile ile bu "açılım" hadisesini gönül okşayıcı bulan ama terörü de tasvip etmeyen, fakat etnik aidiyetini de önde tutan vatandaşlar da umuyorum görmüş ve anlamışlardır ki, kimi eksik ve noksan noktaları olduğu düşünülse ve iddia edilse bile eşit yurttaşlık esasına göre temellendirilmiş bir cumhuriyetin kendi vatandaşına sağlayacağı huzur ve refah potansiyeli, gene de talip olunan diğer bütün yönetim ve idari şekillenmelerden daima hep daha yüksekte kalmaktadır. İşin geldiği şu aşamada yaşananlar dahi bunun böyle olduğunun bir kanıtıdır. Aksi yöndeki bütün çabalar, bölge insanını kaçınılmaz olarak "çok merkezli" ve birbirleri ile sürekli bir çatışma halinde bulunan feodal zamanlar artığı ilkel yönetim bölgelerinin elinde hırpalanan ve ezilen insanlar haline getirecektir.

Evet, kısacası durum göründüğünden daha da vahimdir ve İslam maskesi takan haramilerle, Kürt maskeli bir çapulcu sürüsü el ele vererek koca bir devleti delik deşik etmekte ve devlet içinde devlet oluşturarak Türk-Kürt-Arap vb. demeden kime gücü yeterse onu tahakkümü altına almakta, evlatlarına el koymakta, mallarını mülklerini gasp etmektedir!

Egemenlik hakkından bu kadar kolay ve rahat taviz verebilmenin ilk sonuçlarını görmeye başladığımız bu günler, ileriki yıllarda doğusu-batısı demeden ülkenin daha nerelere sürükleneceği konusunda düşünen beyinlere bir fikir verebilmeli, bir taraftan Kürt etnik aidiyetini temel almış görüntüsü verirken öte yandan Diyarbakır sokaklarına Ermeni adları vermekten kendini alamayan bir terör örgütü ve onun uzantıları eliyle başlatılan bu sinsi bir emperyalist oyununun ne derece tehlikelere gebe olduğu ve terör ağalarına ne derece hizmet ettiği, etnik aidiyeti ne olursa olsun bütün vatandaşlarca artık görülmelidir.




0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.