17 Aralık 2013 Salı

“Çuval”daki Büyük Sır: ABD Taburunu Habur’dan Yasadışı Geçiren Komutan Kim?

Yakın tarihimizin en önemli siyasi olaylarından birisi de şüphesiz "çuval olayı" olarak bilinen ve ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası olma niteliği taşıyan o utanç verici hadisedir.

Bugüne kadar muhtelif yönleri ile ele alınmış ve hakkında yüzlerce makale yazılmış da olsa hadisenin bire bir nasıl cereyan ettiği konusu tam anlamı ile açıklığa kavuşamamıştır. 

Basılı medyada kendisine bir türlü yer bulamayan gazeteci Müyesser Yıldız, geçenlerde sosyal medya olarak tabir edilen paylaşım sitelerinden birinde konuyla ilgili bugüne kadar açığa vurulmamış bilgileri okuyucularıyla paylaştı. 

Her ne kadar bizim "Süleymaniye Timi"mizin 'çuval baskını'na silahla karşılık vermemesinin bir nedeninin de vaziyetin kendi operasyon amacına uygun düşmemesi olduğu, asıl amacın o sıralarda Peşmerge tarafından yağmalanmakta olan tapu dairelerinde Türkmenlere ait tapu kayıtlarının dijital olarak kaydedilip kurtarılarak Ankara'ya ulaştırılması olduğu ve bu görevin de o esnada zaten başarıyla yerine getirilmiş bulunduğu söylenirse de, işin o tarafı başka bir yazının inceleme konusu olacağından biz bugün Yıldız'ın makalesinden hareketle; çuval hadisesinin oluş şekline dair beyan edilenlere bir göz atacağız:

Bu konuda Müyesser Yıldız şunları yazıyor:

"Yüzlerce asker, aydın, gazeteci, siyasetçi “darbeci, casus” olduğu gerekçesiyle hapislerde... Bugün Türk Milleti’nin başına geçirilen bu “çuval”ın temeli, 2003’te 1 Mart tezkeresi ile Süleymaniye’de Türk askerinin başına geçirilen “çuval” arasındaki dönemde atıldı. Bu kesin, ama tam olarak neler yaşandığı hala büyük bir sır.

Devamını gör...

5 Aralık 2013 Perşembe

Bir "Profesör Doktor"(!)un gözünden Türklük...


Sibernetiğin babası olarak kabul edilen Amerikalı bilim adamı Prof. Norbert Wiener'e "profesör kime denir" diye sorulduğunda, "profesör diye, herhangi bir konu açıldığında en az elli dakika konuşabilen adama denir" denir demiş ve bu soruya bu kadarlık cevabı yeterli bulmuş.

Profesörlük titri için geniş bir dünya kavrayışına sahip olmayı olmazsa olmaz bir gereklilik sayan bu veciz ifadeden sonra kendimize dönüp bakarsak, 80 ihtilali ile getirilen YÖK sisteminin elinde profesörlüğün ne hale geldiği, numuneleri ile ortada!

Bunlardan biri de geçenlerde 'Türk diye bir ırk yoktur' şeklinde bir söz sarfedip sonra da bunu 'millet tanımı ırka dayanmaz' şeklinde tevil etmeye, ardından da 'ırk olarak saysan Türkiye'de 55 milyon Türk çıkmaz!' deyip haklı çıkmaya kalktı!

Onun bu konuşmasını eleştirenlerin içinde meseleyi iyi niyet dairesinde ele alanların vardığı ortak kanı; hocanın meramını anlatmakta zorlandığı ve tabiri caiz ise "akım" diyecekken tam anlamı ile "b.kum" dediği idi.

Şimdi, bu hocanın "cemaat ekolü"ne mensup biri olduğunu bilmesek-ve onun "profesör doktor" unvanını bir kenara koysak-biz de benzer şekilde düşünürdük. Ne var ki bütün bunlar, kendi tarihine olduğu kadar dünyaya da bireysel bilgi ve deneyimleri ile değil, ancak kendini angaje ettiği bir "inanç" üzerinden bakabilen bir insanın içine düşmesi mutlak olan bir kafa karışıklığının tezahüründen başka bir şey değildir. Bir, "prof. dr." ne böyle bir hata yapar ve ne de böyle dile düşer!

Konunun "Türklük" yönü ile ilgili uzun tartışmalara girmeye elbette gerek görmüyoruz. Görüşümüzü daha önce kaleme aldığımız "TÜRK, KÜRT, LAZ, ÇERKES..." başlıklı makalemizde de yer aldığı şekli ile tekrar etmekle yetineceğiz:

Devamını gör...

30 Kasım 2013 Cumartesi

"Faiz Lobisi" diyerek ortalığı ayağa kaldıranlar bunu nasıl bilmez?

İcraatlarına karşı yapılan her hareketin arkasında mutlaka ikincil bir maksat arayan iktidar, "gezi olayları" olarak Türk siyasi tarihine geçen o olaylardan "faiz lobisi" olarak adlandırdığı "gizli bir güç"ü sorumlu tutmuştu.

Buna göre, enflasyonun ve faizlerin düşmesinden son derece rahatsız olan bu "lobi", "eski güzel günler"ini arıyor ve fahiş kârlar elde ettiği o günlere geri dönebilmek için hükumeti her fırsatta köşeye sıkıştırmaya çalışıyor!

Yani, bundan da anlamamız gerektiği üzere; sevgili hükumetimiz nereyi düzeltmek için el atsa karşısına adeta yedi başlı bir ejderha çıkmakta, bir başı kesse, yanı başında hemen ikinci bir baş belirmektedir! 

Vatandaş olarak bizden beklenense, elinde çala kılıç, can-hıraş bir şekilde ve kan-ter içinde bu ejderha belası ile adeta efsanevi bir kahraman gibi mücadele eden başbakanımıza alkış tutmak ve ona minnet beslemekten ibarettir! Tabii bir de, ne, niye, nasıl sorularını asla sormamak ve aklımızın alamadığı kadar mühim olan bu meselelerde haddimizi bilip susmaktır!..

Bu efsanevi mücadeleyi(!) hayranlıkla seyredenlere iyi seyirler dileyelim ve bu ülkenin "sorunlu vatandaşları" olarak biz gerçeklere geri dönelim:

Devamını gör...

28 Kasım 2013 Perşembe

Cemaat, AKP'ye duyduğu "gayr-ı meşru muhabbet"in bedelini ödüyormuş...


Kendileri öttüğü için sabah olduğunu düşünen kibirli horozlar, güneşin kendilersiz de doğabileceğini fark etmenin şaşkınlığı içindeler.

On bir yıldır dikensiz gül bahçesinde oyun hamuru muamelesi yaptıkları bu güzel ülkeyi şekilden şekile sokarak eğlenmek güzeldi de, güzel olmayan; hesabı masa arkadaşlarının üstüne yıkıp sıvışmaya çalışmak, bunu beceremeyince de günah çıkarmaya kalkmak!

Uzun süredir masa altında süregelen tekmeleşmeler, "dershanelerin kapatılması" kararı ile iyice gün ışığına çıktı ve "cemaat" ve AKP arasındaki ayrışma giderek derinleşmeye başladı. 

Şurası muhakkak ki, asıl mesele; kendisini "iktidar"a ortak gören "Gülen hareketi"nin "görülen lüzum üzerine" "ortağını" diskalifiye etme çabası içine girmesiydi. Önce MİT müsteşarı Fidan'ı, ardından da Erdoğan'ı "içeri alma" girişiminin gece yarısı alelacele çıkartılan bir kanunla son anda önlenebilmiş olması, "meselenin büyüklüğü"nü kavramak için sanırız yeterli bir örnek. 

Devamını gör...

27 Kasım 2013 Çarşamba

“Bayern Munich’ten maç kaybetmesi talep edilemez...”

Yampiri yürüyüşlü, "ağzı iyi laf yapan" adamların elinde oradan oraya sürüklenen bu güzel memleketin kendini "öte dünya"ya adamış şaşkın insanları, dünya siyaset tarihine geçecek sakillikler sergileyen bu iktidarın icraatlarını alkışlamaya devam etseler de, dünya kendi kanunları ile dönmeye devam ediyor...

