11 Haziran 2013 Salı

"Milletine serseri diyen Mustafa Kemal"(!)



Amiyane tabirle bu söylenenler, lâfı tam da bir bilmemneresinden anlamak hadisesidir!..

Şurası açık ki, Kadir Mısıroğlu'nun Atatürk ve cumhuriyete olan nefreti, aklını ve vicdanını kör etmiştir! Tarihi gerçekleri hep bu nefrete göre yorumlayan ve olaylara hep manevi bir duygusallıkla yaklaşmayı alışkanlık haline getirmiş bir vatandaş kesimini bir ölçüde de olsa etkilemeyi başaran Mısıroğlu, bu yaptığı ile tarihi açıkça bir nefret silahı olarak kullanmakta ve Atatürk ve Türkiye Cumhuriyetine karşı düşmanca bir cephe oluşturmayı hedeflemektedir.

"Milletine serseri diyen Mustafa Kemal" başlığı ile yayınlanan yukarıdaki videoda Mısıroğlu, cumhuriyetin ilk yıllarında yayınlanmış bir kitaptan okuduğu bir pasajdan yola çıkıyor ve sanki bir açık yakalamış havası ile, Mustafa Kemal tarafından yapılmış bir tarih değerlendirmesini sonunda getirip "milletine serseri dedi!.." sonucuna bağlıyor!.. 

Atatürk'ün o sözleri ile ne anlattığını anlayabilmek ve bir hükme varabilmek için, evvela görülmesi ve bilinmesi gereken husus şudur: 



Osmanlı, fethettiği ülkelere sömürge gözü ile değil hep vatan gözüyle bakmış ama bu arada da-Atatürk'ün de işaret ettiği üzere-bu fetih gücünün temelini oluşturan Türkleri (unsur-u aslî) ve onların anavatanı olan Anadolu'yu ihmal etmiştir. Ve tabiidir ki, bu gafletin bedeli de büyük olmuş, imparatorluğu darmadağın eden I. Dünya savaşında, sadece milyonlarca km2 toprak kaybetmekle ve 5 milyondan fazla evladını yitirmekle kalmamış, gücünün kaynağı olan o yüzlerce yıl bakımsız bıraktığı Anadolu topraklarını dahi elinde tutmasına imkân kalmamıştır!..  

Mısıroğlu'nun Atatürk'ün bu tespitine getirdiği çarpık yorumu dinleyip de kafası karışanlar var ise onlara şunları hatırlatalım ki: 

Mesela İngilizler, Fransızlar vb. de dünyada bir çok yeri işgal etmiş ama esas vatanlarının neresi olduğunu unutmamışlardır. 

Osmanlı ise elindeki maddi imkânlarını ve insan gücünü Bulgarların, Sırpların vb. yaşadığı yerleri elinde tutmak için harcamış, oraların halkı ise, külfetini Osmanlının çektiği o topraklardan nemalanmış ve dolayısı ile de Osmanlı fakirleşirken kendileri zenginleşmiş, günü gelince (ve çağın getirdiği milliyetçilik akımının da tetiklemesi ile) de Osmanlıya başkaldırmışlardır. Atatürk'ün isyanı da işte bunadır! 

Kısacası, Osmanlı zamanı okuyamamış ve çağının gereklerine uygun tedbirler almayı başaramamıştır. Bunun niye böyle olduğu ise elbette ki ayrı bir yazının konusudur. Fakat bunun böyle olmasının, bizi Osmanlıyı toptan bir reddedişe götürmesi gerekmediğinin de bu arada altını çizelim. Olması gereken hatası ile sevabı ile tarihe intikal etmiş hadiseler üzerinden kişi ve kurumlara hakaret etmek değil, orada olan bitenlerden ileriye yönelik dersler çıkarmaktır.

Bugün biz bu topraklarda şayet bir nebze kendimize gelebilmiş ve nüfusumuzu artırabilmiş ve ona iyi-kötü bir vasıf kazandırabilmiş isek, en azından tam "onu da kaybettik" derken mucizevi bir manevra ile yeniden kazandığımız Anadolu'da, Atatürk'ün de öngördüğü şekilde, harpsiz-darpsiz geçen bu 90 yıl içinde gücümüzü yeniden toplamaya imkânı bulabildiğimizdendir. 

O anlatılanda geçen "serseri" kelimesi ise sitemkârane söylenmiş bir söz ve bedeli çok ağıra malolmuş bir gerçeğin altına çekilmiş kalın bir çizgidir!.. Zira, "temelsiz  bir heva ve heves ile bir şeyin arkasına düşerek dolanıp durma"nın adına "serserilik etmek" denir ve sırf bir adamı sevmemek sebebi ile bu tür boş laflarla vakit geçirmenin ve bunun arkasına düşmenin adına bugün bile "serserilik etmek" denmektedir. 

Ol sebepten peşin peşin hüküm vermeden önce biraz durun ve düşünün!..

...



0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.