Yani, demem o ki, "salavatın kuvvete bağlı olduğunu" bilmedikten sonra istediğin kadar "ya Allah, bismillah!.." de dur!..

İstediğin kadar eski alışkanlığınla, höt-zöt ederek, ona buna omuz atarak siyaset yapılabileceğini zannet!

El alem görüyor ki, nihayetinde, önün de, arkan da "bağlar gazeli"!..

Bak, Ertuğrul Özkök ne diyor:

Devamını gör...

23 Kasım 2013 Cumartesi

"EN PAHALI SAVAŞ, KAYBEDİLENDİR"


Tartışmaya dahi gerek yok ki, "Kürtçülük hareketleri", geçmişte Ermeniler üzerinden başlatılan ama akim kalan Türkiye'nin jeopolitik konumunu kırma planlarının daima en müsait unsuru oldular.

Onların taleplerine, önce "analar ağlamasın" sloganı üzerinden haklılık kazandırmaya çalışan hükumet çevreleri, şimdi de "ne istiyorlarsa verelim gitsin!" gibi bir kararı kafalarımıza yerleştirmek için önümüze gayet bilimsel(!) bir "kâr/zarar tablosu" koymaya kalkıyorlar! Bu "görev"i üstlenenlerden biri de AKP Genel Başkan yardımcılarından "Prof" Numan Kurtulmuş.

Bugünkü yazısında Kurtulmuş'un özüm Süreci”nin iktisaden ne kadar gerekli olduğu" tezini ele alan Hürriyet Gazetesi yazarı Ege Cansen, bu yazısıyla Kurtulmuş'a ve onun zihindaşlarına adeta ders verir bir surette cevap vermiş:

"...Kurtulmuş, “Çözüm Süreci”nin iktisaden ne kadar gerekli olduğunu kanıtlamak için bir “fırsat maliyeti” hesabı yapmış. Profesör Kurtulmuş bu hesabında “terör”ün Türkiye’nin milli gelir artış hızını (büyümeyi) yavaşlattığı kabulünden hareket ediyor. Eğer terör olmasaydı, son 28 yıl içinde Türkiye’nin milli geliri, her yıl en azından % 0,25 ve hatta % 0,5 daha hızlı artardı diyor. Bu iki varsayıma göre de “kaybedilen” milli gelir rakamını buluyor. Sonuçta bu kaçan fırsatın % 0,5 düşük büyüme şıkkında kabaca 2,4 trilyon lira olduğunu söylüyor. Ondan sonra da maliyeti halkın gözünde iyi canlandırabilmesi için, “her aileye bir ev bir araba” alınabilirdi diyerek eski Başbakan Prof. Çiller’in “iki anahtar” sloganına nazire yapıyor.

Devamını gör...

20 Kasım 2013 Çarşamba

Siyaseti adamlar yapar, bunun adı pespayeliktir!


(Hızla değiştirilen gündeme geç kalmış, fakat yazmadan geçemeyeceğim bir konu...) 

Kapitalist hegemonyanın kaçınılmaz bir sonucu olarak toplumun her kesimine salgın bir hastalık gibi sirayet eden bir aşağılaşma, bayağılaşma, ilkesizlik ve görgüsüzlük yarışıdır almış başını gidiyor!

Neyin doğru, neyin yanlış olduğunun bir önemi de yok! Bir halk aşığının ifadesiyle durumu özetlersek: "Şimdi rağbet gözel ile zengine!.."

Sosyal hayat vaziyetlerimizi zaten geçtik, peki ya siyaset adına sergilenenler?..

Görüntü; yolun tam da ortasına atılıp saçılmış bir çöp bidonu görüntüsü gibi!..

Vaziyeti görenin içi kalkıyor, insanın yolunu değiştirip elli metre öteden dolanası geliyor!

Evet, iktidarı ve muhalefeti ile, siyaset adına bugün yapılan ne varsa hiç biri ne bir siyasi literatüre, ne akıl, ne mantık, ne de vicdan ölçüsüne sığıyor! Kısacası bunun adı ne siyasettir, ne muhalifliktir, ne de adamlıktır. Tek kelime ile izah edilecek olursa, bunun adı tam olarak pespayeliktir!

Anormal olması gereken ne varsa hepsini normal karşılanabilir bir hale koyma gayretinde olan bugünkü iktidarın vizyonu da misyonu da zaten bellidir! Bu konuda daha fazla söz söylemek de bu saatten sonra abestir!

Devamını gör...

17 Ekim 2013 Perşembe

Bunu anlamak bu kadar mı zor?..


Yalancı bir serabın ardına düşerek olmadık hülyalarla ömür geçirenler, en yalın mantık süzgeçlerine müracaat etme gereği bile duymadan ve adeta kör bir inatla "olmayan bir tarih" yaratmak ve bunun üzerinden bu millete yeni bir gelecek çizmek için beyhude bir şekilde çabalayıp duruyorlar.

Halbuki, önümüzde aşılmayı bekleyen daha nice sarp yamaç varken, tarihin gören gözler önüne apaçık serdiği gerçeklerden yüz çevirmek, tarihe değil ancak ona yüz çevirenlere zarar verecektir. Saplantılı bir tarih anlayışı ile hareket eden, kendi rüyalarını hakikatmiş gibi halka aktarmaya kalkanların ve bu tipten insanların ardına düşenlerin sonu hüsrandır. İnsan; aklın, bilimin ve gerçeklerin ışığında yürüdükçe felah bulur, ileriye gider ve rahat eder. Akıldan ve realiteden kopuk ütopyaların arkasına düşerek mahvolmamış hiç bir millet yoktur!

Bütün bunları şunun için tekrar tekrar yazıyor ve söylüyoruz ki, dünya tarihi için daha dün mesabesinde olan olaylar dahi, kendilerini tarihçi olarak tanıtan ama aslen malûm bir zihniyetin hizmetinde bulunan bir kısım propagandistler tarafından çarpıtılmaya kalkışılmakta ve tarihimiz, bölgemizi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye çalışanların anlayışına uydurulmaya, ya da o anlayışla uyumlu hale getirilmeye uğraşılmaktadır.

Allahtan ki, bunların arkasına düşerek kendi tarihlerini inkâr edenleri ayıktıracak namuslu aydınlar da yok değil. Bunlardan biri de gazeteci Hayrullah Mahmud ve günlük yazılarını koyduğu "ultra-turkler.blogspot.com" adresli bloğundaki; "Ayniyle vaki ve/veya 2007'de "ters ayak" üzerinde yakalanmanın neticesi?!"  başlıklı makalesinin bir yerinde şu çarpıcı tespitleri yapıyor:

Devamını gör...

25 Ağustos 2013 Pazar

İngilizler İstanbul'u neden terketti?

Osmanlıcı/İslamcı geçinen malûm tayfa, gün geçmiyor ki, bu milleti millet eden değerleri tahrif etmek, onları yok saymak için yeni bir yalan uydurmasın! 

İşi; "kurtuluş savaşı gibi bir savaş zaten hiç olmadı ki?.." boyutuna kadar taşıma cür'eti gösteren bu güruh, meydanın o kadar boş, insanımızın da yalanın bu denlisine bile inanıp, kanacak kadar saf ve salak olduğuna herhalde artık iyice kani olmuş olmalı ki, hesapsız kitapsız, delilsiz ispatsız sallayıp durmaya devam ediyor!..

Bunların son yalanlarından biri de özetle şöyle:

"Madem Atatürk savaşı kazandı, öyleyse İngilizler İstanbul'u niçin savaşmadan, öyle kolayca terkettiler? Çünkü, Atatürkle aralarında gizlice anlaştılar. Mustafa Kemal, İngilizlere bir takım sözler ve teminatlar verdi. Onlar da ikna oldular ve alacaklarını almış olmanın huzuru içinde çekip memleketlerine gittiler!.." vs. vs...

Tabii burada, sırf  Müslüman(!) oldukları için mağdur edilmiş adamlar görüntüsü veriyorlar diye bunların yalan söylemeyeceğini düşünen, iyi niyetli, fakat araştırıp-soruşturma özürlü vatandaşlara da seslenmeden geçmemek lazım.

Geçenlerde, internette gezinirken güzel bir söze rastladım. Orada düşünürün biri insanlara şöyle sesleniyordu: "Bu devirde cahil kalmak, artık bir tercih meselesidir!.."

Yalan da değil hani!

Çünkü, internet üzerinden yapılacak küçük bir "karşılaştırmalı-araştırma" dahi bunların yalanını açığa çıkarmaya yeter, tek şartla ki, siz yalana kanmaya teşne biri olmayın!

Şimdi geçelim konumuza:

İngilizler, İstanbul'u neden terketti?

Devamını gör...

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Ne olacak bu din meselesi?..

İnsanlığın bilinen tarihi, bir bakıma kutsal sayılan inançlar adına yapılan kıyımlar ve katliamların da tarihidir.

İnsanlığı doğru yola iletmek üzere ortaya konan, ya da böyle bir iddia ile yola çıkan dinler, zamanla ona inananların elinde acımasız bir silah haline gelmiş ve zalimane "inanç dayatmaları"na dönüşmüştür.

21. Yüzyılın ilk yılların idrak ettiğimiz şu günlerde dahi din adına yapıldığı iddia edilen vahşetlerin hâlâ ve hız kesmeden devam ediyor olması ve üstelikte bütün bunların sözümona yüce ve ulvi bir maksada dayanıyor olduğu iddiası, aklen, fikren ve vicdanen izah edilebilir bir durum değildir!

O halde zaman, şimdi durup bir düşünme ve şimdiye kadar inandıklarımızı (ya da inandırıldıklarımızı) gözden geçirme zamanıdır. Aşağıya alıntıladığımız "Tekamül Aşamaları" başlıklı makale de bizce bu yönde atılmış önemli bir adımdır.

* * *

Devamını gör...

13 Ağustos 2013 Salı

Kuzey Amerika'nın kolonizasyon süreci

Bilişim teknolojilerinin sağladığı olanaklarla hazırlanmış ve hareketli görsellerle desteklenmiş güzel bir sunum...


Devamını gör...

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Kapitalist demokrasilerin sisteme sadık muhalefetini "bilişim devrimi" ile aşmak ve Beppe Grillo hareketi


İnsana ve insanlığın maddi manevi değerleri üzerine kara bir kuş gibi çökerek, et-kemik demeden ne varsa kursağına indiren global kapitalist düzen, nihayetinde kendi kazdığı kuyuya kendisi düşecek gibi görünüyor.

Artık giderek yavanlaşmaya başlayan ve ardı arkası kesilmeyen yolsuzluk ve hırsızlıkları örtmeye yetmeyen "demokrasi" yaveleri ve aynı şekilde bu kuru söylemin ardına gizlenerek "yetkili mercilerden" "sıra sende!" talimatı bekleyen "sistemin sadık muhalefet partileri", hızlı bir şekilde gelişen ve dünyayı gerçek anlamı ile "global bir köy"e döndüren "bilişim devrimi" karşısında tam anlamı ile "beş paralık" olmak üzereler!..

Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de İtalya'da ortaya çıkan Bippo Grillo Hareketi...

Korkut Boratav hocanın kaleminden okuyacağınız konuyla ilgili aşağıdaki değerlendirme, (kendi vardığı sonucu ayrı tutarsak) "bilişim devrimi" ile şimdiye kadar sesini duyuramamış geniş halk kitleleri lehine gelişen bu durum, aynı zamanda ülkemizin muhalefetsizlikten kıvır kıvır kıvranan halk kitlelerine de sağlıklı bir çıkış yolu işaret eder mahiyette...

* * *

Beppe Grillo hareketi üzerine

Devamını gör...

1 Ağustos 2013 Perşembe

Erdoğan, PYD konusunda tam anlamı ile "senkronize" olamamış...


Hemen söyleyeyim, yazının başlığı Cengiz Çandar'ın "Rojava'da yeni sayfa - Salih Müslim'in ardından..." adlı yazısından alınmadır.

Çandar, her ne kadar başbakanın bu durumunu PYD ile ilişkilendirse de, bizce başbakanın bu "senkronize olamama" durumu sadece o bahsettiği olayla sınırlı değil! Daha önce, "Taksim olayları, bu kadar hırçınlık niye ve bu ülke nereye gidiyor?"  başlığıyla kaleme aldığımız yazımızda da dilimiz döndüğünce izaha çalıştığımız üzere, "başbakan, şimdiye kadar Türkiye'nin milli güvenliğini ilgilendiren olayların hangisiyle senkronize olabildi ki?.." diye artık ciddi ciddi sormak ve sorgulamak gerekiyor!..

Şimdi gelelim asıl konuya:

Kamuoyunun zihnini alıştırmak maksadı ile gündemde çok da öne çıkarılmadan ama daima özenle de gündemde tutulan bir konu var. O da, "Apo" nam katilin affı meselesi!

Mâlum, köprülerin altından çok sular geçti. Onun hakkında şimdiki başbakanca sarf edilen "sayın" ifadesi ile milletin hop oturup, hop kalktığı günlerden Apo'nun barış güvercini olduğu günlere geldik! "AK medya"nın bu neticeyi elde etmekte gösterdiği gayreti ise doğrusu kimse inkâr edemez!

Doğrusunu söylemek gerekirse, bir vatandaş olarak içimizde artık "Apo affedilecek mi?" diye bir kaygı da "hamdolsun" ki kalmadı!

Birileri için bir zamanlar imkânsız olan hayaller öyle bir gerçek oldu ki, bunları görünce "Apo affedilse ne olur, affedilmese ne olur" diyesi geliyor insanın!

Başbakandaki bu "senkronizasyon bozukluğu"nu tespit eden ve yıllardır adeta gönüllü bir "Kürtçü" gibi "görev" yapan Cengiz Çandar, gündemdeki olaylardan yola çıkarak lafı ustaca Apo'nun affı meselesine getiriyor ve başbakanın süregelen bu asenkronik durumuna kendince şöyle bir ayar veriyor:

Devamını gör...

21 Temmuz 2013 Pazar

Bu "Faşist Anayasa" değişmeliymiş!..

Ülke gündemini epey bir zamandır işgal eden "anayasa tartışmaları", vatandaşın beynini yıkamaya yönelik büyük bir propaganda hücumuna dönüşmüş durumda. 

Esasen bu propaganda işine dört elle sarılanlar şunu çok iyi biliyorlar ki, vatandaşın zihnini iğfal etmeden Türkiye Cumhuriyetini "değiştirip, dönüştürmek" çok da kolay bir iş değildir.

Bunun önemini iyi kavramış olan "proje sahipleri", anlaşılıyor ki, maksatlarına nail olabilmek için yandaşlaştırdıkları medya kanalları aracılığı ile bu "iğfal" işine iyiden iyiye hız vermiş durumdalar. 

"Ücretli yiğitler" ve içerden-dışardan fonlanan maşalar da, bu konudaki bütün maharetlerini ortaya koymak için adeta can havliyle yırtınıp durmaktalar!.. 

Sarıldıkları en son "argüman" ise şu: "Faşist anayasa istemiyoruz!.."

Çünkü, bir önceki söylemleri "sivil anayasa" idi ve daha yumuşak bir söylemdi. Herhalde artık ikinci aşamaya geçilmiş olmalı ki, söylemleri biraz daha tatlı-sert hale döndü: "Artık bu faşist anayasayı istemiyoruz!..."

Vay anasını! 

Sağcısı, liberali, eski solcusu ve İslamcısı ile bu kadar çok "demokrat(!)" adam bu amaç etrafında toplaştığına ve büyük bir gayretkeşlikle bu konuyu gündemde tuttuklarına göre, demek ki durum bu sefer gayet ciddi!..

Bu durumda insan sormadan edemiyor: Değiştirilmedik çok az maddesi kalmış, yani "o eski halinden pek bir eser kalmamış" 1982 anayasasını tamamen ortadan kaldırmak, acaba neden bu kadar "acil" ve acaba neder bu kadar önemli?..

Mevcut anayasayı "toptan" iptal edip "yenisini yapmak" işi, sakın o "değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez"  "ilk dört madde" ile ilgili olmasın?

Bittabii "taciz atışları" bu kadarla da sınırlı değil! Bir de şu var:
   

Devamını gör...

14 Temmuz 2013 Pazar

Çanakkale'de Atatürk'ü yok sayanlara!


Devamını gör...

11 Temmuz 2013 Perşembe

ALLAHSIZLIK DİZ BOYU!..



Yukarıda resmi yer alan eli bastonlu vatandaş ödeyemediği su borcu yüzünden hapise atılmış ve bu durum dün itibarı ile bütün haber sitelerinde ve tv.lerde yayınlanmıştır. Haberin detayını merak edenler aşağıdaki linkten ona ulaşabilirler.

Belki her gün yüzlercesinin, binlercesinin yaşandığı, fakat ancak arada bir ancak böyle bir tanesinin haber olduğu bu ülkede bu durum, diğer herşey bir yana; "Müslüman" olmakla övünmeyi bir refleks haline getirmiş bir ülkenin hakiki durumunu ortaya sermesi bakımından tam bir utançtır, rezalettir ve tam anlamı ile bu ülkede ne gibi bir allahsızlık ve kitapsızlığın hüküm sürdüğünün ve buna sebep olanların ve kayıtsız kalanların suratlarına ve sıfatlarına defalarca çarpılası bir delilidir!

Kölelik, faiz, haksız kazanç, hak/emek gaspı gibi insan haysiyetine uymayan ne varsa onu yeryüzünden kaldırmak için görevlendirilmiş ve bu uğurda eline kılıç alıp canını ortaya koymuş, sadece bu yönüyle dahi hürmet, saygı ve takdire fazlası ile layık bir Resulun ümmetine mensup olmakla iftihar ettiklerini iddia edenler, O'nun; "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" ihtarını ise anlaşılıyor ki görmezden geliyorlar.

Adamcağız tv.de diyor ki: "Bir oğlum var, 20 TL yevmiye ile çalışıyor. Onun eline bakıyoruz. O da boğazımıza yetmiyor ki..."

Devamını gör...

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Millet neye denir?


Devamını gör...

14 Haziran 2013 Cuma

Taksim olayları, bu kadar hırçınlık niye ve bu ülke nereye gidiyor?



Rivayet edilir ki, II. Dünya savaşının sonlarına doğru yenileceğini anlayan Hitler, bir defasında yakınında bulunanlara şöyle demiş: "Eğer yenilirsem arkamda Allahın ilk yarattığı şekilde bir dünya bırakırım!.."

Onu böyle konuşturan da, o günlerde Alman bilim adamlarınca tamamlanmasına ramak kalmış olan ilk atom bombası. Fakat, "felek Mustafa'ya yar olmadı" dedikleri hesap, bomba tamamlanamadan, ya da kullanılamadan savaş bitmiş ve Hitler o sözünü tutamadan terki dünya etmişti.

Siyaseten geldiğimiz şu vaziyete ve başbakanın asabiyetini gizlemeye gerek bile duymadan meydanlara çıkarak haykırırcasına yaptığı konuşmalara şahit olunca, bir anda yukarıdaki hikayenin aklıma geldiğini ve kendi halinde bir vatandaş sıfatı ile içimin ürpertisini bastıramadığını samimiyetle itiraf etmeliyim.

Şurası muhakkak ki, zaten asabi bir tabiatlı bir insan olan sayın başbakanın bu asabiyeti sadece bu protesto eylemlerine dıuyduğu öfkeden kaynaklanmıyor. Bu noktaya gelene kadar yaşananların da kendisinde önemli bir birikim ve büyük bir gerilim yarattığı muhakkak.

"Yaşananlar" dedik ama esasen onu bu kadar gerenin yaşananlar olmaktan daha ziyade, olayları bu noktaya getiren "perde arkasındaki etmenler" olduğunu söylemek gerekiyor. 

Özet geçmeye çalışırsak, bir kere AKP yekpare ve tek bir fikir etrafında toplanmış insanlardan meydana gelmiş ve tek bir hedefe kilitlenmiş bir siyasi hareket değil. AKP, aslında bir "koalisyon" partisi. 

Bu koalisyonun büyük ortaklarından birisi Erbakan'ın "Milli Görüş" ekibinden kopan (buna "koparılan" de diyebilirsiniz) bir grup, diğeri de adına kısaca "cemaat" denilen Fethullah Hoca ve ekibi. Bir de gayrı resmi görev yapan ve adeta bu iki grup arasında koordinasyon görevi üstlenen ABD menşeli bir ekip. Tabii bunlara bir de "cumhuriyet düşmanlığı" denilince yerinde duramayan "liberal-sosyalist" yazar-çizer takımını da eklemek gerek.

Devamını gör...

11 Haziran 2013 Salı

"Milletine serseri diyen Mustafa Kemal"(!)



Amiyane tabirle bu söylenenler, lâfı tam da bir bilmemneresinden anlamak hadisesidir!..

Şurası açık ki, Kadir Mısıroğlu'nun Atatürk ve cumhuriyete olan nefreti, aklını ve vicdanını kör etmiştir! Tarihi gerçekleri hep bu nefrete göre yorumlayan ve olaylara hep manevi bir duygusallıkla yaklaşmayı alışkanlık haline getirmiş bir vatandaş kesimini bir ölçüde de olsa etkilemeyi başaran Mısıroğlu, bu yaptığı ile tarihi açıkça bir nefret silahı olarak kullanmakta ve Atatürk ve Türkiye Cumhuriyetine karşı düşmanca bir cephe oluşturmayı hedeflemektedir.

"Milletine serseri diyen Mustafa Kemal" başlığı ile yayınlanan yukarıdaki videoda Mısıroğlu, cumhuriyetin ilk yıllarında yayınlanmış bir kitaptan okuduğu bir pasajdan yola çıkıyor ve sanki bir açık yakalamış havası ile, Mustafa Kemal tarafından yapılmış bir tarih değerlendirmesini sonunda getirip "milletine serseri dedi!.." sonucuna bağlıyor!.. 

Atatürk'ün o sözleri ile ne anlattığını anlayabilmek ve bir hükme varabilmek için, evvela görülmesi ve bilinmesi gereken husus şudur: 

Devamını gör...

26 Mayıs 2013 Pazar

İntihar Tohumları


Yeryüzünde hayatın nasıl başladığına dair insanlar arasında görüş farklılıkları olsa da, hayatın devamının ancak doğanın kendi içinde kurduğu dengeler sayesinde mümkün olabileceğine sanırım hiç kimsenin itirazı olamaz. 

Hadsiz, hudutsuz bir "kâr hırsı" ile yeryüzüne ait ne varsa kelimenin tam anlamı ile onu talan etmek sadece doğanın binlerce yılda ulaştığı dengeleri yıkmakla kalmıyor, neticede onun bir parçası olan insanı da insanlığından çıkarıyor. Böylelikle, aslında kolaylıkla "cennet" olarak tanımlanabilecek olan bu dünya, bugün hastalıklı bir hırsın elinde kıvranmakta ve bu yüzden insanı, hayvanı, bitkisi, taşı ve toprağı ile adeta bir cehennem hayatı yaşamaktadır.

Bu defaki paylaşımımız da işte yine o "hırs"ın eser(!)lerinden biri: Genetiği değiştirilmiş tohumlar ve buna bağlı olarak çiftçilik ve dünya tarımından içler acısı tablolar...  

* * *

İntihar tohumları yüzünden 6 saatte bir çiftçi intihar ediyor!


Devamını gör...

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Biz bunları çok evvelden tanırız...


Hani şimdilerde; "ne istiyorlarsa verelim, yeter ki analar ağlamasın"cılar var ya, biz bunları yeni tanımıyoruz.

Zira, bu; "verelim kurtulalım, tek ölmeyelim de uzlaşalımcılar" bundan çok daha evvel de vardı.

Yıl 1913. Balkanlardaki varlığımız sona ermiş, Kamil Paşa, İttihatçıları susturmuş ve o meş'um Balkan bozgunundan sonra masaya oturmuşuz.

Artık her şey bitmiş, Edirne'nin hangi tarafta kalacağı konuşuluyor.

Ocak 1913'te yapılan toplantıda Avrupa Devletleri: "Edirne'nin Bulgarlara bırakılması gerektiğini, eğer bu tavsiye dinlenmezse savaşın yeniden başlayacağını ve Osmanlı devletinin oldukça güç durumda kalacağına" dair bir notayı Sadrazam Kamil Paşaya veriyorlar.

Ancak İttihatçılara göre, Selanik şehrinin kaybından sonra düşmana karşı en fazla direnen şehir olan Edirne'den vazgeçmek asla kabul edilemez bir durumdur.

Sadrazam Kamil Paşa zaten öteden beri büyük bir ittihatçı düşmanıdır.

Ancak İttihatçı subayların savaşa devam etme ısrarları boşa çıkar.

İşte o günlere dair, 10/12/14.Ocak.1913 tarihli Kurmay Yarbay Enver Beyin dedikleri:

Devamını gör...

29 Nisan 2013 Pazartesi

Akdamar Kilisesi denince biz bunları hatırlıyoruz!..


Bunda yüz yıl önce Osmanlı'yı yıkmak için uydurulmuş ne kadar iddia varsa, bugün Türkiye Cumhuriyetine de aynı iddialar üzerinden saldırılmaya devam edildiği çok açık bir gerçek!

Tarih önünde hesaplaşmaktansa, mağduru oynayarak yarım kalmış heveslerini tatmin etmeye çalışan kimi Ermeni siyasetçilerini bir yere kadar anlayabiliriz. 
Bize garip ve acı gelen şey, bunlar tarafından ileri sürülen her zırva iddianın içimizdeki bir güruh tarafından derhal kabul görmesi!.. 
Hatta daha da ileri gidilerek, onlara bu konuda her türlü yardım ve yataklık yapmaya gönüllü olunması!..

Hatırlayın ki, 1915 yılında, o zamanki Osmanlı hükümetince fesat ocağı olarak görüldüğü için kapatılan, 1951 yılında hükümetçe yıkım kararı alınan ama olaydan haberdar olan Yaşar Kemal'in girişimleri ile yıkımı durdurulan Van'daki Akdamar Kilisesi, asıl ününü; 1915 yılında Osmanlı-Rus savaşı esnasında oynadığı rolle kazandı!..

Milli hafızamıza kazınmış acılarımıza aldırmadan, Müslümanlık adına, barış ve kardeşlik adına, insanlık adına, "dinlerarası diyalog" adına, buraya millet kesesinden 1.5 milyon dolar para harcayan ve tepesine de aynı parayla bir haç diken zihniyet, bakalım şimdi aşağıdaki şu sesi duyacak ve sayesinde saltanat sürdüğü bu milletin acısına kulak verebilecek mi?..

Konuyu meclis gündemine getiren MHP Kayseri Milletvekilli Yusuf Halaçoğlu. 

Ve işte o haber:

Devamını gör...

27 Nisan 2013 Cumartesi

Kabahati bu mu yani!..

Yıllardır alttan alta tutuşturulan cumhuriyet düşmanlığı, Kürtçü, Liberal ve İslamcı ittifakı ile bugün altın çağına ulaşmış bulunuyor!..

"Yanlış kurulan cumhuriyet" diyeni mi ararsın, "Kürtler asimile edildi" diyeni mi ararsın, laikliğe kafa tutanı mı ararsın, hepsi de bir kucağa oturmuş, Atatürk'ün kurduğu bu cumhuriyete ver allah hücum etmekteler!..  

Cumhuriyete hücum için kurulduğu aşikâr hale gelen ve gelenin geçenin paçasına pıtrak gibi sıvaşan yazılar yazıp, içlerinde biriktirdiklerini ekranlarda bir lağım gibi patlatan konuşmalar yapan zombilerden müteşekkil bir medya güruhu, ilk defa diş geçirmeyi becerdiği bu cumhuriyetin paçasını bırakmaya pek de niyetli görünmüyor!..

Taşıdıkları "profosör doktor" ünvanlarının dahi kendilerini teskin edip adam edemediği bir yığın üniversite hocası, söz konusu cumhuriyet düşmanlığı olunca, kendi vicdanlarında, bir bilim adamı olmanın gerektirdiği kadar dahi bir "dürüst konuşmak" zorunluluğu duyamıyorlar!..  

"Mert bir düşman" tarafından öldürülmenin şeref sayıldığı "insanlık alemi"ne dahil olmadıklarını anlamış bulunduğumuz bu insanlık bakımından tasnifi gayrı kabil güruh, bırakalım rızıklandıkları pislik deryasında eşelenmeye devam etsinler.

Biz gelelim; bu tartışmalar vesilesi ile kendini ortaya koyan ve vicdansız ve izansız olmayı aydın olmanın ön koşulu zanneden süprüntülerin aksine, bilgisini vicdan süzgecinden geçirenlerden olan değerli düşünür ve yazar Alev Alatlı'nın cumhuriyetin nasıl kurulduğuna dair bir tv programında yaptığı konuşmaya:

Devamını gör...

12 Nisan 2013 Cuma

ABD Türk Polisini Çok Seviyor!


O malûm tarihi süreci yeniden hatırlayacak olursak, 12 Eylül 1980 darbesine kadar işlerini TSK ile uyum içinde götürdüğü bilinen ABD, dünyayı tek kutuplu bir düzene oturtunca bu "eski ortağına" dirseği vurmuş görünüyor!

Açıkça söylemek gerekirse; sabırlı, temkinli ve ağır manevralarla geçirilen 90'lı yıllarda, yani "tek kutuplu dünya düzeni"nini oturtmakla geçirilen o "uyum" yıllarında varılan mutabakattan yeni döneme "uyumsuzluk" gösteren (ya da göstermesi muhtemel) paşalar kadar, "hukuka inandığını" söyleyerek durumu kurtarabileceğini düşünen ortayolcu generaller de nasibini aldı. Ve şimdi hepsi içerde. BOP projesi planlanan hedefine ulaşmadıkça da çıkacak gibi görünmüyorlar!

Nihayetinde olan, bir "silahlı kuvvet"in başka bir "silahlı kuvvet" eliyle ve yeni bir hukuk(!) anlayışı çerçevesinde tasfiye edilmesiydi. Hukuki alt yapısı (ya da kılıfı) FBI tarafından hazırlanan ve sadece ABD içinde değil, küresel anlamda da işe yarayacak şekilde tasarlanmış bulunan "Önleyici Savaş Doktrini" (The doctrine of preemption) de zaten bunun için yok muydu?..

Mebzul miktarda gizli belge ortaya çıkarırken, gizli tanıkları bulurken, gizli telefon dinlemelerini kaydederken, tutuklu sanıklardan iddianame kıvamında ifadeler alarak savcıların işini kolaylaştırırken tanıdığımız kimi yetenekli emniyet mensupları ve onların bütün bu faaliyetleri, sözkonusu doktrinle manidar bir uyumluluk arz etmiyor muydu?.

Devamını gör...

7 Nisan 2013 Pazar

Orhan Gencebay, Kadir İnanır ve Kürt Barışı?..


Sanki bütün mesele, bir anlık öfkeye kapılarak kavgaya tutuşmuş ve birbirinin yakasını bir türlü bırakmaya yanaşmayan iki tarafı Allah rızası için aralamakmış gibi bir havayla ortaya sürülen bu "pis tezgâh"ı milletten gizlemek, pardon; "millete anlatmak" üzere belirlenen "ne idüğü belli" bir takım zevatın arasına, malûmunuz, sanat camiasından Orhan Gencebay ve Kadir İnanır gibi bir takım insanlar da serpiştirilmiş bulunuyor. 

"Bu iş size düşer abiler!.." gazıyla, kendilerini bu meseleye müdahaleye manen sorumlu hissetmiş insanlar havasına giren ve iki tarafı(!) "barıştırmak" için kolları sıvayan bu iki ağır abi, barıştan ve anaların gözyaşlarından dem vurarak güzel güzel ortalıkta gezinirken, gazeteci Sabahattin Önkibar ortaya öyle bir kılçık attı ki, yenir yutulur gibi değil!

5 Nisan tarihli Aydınlık Gazetesindeki köşesinde şöyle yazmış Önkibar:

Gencebay ile Kadir’i, mama deyip Ulusoy mu ikna etti?

Rahmetli Saffet Ulusoy, kardeşi Yılmaz Ulusoy’un atraksiyonlarını anlatmak için bir yurt dışı seyahatında bana “ O ne İngiluzdur. Nereden girup, nereden çikacağını kimse kestiremez” demişti.

Devamını gör...

5 Nisan 2013 Cuma

Beyzbol Sopasının Akgüvercinleştirdikleri...


* * *

Şemsi BAYRAKTAR’a Açık Mektup



Senelerdir söylüyoruz…

Bu ülkenin en büyük sorunu yeterince zeka ve bilgi sahibi olmayan insanların siyaset ve bürokrasiyi yönetiyor olması.

Emperyalizm bölgedeki çıkarlarını perdelemek için meseleyi istediği mecraya çekmeye çalışırken bizi temsil ettiğini varsaydığımız kişi ve kurumlarda bu odağa hizmet ediyor.

Emperyalizmin “Barış ve Demokrasisi” en son Irak’a dokundu. Bertolt BRECHT bu konuda şöyle der: Gerçeği görmeyen sadece aptaldır fakat gerçeği gören ve ona yalan diyen suçludur, canidir.

Türk çiftçisini temsil eden bir kurum olan TZOB’un başkanı Şemsi BAYRAKTAR “akil adamlar” arasında yerini almış. Bu kurumun sloganı da “ Vatan Hürriyet Ekmek”…

Emperyalizm bu VATAN çiftçisinin EKMEK ve HÜRRİYET’ini ne hale getirdi buna kısaca bir göz atalım.

24 Ocak Kararlarının ardından ilk Marlboro sigarası bu VATAN’a giriş yaptı. O tarihte 356 bin aile tütün tarımından yaklaşık 40 bin işçi Tekel fabrikalarından geçimini sağlamakta ve üretilen bu katma değerden binlerce insan faydalanmaktaydı. Özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da bolca ekilen bir ürün olan tütün bölge halkı için en büyük gelir kaynaklarından olmakla birlikte o insanları terör örgütünün kucağına itmiyor VATAN’ına bağlıyordu. 2010 yılında nihayet Amerikan sermayesine teslim edilen bu kurumda ne doğru düzgün işçi kaldı ne de tütün tarımından geçimini sağlayan çiftçi.

Sadece TEKEL"in özelleştirilmesiyle her sene yurtdışına asgari 10 milyar lira kaynak aktarılmaktadır.

Devamını gör...

4 Nisan 2013 Perşembe

Türk doğulur da, olunur da...


Bugün yine ülke gündemiyle ilgili önemli bulduğum bir makaleyi daha buraya alıyorum. Yalnız makaleye geçmeden önce, bir iki cümle de ben etmek istiyorum.

Türk kelimesi çıkan her ağızdan ve bu kelimeyi niye duyup işitti diye neredeyse her kulaktan davacı olacak kadar içlerinde nefret yaşattıkları halde, halen içimizde bizimle beraber yaşamakta olan bir kesim var.

Bu güruhun sosyopatolojik durumunun ne olduğunu izah elbette uzmanına düşer. Fakat şu kadarını biliyoruz ki, tıpkı vücudun zayıf düştüğü bir zamanda bünyede uykuya yatmış görünen mikropların harekete geçmesi gibi, Türklerin en zayıf düştüğü bir zamanda, artık onu öldürmek zamanıdır diyerek gerçek kimliklerine bürünüp ayaklananlar, bu hevesleri kursaklarında kalınca yeniden kamuflaja giriyor, kimi yeniden dinci, kimi liberal solcu, kimi din sentezli milliyetçi oluyor! Ama ortak özellikleri aynı: Bu topraklardan Türk'ün ayağını kesmek için, içte ve dışta kim kendileri ile aynı gaye içinde ise, onunla derhal işbirliğin içine giriyor!..  

Adam Kürtçülük yapıyor, dibini karıştırıyorsun altından Ermeni komitacısı çıkıyor! Dini hassasiyeti yüksek görüntüsü veriyor, yine dibini karıştırıyorsun, altından; yeni bir din getirerek; İslamiyeti küreselcilerin emelleri ile tevhid etmek için vazifelendirilmiş "dinlerarası diyalogçular" çıkıyor!..

Hasılı, Kürtçüsü, Diyalogçusu, Siyonisti el ele, kol kola Türk'e ve Türklüğe; "Irkçı, kafatasçı, faşist!.." diyerek, dört bir koldan hücuma geçiyor!..

Öyleyse nedir bu, bunları bu kadar ürküten Türk ve nedir bu Türklük?..

Bakalım:

TÜRK DOĞULUR DA, OLUNUR DA...

Devamını gör...

3 Nisan 2013 Çarşamba

Bu filmi biz daha önce görmüştük...


Dünyaya yeni bir düzen getirmeyi kendince kafasına koymuş yeni emperyalist kültürün bu maksadına kavuşmak için her geçen gün daha zekice tasarlanmış projeler geliştirdiği fikrine zaman zaman kapılmıyor değildik. Lâkin, belki zamansızlıktan, belki sabırsızlıktan, belki de insan hafızasının nisyan(unutma) ile malûl olduğu gerçeğine güvenen neo-emperyalistler, arada bir de olsa eski projeleri ısıtıp ısıtıp yeniden servis etmekte, demek ki kendilerince çok da bir mahzur görmüyorlar!..

Bunlardan birisi de, sanki bugün ilk defa akıla gelmiş de, "yahu bundan daha güzel, daha makul ve daha insanî başka bir yol olabilir miydi ki?.." tarzında beyanatlar eşliğinde yeni bir yöntemmiş gibi uygulamaya konulan bu kerameti kendinden menkul proje, aslında ilk kez 100 sene kadar önce çevrilmiş ve aslında başını ve sonunu gayet iyi bildiğimiz eski bir filmin yeni versiyonundan başka bir şey değil!..

Değerli politikacı, devlet adamı ve yazar Rifat Serdaroğlu, bu sözde insanî ama aslı şeytanî bir tezgâh olan ve o zaman da bugünküyle aynı amaca matuf olmak üzere sahneye konan bu ucube fikrin tarihi arka planını net bir şekilde ortaya koyan bir makale kaleme almış. Mükemmel ve ibretlik bir tarih güncellemesi olarak kabul ettiğimiz bu iki yüzlü girişimin görülmesi gereken asıl yüzünü gösteren bu makale, kendi mekânımızın da kayıtlarına geçmelidir dedik ve olduğu gibi buraya aldık.

Devamını gör...

29 Mart 2013 Cuma

Vatandaş gözüyle "Açılım" ve "Barış Süreci"



Herhangi bir siyasi parti ya da iktidar alacağı kararlarda ya da uygulamaya koyacağı icraatlarda herhangi bir tereddüt yaşıyorsa, bu tereddüdü gidermenin en aklî yolu kamuoyu yoklamaları yaptırmak ve o konu hakkında halkın ne düşündüğünü öğrenmektir. Namuslu bir demokraside, bir iktidarın "halk için halkla beraber" hareket etmesi bir şiar ise, bunun böyle olması gerekir.

Fakat dünyayı küresel bir hegemonyanın pençesi altında tutmak isteyenler böyle düşünmüyorlar. Onlara göre demokrasi, dünya halklarının kendi dayattıklarına rıza göstermesinden ibaret.

Şeklen "şeçilmiş" ama aslen "atanmış" olan iktidarlar vasıtası ile yeryüzünün her köşesinde kendi egemenliğini kurmak ve sürdürmek niyetinde olan bu küresel hegemonik güç, insanların ne düşündüğünü ne kadar önemsemese ve kiraladığı propagandistler vasıtası ile zehiri bal göstermeye ne kadar çalışsa da, neticede hepsi bir yere kadardır.    

Devamını gör...

28 Mart 2013 Perşembe

Şu bizim akil adamlar...


Biliyorsunuz, şimdilerde ortalığa bir de "akil adamlar" lâfı bırakıldı! 

Hesapta, bunlar eli kolu sıvayacaklar, Kürtlerle Türklerin arasını bulacaklar! 

Ama gel gelelim, "akıllı, aklıbaşında, olgun ve adaletli" anlamında kullanılan bu "akil" kelimesi, esasen bambaşka bir anlam içeriyor. Ve bu anlam, adeta kaderin bir oyunu gibi, bu hayırlı(!) işe soyunanların hakiki niyetleri ile garip bir tevafuk (uygunluk) içinde bulunuyor. 

"Akil" kelimesi, yazar Murat Bardakçı'nın da bugünkü yazısında dikkat çektiği üzere "yamyam, et yiyen" anlamına geliyor! 

Zaten yukarıdaki karikatür de, bu yamyam güruhunun ne maksatla bu işe soyunduğunu ve kimin etini, nasıl bir iştahla yemeye hazır beklediğini fazlası ile tanımlamaya yetiyor.

Bu arada, Murat Bardakçı'nın; doğru kelimenin "âkıl" olması gerektiğini söylediğini, bunun yerine "bilge" kelimesinin de kullanılabileceğini yazdığını da duyurmuş olalım. 

Tabii, böyle ahlâksız bir dalavereye ve bunu tezgâhlayanlara gerekli cevabın verilmesi için "bilgelik" gerekmediğinin de altını çizerek...     


...     


Devamını gör...

25 Mart 2013 Pazartesi

Masonik bir sembol olarak Pentagon binası


ABD'nin başşehri Washington D.C (District of Columbia), 1791'de, kendilerini "Hür Masonlar" olarak tanıtan masonik yapılanmanın o dönemki başkanı olan George Washington başkanlığındaki bir heyet tarafından masonik sembollere göre dizayn edildiği de bir sır değil. 

Amerika Birleşik Devletleri'nin başkentinde yer alan ve ABD Savunma Bakanlığı binası olarak 1941 yılında inşasına başlanan ve şekliyle müsemma olarak adına kısaca "Pentagon" denilen bu devasa bina için neden beşgen, yani pentagonal bir biçim tercih edildiği ise hep merak edilip durulan konulardan biridir.

Resmi ağızlar, her ne kadar bu binanın beş kenarının, Ordu, Donanma, Deniz Piyadeleri, Hava Kuvvetleri ve Sahil Güvenlik kuvvetlerini (Army, Navy, Marine Corps, Air Force, and Coast Guard) temsil ettiğini söyleseler de, yukarıda da belirttiğimiz üzere, caddelerinin yerleşiminden resmi binalarındaki detaylara kadar, her köşesi masonik sembollerle bezenmiş bir şehir olan Washington DC'de yer alan Pentagon binasının masonik bir mesaj verecek şekilde planlanmadığına inanmak çok zor.

Bilindiği gibi, genişletilmiş BOP projesini yazan, tasarlayan Pentagon ve CIA adamlarının (Abromowitz’ler, Edelman’lar vs.) Yahudi oldukları da bir sır değil. İşte, gazeteci ve yazar Tevfik Bir, "Şeytan, Firavun ve İşgal" başlığı altında kaleme aldığı yazı dizisinin bir yerinde bu konuya da değiniyor ve bu garip şekilli binanın neden bu şekilde inşa edildiğine dair gayet dikkate değer bir bilgi veriyor:

Devamını gör...

22 Mart 2013 Cuma

ORASI ÖYLEYDİ, YA BURASI?..


Diyarbakır'da dün düzenlenen Nevruz Şenlikleri, hiç şüphesiz oluşturulan "beklenti"lere uygun bir şekilde cereyan etti. Kimilerine göre barışın ve kardeşliğin, kimilerine göre ise Kürdistan'ın miladı olarak kabul edildi. 

Bu "şenlik"(!) konusunda fikri sorulmayan tek kesim ise "Türk milleti" oldu. Bunun sebebi de, herhalde bu gelişmelerin önünü açan hükümetin Türkleri temsil ettiğini varsaymak olmalı!

Ertesi gün gazetelerde, konuyla ilgili elbette çok sayıda makale kaleme alındı. Hürriyet Gazetesi'nde yazan Ertuğrul Özkök'ün makalesinde yer alan bazı satırları ise doğrusu çok dikkat çekici ve önemli buldum. 

Özkök, "ORASI ÖYLEYDİ, YA BURASI?.." başlıklı makalesinin bir yerinde şöyle diyor:

"Diyarbakır'da büyük bir heyecan vardı. 
 Ülkenin geri kalanında ise büyük bir sessizlik... 
 Sessizlik anlaşılması güç bir durumdur... 
 Çok iyiye de alamet olabilir, kötüye de... 

 Buradaki sessizliği Kürtçe'ye nasıl tercüme edebiliriz?.. 


 Hepimizin duası, iyiye alamet olması..." 


 * * *

"Amin!.." dememek elbette mümkün değil. 

Özkök, az söylemiş ama öz söylemiş, gören gözler için oldukça önemli saptamalar yapmış ve lâfı adeta ağzımızdan almış.

Bundan sonrasını ise biz devam ettirelim:

Devamını gör...

Türkiye’ye gerçekten barış mı geliyor



Altı boş bir "Halkların Kardeşliği" sloganı ile her sorunu çözebileceklerine iman eden kimi romantik sosyalistler, bugün bu düşüncemizi doğrularcasına; uluslarası sermayenin ve onun değnekçiliğini yapan, işine geldiğinde İslamcı, işine geldiğinde Atatürkçü olan TÜSİAD'çı zihniyetin adına "Barış" diyerek orta yere kurduğu fare kapanına hevesle atlıyorlar ve mesela Pelin Batu gibiler, Öcalan denilen tetikçinin sözlerini adeta göklerden gelen bir vahiy gibi, gözyaşları içinde huşu ile dinlediklerini ve adeta tarihe; "Ey tarih, bu yüksek hissiyatı kaydet!.." dercesine, bu tarihi barış(!) kararının içlerinde yarattığı o sözde coşkuyu, nemli gözlerle orada burada anlatıp duruyorlar! 
Böylesine kirli bir ortamda, özenle tezgaha konmuş bu algısal çarpıtmaları usta bir demirci gibi örsüne koyup sabırla bir bir düzelten genç düşünür Eren Erdem'in önemli bulduğumuz aşağıdaki makalesi, hasbel kader de olsa bu mekana yolu düşmüş tek bir okuyucun dahi merakını çeker de, biz de böylece faydalı bir iş yapmış oluruz diye düşündük ve buraya kaydettik.... 

Devamını gör...

19 Mart 2013 Salı

Ortadoğu'ya böyle mi düzen vereceksin?

Türkiye'yi Ortadoğu'ya düzen veren bir ülke haline getirdikleri iddiasında bulunanların eli kanlı bir narko-terör örgütünün elinde iki yıldır rehin bulunan "kamu görevlileri"ni geri almak için İmralı'da yatan bir caninin arabuluculuğuna başvurmaktan başka bir yol bulamamaları, binlerce yıllık bir devlet geleneğine sahip bir millet için utanç verici bir vesika olarak tarih kayıtlarına geçmiştir.

Sadece bu kadarla kalsa yine iyi! Bu hükümetin başbakan yardımcısı Beşir Atalay'ın PKK ile pazarlık yapmadıklarını, rehinelerin serbest bırakılmasının PKK'nın bir "jest"i olduğunu söylemesi de, bir devletin devlet olmaktan çıktığının bizzat en yetkili ağızdan itirafıdır.

Yalnız, mesele bununla da bitmiyor.

Bu gibi konuları, bilgi, dikkat ve hassasiyetle takip edip değerlendiren değerli bilim adamı Prof. Dr. Ümit Özdağ, bir tv programında, bizdeki kimi allamelerin "insani bir jest(!)" gibi göstermeye çalıştıkları bu hadisenin arka planına gizlenmiş bir başka önemli noktaya da dikkat çekiyor ve:

Devamını gör...

18 Mart 2013 Pazartesi

Din, Etnisite ve Siyaset

Din ve etnisite üzerinden siyaset yapmak akıl kârı değildir. Bunları siyasetin içine çekmekten çekinmemenin adı ise cesaret değil, olsa olsa cehalettir!... "Çünkü"sü ise en açık şekli ile Emre Kongar hocanın sözlerinde saklı:


Devamını gör...

15 Mart 2013 Cuma

İngiltere Tarihi ile İlgili İlginç Bilgiler

Doğru mudur, yanlış mıdır bilinmez; ancak 1500'lü yıllar İngilteresiyle ilgili hayli enterasan bilgiler ve bazı deyimlerin çıkış noktası:

Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere'de bu işlerin nasıl yapıldığını düşünün, 1500'lerde İngiltere'de işler şöyle yapılıyordu:

* İnsanların çoğu Haziran'da evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziran'da hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.

* Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.

Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce'deki 'banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın' (Don't throw the baby out with the bathwater) deyimi buradan gelmektedir.

Devamını gör...

Mesela dedik!..


Devamını gör...

14 Mart 2013 Perşembe

Yaşam ve Ölümün Sürekli Döngüsünde Ruh

Nikolai Levashov, Harkov Üniversitesinde Teorik Radyofizik alanında eğitim almış ve daha sonra Rusya ve ABD'de "geleneksel şifacılık" konusunda çalışmalarda bulunmuş ve 2012 yılında, 51 yaşındayken Moskova'da hayata veda etmiş ilginç bir adam.

Ateist olmasına rağmen materyalizme mesafeli duran Levashov, HAARP Teknolojileri kullanılarak dünya ikliminin değiştirilmesinden kayıp kıta Atlantis'e, evrensel şifa sırlarından antisemitizme kadar bir çok konuda konferanslar verip seminerler düzenlemiş ve aynı zamanda bu konularda kitaplar da yazmış ve bu görüşleri nedeni ile de bir çok cemaat, cemiyet ve topluluğun tepkisini çekmiş ve görüşleri aykırı bulunmuş bir insan.

Onun "yaşam ve ölüm döngüsünde ruh"a dair düşüncelerinden bir kesit içeren aşağıdaki videonun konuya ilgi duyanlara ilginç ve alışılagelmişin dışında fikirler sunduğuna inanıyor ve bu nedenle de burada paylaşıyorum.






Devamını gör...

10 Mart 2013 Pazar

Filistin cephesi hezimeti ve Mustafa Kemal Paşa'ya dair yeni bir belge daha...



"Mustafa Kemal Filistin cephesinden kaçtı mı?" başlıklı, iki bölüm halinde yayınladığımız belgelere dayalı yazı dizimize ek olarak yeni rastladığımız bir belgeyi de bugün yayınlıyoruz. 

Konu ile ilgilenen bütün "fikri hür, vicdanı hür" insanların rahatça kavrayabileceği tarihi gerçekleri ısrarla görmezden gelerek bu gerçekleri yüzsüzce çarpıtan ve Mustafa Kemal Atatürk'ü üstü örtülü bir şekilde vatana ihanetle suçlamaya kalkışan şartlanmış "İslamcı" ve sözde "Osmanlıcı"ların uydurduğu; "Filistin bozgunu"ndan Mustafa Kemal'i sorumlu tutmaya yönelik yalanlar, onların her türlü çabalarına karşılık asla tutmayacaktır. Uydurdukları yalanları tersyüz eden şahitli, belgeli gerçekler karşısında en ufak bir utanma belirtisi bile göstermeyeceklerinden emin bulunduğumuz bu zavallıları kendi kazdıkları kuyuda yalanları ile başbaşa bırakalım ve şimdi elimizdeki "anı/belge"yi olduğu gibi nakletmeye geçelim.

Savaşa dair anılarını yazan gazimiz, Antalya'lı İbrahim Sorguç (1897-1974). İstanbul'da, Öğretmen Okulu sınavlarını üstün başarı ile kazanarak okulun 3. sınıfından başlamaya hak kazanmışken, daha mezuniyet sınavlarını dahi vermeye fırsat kalmadan 1916 yılında askere alınmış ve bir yıllık askeri eğitimden sonra Filistin Cephesine gönderilmiş. Bu cephede, 8. Ordu emrinde çarpışan Sorguç, harp esnasında İngilizlere esir düşmüş. İki yıl süren esaretten sonra, Osmanlı ordusunun dağıtılması ile birlikte memleketine gönderilmiş ve hemen akabinde,  kurtuluş harbimizin başlaması ile yeniden cepheye koşmuş.

Sorguç'un "harp sandığı" özgün elyazmaları, emirnameler, pusulalar, fotoğraflar ve sair eşyaları ile birlikte sakladığı samimi günlükleri ailesi tarafından İş Bankası Kültür Yayınları yetkililerine teslim edilmiş ve sonucunda "bu defa ne için harp edeceğimi biliyorum" başlığı altında kitaplaştırılarak Mayıs 2010 tarihinde ilk baskısı gerçekleştirilmiş.

Devamını gör...

4 Mart 2013 Pazartesi

27 Mayıs'ın Konuşulmayanları...

Cumhuriyet tarihimizin önemli dönüm noktalarından biri olan 27 Mayıs İhtilaline dair son zamanlarda ortaya konan kimi belgeler, bu askeri el koymanın da dış bağlantıları olabileceği yönünde doğrusu ciddi şüpheler uyandırıyor.

Birbirinden ilginç ve önemli araştırmalara imza atan ve bunları kitaplaştıran tanınmış araştırmacı-yazar Cengiz Özakıncı, söz konusu ihtilale dair Cevizkabuğu adlı ve bundan 3-4 yıl önce yapıldığını düşündüğümüz bir açık oturuma telefonla katılıyor ve bugüne kadar hiç kimse tarafından dillendirilmemiş kimi bilgileri programın katılımcıları ve dinleyicileri ile paylaşmış bulunuyor. 

Özakıncı’ya göre, 27 Mayıs ihtilali 1959 yılının 2-12 Şubat tarihleri arasında, Almanya, Nüremberg’de konuşlu bulunan Amerikan 7. Ordusu karargahında planlanmıştır.

Özakıncı’nın konuşmasından kaydedebildiklerimiz şunlar:

1957 yılı sonlarında, 3. Ordu Komutanı iken Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanan Org. Necati Tacan’a 1958 yılı Temmuz ayında bir yolunu bulup niyetlerini açan Kur. Albay Sadi Koçaş, ondan maksatlarının hasıl olması için gerekli gördükleri Osman Köksal’ın Personel Daire Başkanlığı’na atanmasını istemiş, fakat kendisinden olumlu bir cevap alamamıştır. Akabinde Necati Tacan aynı ay içinde Konya-Ankara karayolunda seyahat ederken ani bir kalp krizi geçirerek vefat etmiştir. Özakıncı, bu ani vefatın 1956 yılında keşfedilen ve iz bırakmayan bir gaz tabancası kullanılarak gerçekleştirildiğini, merhumun halen Zincirlikuyu’da bulunan kabri açılarak buradan alınan kemiklerin analiz edilmesi halinde bu durumun tespit edilebileceğini söylüyor.

Devamını gör...

28 Şubat 2013 Perşembe

Cici Demokrasinin Uysal Ordusu



Bizde, eve yeni dahil olan üvey anne ya da babaya mizahi anlamda malûm “cici anne, cici baba” denir. 

Bu ortalığı inleten “ileri demokrasi” naralarını duydukça doğrusu aklımıza hep bu deyiş geliyor. Demek ki, memleketin eski demokrasisi öldü, yerine ise yepyeni bir “demokrasi” geldi, öyleyse hepimizin gözü aydın olsun!..

O halde artık bu tebrikattan sonra yazımıza şu tespitleri yaparak başlayabiliriz:

Kapitalist emperyalizmin toplu, tüfekli bir işgalden daha az masraflı ve daha etkili bir silah olan “kitlesel algı yönetimi” yöntemini keşfedişinden bu yana, üçüncü dünyaya dayattığı “demokrasi(!)” anlayışından aldığı verim beklediğinin de üstün oldu.

Toplumlar için yegâne kurtuluş yolu olarak önerdiği “(liberal) demokrasi” anlayışını zamanın gereklerine göre kendi çıkarları doğrultusunda uyarlamakta son derece ustalaşmış bulunan bu zihniyet, ağına düşürdüğü milletleri bu yolla yolmaya ve yoğurmaya devam ediyor.

Devamını gör...
 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.